24 Mayıs 2011 Salı

YAZIN GELSİN

Ansızın gel
Sızın
Ansızın
İz bıraksın
Ardın sıra

Yazın gelsin
Güneşte ısınsın hazın
Giderken
İçim ürperse de
Güneşe bakar
Ağlarım

Titrese de içim
Kalmasın ayazın
Sen kışa terk etsen de
Ben yazım
İsyan etsem de

Bağırsam da
Çıkmasa da avazım
Ansızın git
Yaz kadar çabuk bitsin
Kışa kalmasın

YAZ ŞARKISI

YAZ
GÜNEŞ GÖSTERİNCE YÜZÜNÜ
YAZ
ŞAİR,YAZAR NE YAZARSAN YAZ
BOZ
SOĞUK OYUNU TİTREYEN YÜREĞİNDEN
BOZ
KIŞIN ÜRPERTEN TECESSÜSÜNÜ
AZ
NE SÖYLESEN NE YAPSAN
AZ
SICAĞIN ATEŞİYLE NEŞEYLE AZ
NAZ
NASILDA YAKIŞIR SANA
NAZ
SENSİZ OLMAZ,SENSİZ OLMAZ

20 Mayıs 2011 Cuma

YAVAŞ ŞEHİRLER

Hızla değişen kentler, ama birbirine benzeyerek değişen kentler…Hızla değişen ve gelişen teknoloji, hızlı yaşam…Her şey öyle hızlı ki zaman avuçlarımızdan akıp gidiyor…Kentler, mekanlar, yapılar değişiyor, yediklerimiz içtiklerimiz değişiyor, çevremiz, doğamız değişiyor, hem de büyük bir hızla!!!

Bu hızlı tempoya biz ayak uydurabiliyor muyuz? Belki de hızın bile farkında değiliz… Yarış atları gibi koşturup, çalışıp didinirken ve bunca çalışma karşısında hala geçim derdindeyken, geçip giden zamana dokunamadan unuturken...

“Bu hıza bir son vermek ve yaşadığımızı fark etmek” kim istemez… Zamanı yavaşlatamayız, ama yaşamın hızını yavaşlatabilir, zamanı, yaşamı ve yaşadığımız mekanı, çevreyi daha iyi kullanabilir,hayatın daha keyifli olmasını sağlayabiliriz.

Nasıl mı? Yavaş Şehirler ile…

Yavaş Kentler kavramını ben gerçekten çok sevdim ve benimsedim. Sizlerle de bildiklerimi araştırdıklarımı paylaşmak istiyorum. İşte “Yavaş Şehir” kavramının hikayesi;

İtalya’da 1986 Amerikan tarzı “Hızlı Yiyecek” (”Fast Food”) zincirlerinin istilasına karşı çıkılarak Barolo kentinde bir “Yavaş Yiyecek” birliği oluşturuldu. İnsanlar arasındaki iletişimi, duygu paylaşımını, huzuru ve haz almayı gitgide azaltan hızlı bir yaşam ve bunun bir öğesi olan “Hızlı Yiyecek” akımına karşı oluşturulan bu birlik, 1989 yılında Paris’te uluslararası bir hareket haline dönüştü. Yirmi ülke temsilcisinin katılımı ile başlayan bu hareket bugün 80 000 üyeli 100 den fazla ülke temsilcisinin oluşturduğu bir birlik haline dönüştü. Yöresel yiyeceklerin ve damak tatlarının ön plana çıkarılmasını amaçlayan bu hareketin merkezi bugün İtalya’nın Cunoe bölgesinde küçük bir kasaba olan Bra’dır.
Yavaş Yiyecek kavramından esinlenen Yavaş Şehir hareketinin temeli ise 1999 yılında İtalya’nın Chianti bölgesinde Greve kentinde 30 kadar Yavaş Yiyecek kentinin katılımı ile atıldı. Yavaş Kentlerin oluştuğu bu ilk buluşmanın bildirgesinde; “küreselleşmenin insanlar arasındaki iletişimi, kaynaşmayı ve değişimi kolaylaştırmasına karşılık, farklılıkların törpülenerek tek bir model insan oluşturmaya doğru gittiğini ve sonunda sıradanlığın hâkim olacağı bir düzenin oluşabileceği konusunda endişeler olduğunu” belirtildi.
Bu olası sonuçları engellemek amacıyla yerel değerlere sahip çıkmak, bu değerleri korumak ve onları geliştirmek için “Yavaş Şehirler” kavramı çerçevesinde bir ağ oluşturuldu.  Bu ağın içinde yerel tatlardan başlayarak konukseverlik ve hoşgörüye kadar uzanan, bu kentlerin dokusunun korunması ve yerel kültürlerinin geliştirilmesini de içeren ve karşılıklı bilgi ve meta paylaşımın öngören bir hareket başlatıldı.

Bu hareket gelişerek; küreselleşmenin standartlaştırdığı, insana ve çevreye duyarsızlaştırdığı kentlere karşı bir duruşa dönüşmüş ve hızlı kentlere alternatif olarak “slow cities”-“yavaş kentler” şekillenmeye başlamıştır.
‘Yavaş Kent’;
  • İnsan odaklı olarak kenti önemsemektedir.
  • Teknoloji karşıtı değildir. Amaca hizmet ettiği sürece teknolojinin nimetlerinden yararlanmayı öngörür.
  • Doğal ve kültürel değerleri koruyarak gelişmeyi, çevreyi kirletmeden kendi kendine yetebilmeyi, doğanın ve kentin tadını çıkararak telaşsız, huzurlu yaşamı öngörmektedir.
  • Modern dünyanın birçok ‘aynılaşmış’ kentlerinden farklı kalmaya çalışmaktır.
  • Tüm kent yaşamımızdaki faaliyetlerimizin insan ve çevre açısından sonuçlarının farkında olunmasını hedeflemektedir.
  • Sürdürülebilir bir gelişme ve kalkınma anlayışını benimser.
  • Kentlerin dokusunun, renginin, müziğinin, doğasının, tarihi, kültürel zenginliklerinin ve hikayesinin korunması hedefli stratejilerle kentsel yaşamın sürdürülmesini öngörüyor.
Uluslararası Yavaş Kentler Birliği, nüfusu 50 binden az olan küçük kentlerin, kasabaların üyeliğe kabul edildiği bir organizasyondur.
Yavaş Şehir Chiavenna

Şehirlerin veya kasabaların “Yavaş Şehir” olabilmesi için sağlaması gereken şartlar aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

  • Şehrin ve çevresinin ayrıcalıklı özelliklerini ortaya çıkartacak, geri dönüşümü ve yeniden kullanımı teşvik edecek çevresel politikalar uygulamak.
  • Toprağın çevre dostu kullanımını destekleyecek alt yapı oluşturmak.
  • Kent içinde ve dışında şehir yaşamının ve havanın kalitesini yükseltmek için çevre dostu teknolojileri desteklemek.
  • Çevrenin tarihini, önemli yapılarını ve ören yerlerini korumak, yeni yerleri bulmak, tarihini ortaya çıkartmak ve koruma altına almak.
  • Organik gıdaların üretimini ve tüketilmesini desteklemek.
  • Yerel üretimi desteklemek ve bunların kullanımını teşvik etmek.
  • Yerel üreticiler ile tüketiciler arasında ilişkiler kurmak ve bunun için ortamlar ve mekanlar yaratmak.
  • Kökleri eskilere dayanan yöresel ürünleri korumak ve desteklemek.
  • Yöresel gıdaların tanınmasını sağlamak ve bunların tarihini araştırmak.
  • Ziyaretçilere gerçek konukseverliğin gösterilmesini sağlamak ve konukseverliğin kalitesini arttırmak.
  • Yavaş Şehir yaşayanlarında Yavaş Şehir bilincini arttırmak ve yerel yönetime katılmalarını sağlamak.
  • Gürültü kirliliğini ve hızlı trafiği kesmek.
  • Yeşil alanları ve yaya bölgelerini artırmak.
  • Yerel estetik öğeleri korumak… gibi 50'den fazla kriter bulunmaktadır.

Bu üyeliği almaya hak kazandıktan sonra da gizlice denetleniyorsunuz.

Bugün dünyada çoğu Avrupa, Avusturalya ve Asya ülkelerinde bulunan 129 tane 'Yavaş Şehir' bulunmaktadır. Türkiye’den şu ana kadar birliğe üyeliği kabul edilen ilk ve tek 'Yavaş Şehir' Seferihisar’dır.

Zamanın durduğu ya da geri sarılmaya çalışıldığı gelmesin akla. Öyle değil... Sadece herkesin birbirini tanıdığı, birbiriyle selamlaştığı, bir yerden bir yere yayan ve belki bisikletle gidildiği yerler bunlar. Korna sesleri ve kalabalık gürültüsü yerini; çocuk sesleri, çatal bıçak tıkırtısı ve kedi köpek dalaşına bırakmış.
Sürat Çağına İnat Yavaş Şehirler


İzmir’in Seferihisar ilçesinden sonra, Muğla’nın ünlü turizm merkezi Akyaka da ‘Cittaslow’ (yavaş, sakin kent) olmak için sıraya girdi.

Yavaş Şehirde yaşamak çok güzel olmalı…

Yavaş şehirler manifestosu aynen şöyle diyor: "Bunlar; eski zamanlara meraklı insanları, zengin tiyatroları, meydanları, kafeleri, atölyeleri, restoranları ve ruhani yerleri, bozulmamış manzaraları, sevimli zanaatkarları olan şehirler…

Yavaş Şehirler hareketine göre;
“iyi yaşamakla yavaş yaşamak arasında bir fark var:
İyi yaşamak vatandaşların kasabalarında kolay ve rahat bir biçimde hizmet ve sorun çözümlerinden faydalanarak yaşaması demek.
Ama yavaş yaşamak başka bir şey: "Yavaşça acele etmek" yani Latincesiyle "festina lente"... Bundan kastedilen, bugünün ve geleceğin sağladığı imkanlar sayesinde geçmişin mirasını ve bilgi birikiminden faydalanmak…

18 Mayıs 2011 Çarşamba

UYUSUN DA BÖLÜNSÜN

Açılım yapıcaz
Kişi başı milli gelir 20000 dolar olacak
İleri demokrasi getirecez
Kürt sorunu yok
Türk sorunu var zaten....
Çılgınım projelerimden belli
Asıl eş başkan benim bop
Demirtaş kim
İsviçre de allahın kuruşu param yok
Benjamin ne güne duruyor
Yavuz hırsız deniz feneri taşır
Kara elmas üniversitesini biz kurduk (1992 de)
Değiştim
Gömleğimi çıkardım
Demokrasi tren gibidir
Durağa gelince inersin
Ucube
Hasan harekani hz.lerinin türbesinin yanında
ÖSYM başkanının anlattıklarından tatmin oldum
Bunun nesi özel,nikahlısımı o
Genel bu genel ahlaksızlık
Çocukların hepsinin eli ekmek tuttu hamdolsun
Nükleer tehlikeli değil
Evde de tüp kullanmayalım o zaman
2023 de ilk 10 büyük ekonomiden biri olucaz
Bi taraf olan bertaraf olur
Benim valim benim belediye başkanım
Bu gazetecilerin maaşını sen vermiyormusun
Sonra kapıma gelip ağlama
Bu kitap değil bomba
Ben ergenekonun savcısıyım
Hoca efendinin başka işi mi yok
Bunlarla uğraşacak
Yandaş medya candaş medya
ve daha niceleri
Adım Recep Soy adım Erdoğan
Beni President bilirsiniz siz
Recep Erdoğan dan masallar dinlediniz

Dün dündür...



2002'de seçimi kazanır kazanmaz, Demirel'e koşup, “engin tecrübelerinizden faydalanmak, danışmak, tavsiyelerinize göre hareket etmek istiyoruz” diyen “çırak” kimdir?


a) Pargalı İbrahim
b) Marcus Merk
c) Lady Gaga
d) Tayyip Erdoğan

* * *

327 imam hatip lisesini tek başına açarak, erişilmesi imkânsız rekora imza atan “usta” kimdir?
a) Hüsnü Mübarek
b) Nihat Doğan
c) Usain Bolt
d) Süleyman Demirel

* * *

“Herkes korkmadan gitsin diye, Başbakanlık arabasıyla cuma namazına giden ilk adam benim” diyen mütedeyyin isyankâr kimdir?
a) Felipe Massa
b) Behzat Ç.
c) Paris Hilton
d) Süleyman Demirel

* * *

“Bir demokrasi ülkesinde din ve vicdan hürriyeti, temel hak ve hürriyettir. Hakim kılınacak olan şeyler, İslam'ın ana kaideleridir, sünneti seniyyedir” diyen hürriyet abidesi kimdir?
a) Sünnetçi Kemal Özkan
b) Haydar Dümen
c) Kanlı Nigar
d) Süleyman Demirel

* * *

“İrtica diye bi suç yoktur, insanların lisanında vardır” diyen mütercim tercüman kimdir?
a) Pascal Nouma
b) İsmail YK
c) Victoria Secret
d) Süleyman Demirel

* * *

“İmam hatip liseleri, imam yetiştirsin diye açılmadı, dinini bilen doktorlar, avukatlar, mühendisler yetişsin diye açıldı” diyen toplum mühendisi kimdir?
a) Bill Gates
b) Mark Zuckerberg
c) Albert Einstein
d) Süleyman Demirel

* * *

“1924 Anayasası'nda Türk Devleti'nin dini İslam'dır denildiğine göre, devlet de İslam Cumhuriyeti'dir. Atatürk'ün kurduğu devlet laik değildir” diyen ordinaryüs ulema kimdir?
a) Nasreddin Hoca
b) Kont Drakula
c) Prenses Kate Middleton
d) Süleyman Demirel

* * *

“Hâkim kılınacak olan Kuran hükümleridir. 1930'ların laiklik uygulaması, Marksizmin ateist ideolojisinden esinlenmiştir” diyen kravatlı şeyhülislam kimdir?
a) Zuhurat Baba
b) Telli Baba
c) Noel Baba
d) Sade Baba

* * *
“Bunlar koyun bile güdemez, CHP iktidara gelirse ineklerin sütü kurur” diyen çoban kimdir?
a) Balık Ayhan
b) Dana Ferhat
c) Panter Emel
d) Süleyman Demirel

* * *

“Ayakkabının yerini çarık alacak... CHP demek, çarık demektir” diyen kunduracı kimdir?
a) Tory Burch
b) Mario Prada
c) Salvatore Ferragamo
d) Süleyman Demirel

* * *

Bi taraftan akıl hocası'nın adamlarını transfer edip, hatta, akıl hocası'nın bakanını TBMM Başkanı yapan... Öbür taraftan “o zat şimdi CHP'nin akıl hocası” diyen unutkan zat kimdir?
a) Recep İvedik
b) Patrik Bartholomeos
c) Guus Hiddink
d) Tayyip Erdoğan

* * *

Dün “rejim düşmanlarının elebaşı CHP'dir, devlete silah çeken eşkıyanın koruyucusudur” deyip, rejim muhafızlığı rollerine bürünen... Bugün ise, “CHP'deki çetenin elebaşı” olmakla suçlanıp, “the godfather” muamelesi gören holivut aktörü kimdir?
a) Vahi Öz
b) Fred Çakmaktaş
c) Kevın Kostnır
d) Süleyman Demirel

* * *

Rahmetli Ecevit için “zavallı, fiziken çökmüş, bitmiş bir insan, her tarafı kırılıp dökülmeye başladı, çelik korselerle ayakta duruyor” deyip... Ecevit'in Zonguldak'ında “insan biraz sıkılır yahu, Ecevit'in kemikleri sızlamaz mı?” diye soran ortopedi mütehassısı kimdir?
a) Profesör Mehmet Öz
b) Profesör Gazi Yaşargil
c) Profesör Zihni Sinir
d) Fahri Doktor Tayyip Erdoğan

* * *

Yaşlılar Haftası'nda “daima hürmet edeceğiz, zira onlar bugünlerimizin mimarı, dün ile bugün arasındaki köprü, geleceğimize ışık tutan en değerli varlıklarımızdır” deyip... Sonra da “Baba”ya “87 yaşına gelmiş, hâlâ elini eteğini çekmemiş” diyen hayırlı evlat kimdir?
a) Havuç
b) Santiago Bernabeu
c) Kötü kedi Şerafettin
d) Tayyip Erdoğan

* * *

Merhum Başbakan Adnan Menderes'in evli ve çocuklu sopranoyla dillere destan aşk yaşadığı cümle alem tarafından bilinip, özel hayattır kimseyi ilgilendirmez diye saygı duyulurken... Bi yandan “Menderes'in devamıyız” deyip, beri yandan “özel hayat filan olmaz, evlilik dışı ilişki yaşayanlar yüce meclis çatısı altında barınmamalı” diyen ahlak zabıtası kimdir?
a) Ali Kaptan
b) Luciano Pavarotti
c) Hüsnü Şenlendirici
d) Tayyip Erdoğan

* * *

Türkiye'de şu anda takunyalılar cirit attığına göre, takunyalılardan şikâyet edecek en son kişi kimdir?
a) Cüppeli Ahmet
b) Merkez Efendi
c) Kaşgarlı Mahmud
d) Süleyman Demirel

* * *

Milli Şef'i Hitler'e benzetip... Demirel'e “ikinci milli şef” diyen Nazi dedektörü kimdir?
a) Şimon Peres
b) Ehud Barak
c) Golda Meir
d) Tayyip Erdoğan

* * *

Yollarını açtığı, şefkatla kolladığı takunyalılar tarafından Hitler'e benzetilince, “oturduğum yerde tecavüze maruz kaldım” diyen tecavüz mağduru, nerede otururken tecavüze maruz kalmıştır?
a) Güniz Sokak'ta
b) Isparta halısında
c) ÖSYM sınavında
d) Bor'un pazarında...


Olmuyorsa Zorlamayacaksın



Olsun istersin… Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.


Aşktır; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin… Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.

İştir; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…

Dosttur; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın…

Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın. Bakarsın ki her şey başladığın gibi!

Olmuyorsa, olmuyordur! Gönlün rahat mı? Elinden geleni yaptın mı?

Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın.

[ Can Yücel ]

Otuz yaşını geçmiş bir kadın ..



Andy Rooney der ki..." Yaşım ilerledikçe, en çok otuz yaşını aşmış bayanlara değer vermeye başladım...."

İşte bunun sebeplerinden bir kaçı:

Otuz yaşını geçmiş bir kadın asla sizi gecenin bir yarısı uyandırıp "ne düşünüyorsun?" diye sormaz.......
Umurunda değildir çünkü ne düşündüğünüz.

Otuzunu asmış bir kadın TV deki maçı seyretmek istemiyorsa, söylene söylene TV 'nin karşısında yanınızda oturmaz.......
Yapmak istediği bir şeyi yapar. Ve bu genellikle daha enteresan bir şeydir.

Otuz yaşını aşmış bir kadın kendini yeterince iyi tanır ve kendinden emindir...
Kim olduğunu, ne olduğunu, ne istediğini, ve kimden istediğini bilir.

Otuzunu aşmış çok az kadın onun hakkında ya da yaptıkları hakkında ne düşündüğünüzü önemser.

Otuz yaş üstü kadın çoğunlukla büyük aşklara, ömür boyu sürecek bağlılıklara doymuştur.
Hayatında en son ihtiyaca olduğu şey bir başka mız mız, devamlı söylenen, ne yapacağına karışan, yapışkan bir aşıktır.

Otuzunu aşmış kadın, ağırbaşlıdır. Bir operanın ortasında ya da pahalı bir restoranda sizinle çiğlik çığlığa kavga etmesi çok nadirdir...
Ha tabi hak ettiyseniz, sizi vururken de hiç tereddüt etmez, sonuçlarına katlanmayı da planlayarak...

Otuzunu aşmış kadın övgüler yağdırmakta çok bonkördür, çoğu hak edilmemiş bile olsa.....
çünkü takdir edilmemenin ne olduğunu iyi bilir.

Otuzunu aşmış kadın sizi bayan arkadaşlarıyla rahatlıkla tanıştıracak kadar kendine güvenir......
Daha genç bir kadın, en iyi arkadaşını bile görmezlikten gelebilir, yanındaki adama güvenmediği için.

Otuz yaşın üstündeki kadın sizin onun arkadaşına ilgi duymanızı hiç sallamaz..... arkadaşının onun aldatmayacağını bilir.
Kadınlar yaşları ilerledikle medyumlaşırlar. Ona günah çıkarmanıza Hiç gerek yoktur..... Onlar her haltınızı bilirler.

Otuz yaşını asmış bir kadın Kıpkırmızı bir ruj sürdüğünde bu ona çok yakışır. Ama daha genç kadınlarda boyla değildir. Çiğ durur.....

Otuz üstü kadınlar açık sözlü, doğrucu ve dürüsttürler...... Onun için ne anlam taşıdığınızı merak etmenize gerek yoktur.......

Ne kadar geri zekalı olduğunuzu bir çırpıda açık açık söyleyiverir.......
eğer bir geri zekalı gibi davrandıysanız

BİR KADIN GİTTİĞİNDE......



Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde
"yetim-öksüz" kalan çok
olur:


Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski
düğmeler, özenle
saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki
kurdeleler...

Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar,
yetim kalmıştır
tabaklar.

Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.

Sık sık boynunu büker "sarıkız".

O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz,
değerini kimse anlayamaz
krom hac tasının.

Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz.


Bir kadın gittiğinde...

Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir
ağır işçi, bir
temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...

Bir anne gider...

Bir dost...

Bir arkadaş...

Bir sevgili...


Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde.


Kapı eşiğindeki "Dikkat et..." duyulmaz, annesi
gitmiştir "geç kalma"nın.

Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak
giderler.

Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında. Ve
bir kadın
gittiğinde pek çok "yetim" bırakmıştır arkasında.....


BEKİR ÇOŞKUN

MESAFELER


En uzak mesafe ne Afrikadır,
Ne Çin, ne Hindistan
Ne seyyareler
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan.
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir,
Birbirini anlamayan..

RANTÇILAR ÇILDIRMIŞ OLMALI!...


 A-) İstanbul Boğazı, mevcut yük ve yolcu trafiğini taşıma kapasitesinde değil. Özellikle son 10 yıldır Boğaz alarm veriyor... Hükümetler duymamazlıktan geliyorlar. Yani İstanbul Boğazı'nın doğal ve yapay sınırları; can, mal ve çevre güvenliğini tehlikeye atacak şekilde zorlanıyor. Türkiye'de -acilen- "olağanüstü hal" ilan edilmesini gerektiren ve "sıkı yönetim"e ihtiyaç duyulan tek yer: Boğaz. Boğaz'da Çevre felaketine yol açacak bir kaza olmadan geçen her gün, aslında bir mucizenin gerçekleştiği "olağanüstü" bir gün. B-) Boğaz'ın jeolojik yapısı kadar, Karadeniz ve Marmara Denizleri arasındaki su akışkanlığı da "ilginç" Boğaz, Marmara'dan Karadeniz'e doğru eğimli. Karadeniz, epeyce büyük bir tatlısu gölüyken, bir tektonik olayla açılan Boğaz kırığı nedeniyle işte bu eğimden dolayı Marmara'nın tuzlu suyunun şimdi Karadeniz dediğimiz göle dolmasıyla oluşmuş ve bir iç deniz haline gelmiş. Güçlü akıntılar, söz konusu eğimi zamanla yumuşatmışsa da, Marmara'dan Karadeniz'e doğru oldukça güçlü ve kesintisiz bir dip akıntısı hala devam etmekte. Kısaca ifade edecek olursak: Marmara Denizi ile Karadeniz arasında kot farkı var. Karadeniz aşağıda, Marmara yukarıda kalıyor. Karadeniz'i besleyen nehirler de var. Örneğin Tuna.. Bu durumda Karadeniz'in Marmara'dan ve nehirlerden gelen su akıntısıyla havzasını sürekli genişletmesi ve yatağından taşması gerekirdi. Peki neden öyle olmuyor? Çünkü, iki deniz arasındaki yoğunluk ve ısı farkından doğan bir de oldukça güçlü ve kesintisiz yüzey akıntısı var. Bu akıntı Karadeniz'den Marmara'ya doğru. Dipte güneyden kuzeye doğru akıntı ve onun hemen üstünde kuzeyden güneye doğru bir akıntı. Böyle bir doğal kanala dünyanın başka hiç bir yerinde rastlayamazsınız. Boğaz'da her gün yaşanan mucizeyi yaratanlar, kılavuz kaptanlar!... *** A-) İÇİN: Trafik, 20.yy. boyunca şehirleri planlamanın en büyük sorunu oldu. Bu sorun, 21. yy'a miras olarak kaldı. Plancılar başta "kaos ve karmaşıklık" teoremlerinden yoksundular. Nüfus gibi, yolcu ve yük trafiğindeki artışın da 3, 7, 9 gibi zaman dilimleri arasında dalgalandığını ve hesap edilemez sapmalarla ilerlediğini fark edemediler. Geri bildirimleri asgari hatayla tahmin ederlerse, onların akıp gideceği yolları da asgari hatayla yapabileceklerini zannettiler. Böylece "tıkanma" gerçekleşmeyecekti. Buna örnek verelim: İstanbul'da, doğu-batı arasındaki yolcu ve yük trafiği hesaplanarak Boğaziçi Köprüsü yapıldı. Ancak yetmedi. Yeniden bir hesaplama yapılarak Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yapıldı. Ancak yetmedi. Yeni bir hesaplamayla 3.bir köprünün yapılması arzu ediliyor. Ancak yetmeyecek. Şimdi içsel olarak kolayca sezebileceğimiz başka bir örnek daha verelim. Bir havuz var, kenarında bulunan ve sürekli akan musluklardan gelen suyla ve yağmur sularıyla besleniyor. Muslukların kontrolü bizde değil, yağmurları da kontrol edebilmekten aciziz. Havuza dolan su miktarını hesaplamaya çalışıyoruz ve görüyoruz ki, 3 yılda bir aynı miktarda su alacak şekilde bir döngüye sahip. Buna göre bir önceki yılkı ortalamaları ve 3 yılın sabitini dikkate alarak gelecek yıllara göre bir projeksiyon hesabı yapıyoruz. Fakat hesap 7. yıldan sonra sapıtmaya başlıyor. Anormal artışlar, hiç bir şeye bağlanamaz dalgalanmalar ve dallanmalar meydana geliyor. Tıpkı doğada hayvan nüfusunda olduğu gibi. Ama doğada anormal artışlar yiyecek kıtlığından doğan açlık ölümleriyle hayvan nüfusunu dengelerken, bizim havuzumuzdaki dengelenme ya muslukların bozulmasına ya da yağmur yağmamasına, yani kuraklığa bağlıdır. Tıpkı piyasaya arz edilen mal değerleri gibi. Anormal artış olduğunda mal ucuzlar ve talep azalır, kâr düşer, şirketler iflas eder, enflasyon yükselir, kriz yaşanır. Böylece piyasa dengeye ulaşır. Ama bizim havuzumuz piyasa koşullarından muaf. Havuzun bir gideri olmadığından sonunda taşmaya ve çevresine zarar vermeye başlıyor. Bu havuzun bir yerine bir musluk koyuyoruz ve böylece bir gider açıyoruz. Bu giderden havuza dolan suyu boşaltıyoruz. Ancak yetmiyor. İkinci bir musluk koyuyoruz ve suyu buradan da boşaltmaya başlıyoruz. Ancak yetmiyor. Üçüncü bir musluk koymayı arzu ediyoruz. Ancak yetmeyecek, artık bunu biliyoruz. Artık bildiğimiz başka bir şey daha var: Bu problemin iki çözümü var. 1.Havuzun kenarlarından birini tamamen yıkarak, tam o noktadan başlayan ikinci bir havuz yapmak. Böylece sorunu ikinci havuzun bitiş noktasına kadar "ötelemek". Boğaz'daki ikinci, üçüncü köprüler işte böyle bir çözümdürler. Keza, Ankara'daki lüzumsuz alt ve üst araç geçiş güzergahları, köprüler işte böyle çözümler. Benzer şekilde, Kocaeli'de son yıllarda yapılan alt ve üst araç geçiş güzergahları da böyledirler. Şimdi, Marmara'dan Karadeniz'e açılması düşünülen kanal da işte böyle bir şey. Bu arzuyu çılgın olarak niteliyorum ben de. Çünkü denenmiş ve yarardan çok zarar doğurmuş, çözüm vermemiş bir şeylerin yeniden ve aynı gerekçeler ve aynı iddialarla denenmesi sahiden çılgınlıktır, akıl işi değildir. 2.Havuza su akıtan muslukların kontrolünü ele geçirmek, ne zaman, ne kadar süreyle açacaksınız ve kapatacaksınız? işte bunun belirleyicisi olmak ve yağmur sularına karşı da havuzun üstünü kapatarak, bunlar için ayrıca bir gider yapmak. Şimdi gündelik hayatımızdan daha basit bir örnek verelim: 1. Çok susadınız, mutfağınızdaki musluğu açtınız ve ağzını dayayarak kana kana su içtiniz. Birazı çenenizden aktı. Bu mümkün. 2. Çok susadınız, itfaiye hortumundan akan suya ağzınızı dayadınız ve kana kana su içemediniz ama ağzınız burnunuz dağıldı, dişleriniz yerlerde. Ağzınızın ortasına bir yumruk yemiş gibi olduğunuz ve  kan revan içinde kaldığınız yetmezmiş gibi, fizik kanunları tıkır tıkır işlediğinden,  boğazınızdan tek damla da su geçmedi.Susuzluktan ve acıdan ölmek üzeresiniz. Bu da mümkün. Eğer çılgınsanız!... B-)İÇİN: Osmanlı'nın son dönemlerinde öncelikle siyasi nedenlerle, o zamanlar Başkent olan İstanbul'un güvenliğini kontrol edilebilir kılmak niyetiyle askeri nedenlerle ve elbette Boğaz trafiğinin yukarıda B'de açıklanan tehlikeli doğasından kurtulmak ve uluslararası yük trafiğini Boğazdan tümüyle ötelemek gibi bir akılcı niyetle Boğaz'a alternatif bir kanal düşüncesi ortaya atılmış hatta maliyet tabloları hazırlanarak, proje taslakları dahi oluşturulmuştur. O zamanki yöneticiler bu zamandakilerden daha az çılgın ve daha çok aklıselim olduklarından ve elbette seçim  telaşı yaşamadıklarından olacak ki, bu kanal için Karadeniz ve Marmara jeolojisinin en uygun olduğu zemin aranmış. Bu zemin, Kandıra-İzmit arasında bulunmuştur, Boğaz'a 2 adım ötede değil. Süveyş Kanalının bulunduğu yatak ile Karadeniz-Marmara arasında bir kanalın bulunacağı yatak aynı değil. Bu yüzden üzerlerine serilecek yatak örtüsünü kıyaslayarak, birinden diğerine göre büyüklük çıkarmak da mantıklı değil. Şimdi merakla beklemekteyim. Bu çılgın arzu için: Jeoloji Mühendisleri ne diyecekler? İnşaat Mühendisleri ne diyecekler? Fizik Mühendisleri ne diyecekler? Ekonomi Kuramcıları ne diyecekler? Örneğin, Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı ne diyecek? Hepimizin merak etmesi gereken diğer şey ise; limanlar! Değil mi ama? Limanlar neredeler? Konyetner Limanlar neredeler? Boğaz'da trafik azalacak mı yoksa içinden çıkılamayacak şekilde karışacak mı? SON OLARAK: ARAZİ RANTI İÇİN BİR KENTİN ANATOMİSİYLE, İÇDÜZENİYLE, KİMYASIYLA BU DENLİ OYNAMAYA DEĞMEZ!...  

sözün özü

— Konuşmadan önce dinleyin,
— Yazmadan önce düşünün,
— Harcamadan önce kazanın,
— Dua etmeden önce bağışlayın,
— İncitmeden önce hissedin,
— Nefret etmeden önce sevin,
— Vazgeçmeden önce çabalayın,
— Ölmeden önce yaşayın.
Hayat budur. Onu hissedin, onu yaşayın ve ondan hoşnut olun.

~William Shakespeare~

Nietzsche der ki:


‎''Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!

17 Mayıs 2011 Salı

YGS MAĞDUR'U GENÇLERE

''Onlar ki toprakta karınca,
suda balık havada kuş kadar çoktular;
korkak, cesur,cahil,hakim ve çocuktular
ve kahreden yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Onlar ki uyup hainin iğvasına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Demir,kömür ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü ve sahra ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve nehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından 
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi,onlar yenildi.
Çok söz edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.''
                                              (Nazım Hikmet)


1 Mayıs 2011 Pazar

bir mesleğin anatomisi

 Endüstriyel Tasarım

 Doğası gereği moda,mimari ve teknoloji' nin aynı potada birleştiği bir sentez,bir fenomendir.

 Tek bir cümleyle tanımlanamayacak kadar komplike bir mesleki oluşumdur.Sanatsal boyutu yadsınamayacak,insan yaşamıyla direkt ilişkili,birçok mesleği içeren,kimini kapsayan,kimiyle kesişen bilim dalıdır bence.

 Mimari ve moda gibi bitmeyen bir tasarım sürecidir de.Yani SANAT 'ın ta kendisi.

 Güncel ama karmaşık içeriğinin de sonucu olarak fazla tanınmayan bir dal.

 Üzerinde epey düşünmeme rağmen bulabildiğim en sade tanım bu:Modanın,mimarinin ve teknolojinin bileşkesi.
 Hayatımızın o kadar içerisindedir ki.Direkt insanın günlük hayatını etkilediği için,ergonomi,anatomi gibi tıp;hidrolik,aerodinamik,mekanik,elektronik gibi fizik;stil,estetik gibi sanatsal ögeler de içerir;geri dönüşüm,doğa dostu üretim gibi çevresel unsurlar da.

 İnsan çevresine baktığında meslek gurubu,yaşam tarzı hatta inanç sistemi ne olursa olsun.Hangi coğrafyada yaşam sürüyor olursa olsun.Bu mesleğin ürünleri ile yaşamaktadır.O kadar çokturlar ki bunları bir çırpıda saymaya kalksak sayamayız bile.Seyrettiğimiz tv,mutfak aletlerimiz,satın aldığımız ürünlerin ambalajları,motorlu araçlarımız,iş makineleri,ve hatta kişisel bilgisayarımız ve cep telefonumuza kadar uzayıp gider bu liste.

 Oysa tekerleğin icadından beri hayatımızın içindedir endüstriyel tasarım.Endüstri devriminin başlayışı ile etkisi hızla artmış,keşif ve buluşlarla doruğa ulaşmıştır.Bir sürü mühendislik,uzmanlık ve bilim dalı oluşmasına yol açmıştır.Ancak yirminci yüzyılın ikinci yarısında kabul görmüştür nedense.Yazımın başında fenomen olarak adlandırmamın bir nedeni de bu dur,tanımlanmasının zorluğunun yanı sıra.

 Batı dünyasında bile geç anlaşılmasının ötesinde ülkemizde hala acınacak haldedir.Bu mesleğin eğitimini almış biriyim ve mobilya imalatı üzerine üretim yapan bir iş yerine sahibim.Biliyorum ki bu yüzden  kendimi şanslı hissetmeliyim.Birlikte okuduğum yada daha sonraları tanıma fırsatı bulduğum meslektaşlarımın çoğundan şanslıyım diyebilirim.Ucundan kıyısından da olsa,endüstriyel değilde özel kullanıma yönelik de olsa,eğitimini gördüğüm mesleğimi uygulama fırsatı bulabiliyorum.Oysa bundan çok uzak yaşıyor çoğu meslektaşlarım.Üretime değil de ithalata dayalı politikalar uygulayan bir ülkede yaşıyor olmanın azizliği.Üreten değilde tüketen bireylere önem veren hükumetlerimiz in getirdiği sonuç bu.

 Mesleğine sahip çıkmayan,birliktelik oluşturamayan ve bu durumu düzeltmek için hiç bir teşebbüste bulunmayan bizler de suçluyuz elbette.Tabi meslek erbabı yetiştirdiğini iddia eden ama mezun ettikten sonrası ile hiç ilgilenmeyen üniversitelerimiz de ortak bu suça.

 Kıssadan hisse!bu kadar entelektüel ögeyi bünyesinde barındıran bir meslek gurubunun;bilgi,beceri ve donanım olarak kendini yüksek insan kalitesinde görmesinin haklılığı etkisini yitiriyor.Bir çok meslektaşım sorulduğunda gerçek mesleğini değil yapmakta olduğu işi söyleyerek cevap veriyor.İnşaat sektöründekiler ise mimarım deyip geçiyor.Kime anlatacaksın endüstri tasarımcısı nedir,sade ve anlaşılır bir tanımını biz bile yapamazken.Bir süredir benim cevabım bu.Üşenmemeliyiz,ihmal etmemeliyiz,bu bizim mesleğimize olan borcumuz.İşte cevabımız:bizler mimarlık,moda ve teknolojinin bileşkesi bir mesleğin sahipleriyiz.Bizler tasarımcıyız,yaratıcıyız,sanatçıyız.
                                                    01-05-2011   Tahir ÖZCAN

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...