30 Haziran 2011 Perşembe

CORBUSİER

Anladım


Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda
anladım.

Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..

Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım.

Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..

Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..

Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..

Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği
acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..

Fakat,hakkedermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..

Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini avucuma koyduğunda anladım..

''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..

Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş
sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl
ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..

Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş
pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım..

Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..

Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün
affedilmeyi,
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım..

Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar
sevmekmiş...




Can yücel 

27 Haziran 2011 Pazartesi

El-Biruni (973 - 1051)


Yaşadığı çağa damgasını vurup " Biruni Asrı" denmesine sebep olan zekâ harikası bilgin 973 yılında Harizm'in merkezi Kâs'ta doğdu. Esas adı Ebû Reyhan b. Muhammed'dir. Küçük yaşta babasını kaybetti. Annesi onu zor şartlarda, odunsatarak büyüttü. Daha çocuk yaşta araştırmacı bir ruha sahipti. Birçok kOnuyu öğrenmek için çılgınca hırs gösteriyordu. Tahsil çağına girdiğinde Hârizmşahların himayesine alındı ve saray terbiyesiyle yetişmesine özen gösterildi. Bu aileden bilhassa Mansur, Bîrûnî'nin en iyi bir eğitim alması için her imkânı sağladı.

Bu arada İbni Irak ve Abdüssamed b. Hakîm'den de dersler alan bilginimizin öğrenimi uzun sürmedi, daha çok özel çabalarıyla kendisini yetiştirdi. Araştırmacı ruhu, öğrenme hırsı ve sönmeyen azmiyle birleşince 17 yaşında eser vermeye başladı. Fakat Me'mûnîlerin Kâs'ı alıp Hârizmşahları tarihten silmeleriyle Bîrûnî'nin huzuru kaçtı, sıkıntılar başladı ve Kâs'ı terketmek zorunda kaldı. Ancak iki yıl sonra tekrar döndüğünde ünlü bilgin Ebü'lVefâ ile buluşup rasat çalışmaları yaptı. Daha sonra hükümdar Ebü'lAbbas, sarayında Bîrûnî'ye bir daire tahsisedip, müşavir ve vezir olarak görevlendirdi. Bu durum, hükümdarların ilme duydukları derin saygının göstergesi, bilginimizin de devlet başkanları yanındaki yüksek itibarının belgesiydi.

Gazneli Mahmud Hindistan'ı alınca hocalarıyla Bîrûnî'yi de oraya götürdü. Zira onun yanında da itibarı çok yüksekti. "Bîrûnî, sarayımızın en değerli hazinesidir' derdi. Bu yüzden tedbirli hünkâr, liyakatını bildiği Bîrûnî'yi Hazine Genel Müdürlüğü'ne tayin etti .O da orada Hint dil ve kültürünü bütünüyle inceledi. Üstün dehasıyla kısa sürede Hintli bilginler üzerinde şaşkınlık ve hayranlık uyandırdı. Kendisine sağlanan siyasî ve ilmî araştırmalarına devam etti. Bir devre adını veren, çağını aşan ilmî hayatının zirvesine erişti. Sultan Mes'ud, kendisine ithaf ettiği Kanunu Mes'ûdî adlı eseri için Bîrûnî'ye bir fil yükü gümüş para vermişse de o, bu hediyeyi almadı.

Son eseri olan Kitabü's Saydele fi't Tıb'bı yazdığında 80 yaşını geçmişti. Üstad diye saygıyla yâd edilen yalnız İslâm âleminin değil, tüm dünyada çağının en büyük bilgini olan Bîrûnî, 1051 yılında Gazne'de hayata gözlerini yumdu.

Bîrûnî, "Elinden kalem düşmeyen, gözü kitaptan ayrılmayan, iman dolu kalbi tefekkürden dûr olmayan, benzeri her asırda görülmeyen bilginler bilgini bir dâhiydi. Arapça, Farsça, Ibrânîce, Rumca, Süryânice, Yunanca ve Çinçe gibi daha birçok lisan biliyordu. Matematik, Astronomi, Geometri, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık, Tarih, Coğrafya, Filoloji, Etnoloji, Jeoloji, Dinler ve Mezhepler Tarihi gibi 30 kadar ilim dalında çalışmalar yaptı, eserler verdi.

Onun tabiat ilimleriyle yakından ilgilenmesi, Allah'ın kevnî âyetlerini anlamak, kâinatın yapı ve düzeninden Allah'a ulaşmak, Onu yüceltmek gâyesine yönelikti. Eserlerinde çok defa Kur ân âyetlerine başvurur, onların çeşitli ilimler açısından yorumlanmasını amaçlardı. Kurân'ın belâğat ve i'cazına olan hayranlığını her vesileyle dile getirdi. İlmî kaynaklara dayanma, deney ve tecrübeyle ispat etme şartını ilk defa o ileri sürdü.

İbni Sinâ'yla yaptığı karşılıklı yazışmalarındaki ilmî metod ve yorumları, günümüzde yazılmış gibi tazeliğini halen korumaktadır. Tahkîk ve Kanûnı Mes'ûdî adlı eserleriyle trigonometri konusunda bugünkü ilmî seviyeye tâ o günden, ulaştıgı açıkça görülür. Bu eser astronomi alanında zengin ve ciddî bir araştırma âbidesi olarak tarihe mal olmuştur. İlmiyle dine hizmetten mutluluk duymaktadır.

Gazne'de kıbleyi tam olarak tespit etmesi ve kıblenin tayini için geliştirdiği matematik yöntemi dolayısıyla kıyamet günü Rabb'inden sevap ummaktadır. Ayın, güneşin ve dünyanın hareketleri, güneş tutulması anında ulaşan hadiseler üzerine verdiği bilgi ve yaptığı rasatlarda, çağdaş tespitlere uygun neticeler elde etti. Bu çalışmalarıyla yer ölçüsü ilminin temellerini sekiz asır önce attı. Israrlı çabaları sonunda yerin çapını ölçmeyi başardı. Dünyanın çapının ölçülmesiyle ilgili görüşü, günümüz matematik ölçülerine tıpatıp uymaktadır. Avrupa'da buna BÎRÛNI KURALI denmektedir.

Newton ve Fransız Piscard yaptıkları hesaplama sonucu ekvatoru 25.000 mil olarak bulmuşlardır. Halbuki bu ölçüyü Bîrûnî, onlardan tam 700 yıl önce Pakistan'da bulmuştu. O çağda Batılılardan ne kadar da ilerideymişiz.

Biruni, hastalıkları tedavi konusunda değerli bir uzmandı. Yunan ve Hint tıbbını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözünü tedavi etmişti. Otların hangisinin hangi derde deva ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun sınırlarını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir.

Daha o çağda Ümit Burnu'nun varlığından söz etmiş, Kuzey Asya ve Kuzey Avrupa'dan geniş bilgiler vermişti. Christof Coloumb'dan beş asır önce Amerika kıtasından, Japonya'nın varlığından ilk defa sözeden O'dur.

Dünyanın yuvarlak ve dönmekte olduğunu, yerçekimin varlığını Newton'dan asırlarca önce ortaya koydu. Henüz çağımızda sözü edilebilen karaların kuzeye doğru kayma fikrini 9.5 asır önce dile getirdi.

Botanikle ilgilendi, geometriyi botaniğe uyguladı. Bitki ve hayvanlarda üreme konularına eğildi. Kuşlarla ilgili çok orjinal tespitler yaptı. Tarihle ilgilendi. Gazneli Mahmud, Sebüktekin ve Harzem'in tarihlerini yazdı. Bîrûnî, ayrıca dinler tarihi konusuna eğildi, ona birçok yenilik getirdi. Çağından dokuz asır sonra ancak ayrı bir ilim haline gelebilen Mukayeseli Dinler Tarihi, kurucusu sayılan Bîrûnî'ye çok şey borçludur.

Bîrûnî, felsefeyle de ilgilendi. Ama felsefenin dumanlı havasında boğulup kalmadı. Meseleleri doğrudan Allah'a dayandırdı. Tabiat olaylarından sözederken, onlardaki hikmetin sahibini gösterdi. Eşyaya ve cisimlere takılıp kalmadı.

Bîrûnî, Cebir, Geometri ve Cografya konularında bile o konuyla ilgili bir âyet zikretmiş, âyette bahsi geçen konunun yorumlarını yapmış, ilimle dini birleştirmiş, fennî ilimlerle ilahî bilgilere daha iyi nüfuz edileceğini söylemiş, ilim öğrenmekten kastın hakkı ve hakikatı bulmak olduğunu dile getirmiş ve "Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah'a tövbe ederim. Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah'tan yardım dilerim. Bâtıl şeylerden korunmak için de Allah'tan hidayet isterim. İyilik O'nun elindedir!" demiştir.

Eserleri halen Batı bilim dünyasında kaynak eser olarak kullanılmaktadır. Türk Tarih Kurumu 68. sayısını Bîrûnî'ye Armağan adıyla bilginimize tahsis etti. Dünyanın çeşitli ülkelerinde Bîrûnî'yi anmak için sempozyumlar, kongreler düzenlendi, pullar bastırıldı. UNESCO'nun 25 dilde çıkardığı Conrier Dergisi 1974 Haziran sayısını Bîrûnî'ye ayırdı. Kapak fotoğrafının altına, "1000 yıl önce Orta Asya'da yaşayan evrensel dehâ Bîrûnî; Astronom, Tarihçi, Botanikçi, Eczacılık uzmanı Jeolog, Şair, Mütefekkir, Matematikçi, Coğrafyacı ve Hümanist" diye yazılarak tanıtıldı.

"Albert Einstein"


Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden...

Hayat iki şekilde yaşanır: ya hiç mucize yokmuş gibi, ya da herşey birer mucizeymiş gibi...

Algonquian kabilesi


Karanlık gecelerin sabahında doğan güneşle uyandik, durgun göllerde yıkandık, esen yelde yüzümüzü güneşe çevirdik, kurumuş dalları yaktık, ağaçları kesmedik...

Beyaz adamdan farkımız buydu...

Algonquian kabile topluluğu

" Sigmund Freud "


‎"Düşünebilen herkesin insan olması; insan olan herkesin düşünebildiği manasına gelmiyor ne yazık ki.."

" Nasrettin Hoca ile Hiçlik Makamı "


Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:
“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”

Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
...“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: "Hiçlik makamında!”

Ben Olmasaydım


Eğer ben olmasaydım; ceylan aslanı göremeyecekti ve aslana yem olmayacaktı, dedi
aydınlık.

Eğer ben olmasaydım; ceylan aslana görünecekti ve aslana yem olacaktı, dedi
karanlık.

Eğer ben olmasaydım; ceylan aslanın gelişini duyamayacaktı ve aslana yem olacaktı, dedi
ses.

Eğer ben olmasaydım; ceylan ayak seslerini gizleyemeyecekti ve aslana yem olacaktı,diye içinden geçirdi sessizlik.

Bu arada bir aslan, aydınlıkta yakaladığı ceylanı, karanlıkta yiyordu. Ceylan sessizdi, aslan
kükrüyordu...

FIKRA

Kamyon Şoförü Temel

Temel'in kullandığı kamyonun freni patlar.Yokuştan inmeye henüz başlamış olan temelin birşeyler yapması için fazla zamanı yoktur.

Temel sağına bakar kumda oynayan bir çocuk, soluna bakar pazar yeri. Kararını verir ve direksiyonu tek kişi olduğu düşüncesiyle sağa çocuğa kırar.

Tüm radyo ve televizyonlar yayınlarına ara vererek duyururlar haberi; yokuş aşağı inerken freni patlayan kamyonun pazar yerine dalması sonucu yüz kişi ölmüş yüzelli kişi yaralanmıştır.

Röportaja giden gazeteci Temele olayın nasıl gerçekleştiğini sorar

Temel'in cevabı kısadır;

-Herşey çocuğun korkup pazar yerine kaçmasıyla başladı...

Nazım Hikmet


İhtiyarlık, yalnızlık, bir de ben,
Bir de karasevda...
Dördümüz konuşmadan yan yana yürüyoruz.
Her birimiz tek başına yürüyor ama yan yanayız.
Neler vermezdik işitmiyelim diye birbirimizin ayak sesini...

İbni Haldun - (23.04.1330) - (15.07.1405) sosyolog, tarihçi



27 Mayıs 1332 tarihinde Tunus’ta doğdu. Asıl adı Abdurrahman, babasının adı Muhammed’dir. Genellikle dedesi Haldun’un adıyla İbni Haldun (Haldun oğlu) diye tanınmıştır.

Eski ve soylu bir ailenin çocuğudur. İlk öğreniminden sonra aydın bir kişi olan babasının yakın ilgisi sayesinde seçkin hocalardan fıkıh, hadis, tefsir, akaid, mantık, felsefe, matematik, tabiat bilimleri, dil bilimleri, şiir ve edebiyat öğrenimi gördü.

Yirmi yaşındayken, Tunus’un yönetimini elinde bulunduran Beni Hafs hanedanından Sultan Ebu lshak’ın katipliğine getirilmesiyle İbni Haldun’un çalkantılı siyasi hayatı başladı. Bunu, Biskra, Fas, Gırnata, Bicaye, Tlemsen gibi merkezlerdeki benzer görevleri izledi. Bir ara Fas Emin Ebu İnan onu bilim meclisine kabul etti. Bu görevdeyken siyasi bir nedenle hapsedildi. İki yıl sonra yönetime getirilen Ebu Salim onu önce sırkatibi, ardından da «mezalim» dairesi başkanı yaptı.

1362’de İspanya’ya geçerek eski bir dostu olan Gırnata Emiri Ebu Abdullah Muhammed’in hizmetine girdi. Bir yıl sonra emir onu Castilla Kralı Zalim Pedro nezdinde elçi olarak görevlendirdi. Bir süre sonra Gırnata emirinden izin alarak Kuzey Afrika’ya döndü. Bicaye’de, çok istediği haciplik (başvezirlik) makamına kavuştu. Bu arada bir yandan da ilim faaliyetlerini sürdürdü.

1366’daki yönetim değişikliği üzerine görevden ayrılarak kabileler arasında dolaşmaya başladı. Muhtemelen, yazımını tasarladığı Mukaddime için veriler toplamak üzere, bedevi yaşam tarzını inceledi. Bu arada, zaman zaman siyasi nedenlerle güçlükler yaşadı ve sonunda İspanya’ya dönmek zorunda kaldı (1374). Sürtüşmelerle dolu siyasi geçmişi nedeniyle İspanya’dan da çıkarıldı. Yeniden Kuzey Afrika’ya döndüğünde çaresizlik içindeydi. Geçmişte araları pek de iyi gitmeyen Tlemsen Sultanı Ebu Hammu’nun önerisini kabul ederek, kabilelerle onun irtibatını sağladı.

Siyasi çalkantılardan bıkan İbni Haldun, Ebu Hammu’nun iznini alarak İbni Selame denilen bir kaleye yerleşti. Kendisini tümüyle ilmi çalışmalara verdi. Ünlü eseri Mukaddime’yi 1374’te burada tamamladı.

Ardından, dört yıl içinde el-İber adlı yedi ciltlik tarih kitabının müsveddesini hazırladı. Bu son çalışmanın, eskiden incelediği kaynaklarını bir kez daha gözden geçirmek düşüncesiyle 1378’de Tunus’a gitti.

Buradaki çalışmaları sırasında dersler de verdi. Siyasi geçmişi Tunus’ta da kendisini rahat bırakmayınca, 1382’de Mısır’a gitmek zorunda kaldı. Kahire’de, başta Sultan Berkuk olmak üzere, ileri gelenlerin geniş ilgisini gördü. Kahire medresesine müderris olarak atandı. Burada verdiği ilk dersiyle, devlet adamlarının da içinde bulunduğu izleyicilerini adeta büyüledi.

Kadılık görevine getirildi ve bu görevdeki adaleti, yansızlığı ve yürekli tutumu nedeniyle beş kez görevden alındı ve yeniden atandı.

Bu arada Hicaz, Kudüs ve Suriye’ye gitti. Bu son gezisi sırasında, Suriye’yi ele geçiren Timur’la görüştü. İbni Haldun’dan çok etkilenen Timur, onu danışmanları arasına almak istedi. İbni Haldun bu isteği kabul etmedi. Çok sevdiği Kahire’ye döndü. 1406 yılında Kahire’de öldü.


HAKKINDA YAZILANLAR

İBNİ HALDUN KİMDİR?
Ülker Nihal Manaz - Dr Abdullah Manaz

Ünlü İslam Bilgini İbni Haldun, 1332 yılında Tunus'ta doğdu. Geçmişte birçok önemli devlet ve bilim adamı yetiştirmiş bir aileye mensuptu. Babası değerli bir bilim adamıydı. İbni Haldun küçük yaşlarda eğitime başladı ve Kuran-ı Kerim'i ezberledi. 17 yaşında eken babasını kaybetti. İlk bilimsel çalışmalarını hukuk üzerinde yaptı ve bu konuda kendisini iyi yetiştirdi. Daha sonra matematik, edebiyat, mantık, tefsir,hadis ve gramer dallarında öğrenim gördü. Döneminin bilim adamlarından dersler aldı. 20 yaşlarından itibaren devlet idaresinde görevler üstlendi. Tunus emirinin başkatipliğine getirildi. Bu yıllarda, Kuzey Afrika'da bulunan İslam ülkeleri arasında siyasi ve fikri mücadeleler vardı. Nitekim bir süre sonra Tunus Hükümdarı bir savaşta öldürüldü. Onun yerine geçen idareciler ise, İbni Haldun'a karşı cephe aldılar. Bu nedenle İbni Haldun kardeşinin bulunduğu Fas'a geçmek zorunda kaldı. Zamanla burada da siyasi kargaşalar başgösterdi. İbni Haldun bir iddia ile hapse atıldı. Fas Sultanı'nın ölümü üzerine hapisten kurtulan İbni Haldun, bu kez de İspanya'daki Beni Ahmer Devleti'ne geçti. İdarecilerin isteği üzerine, Kastilya Kralı Zalim Pedro'nun yanında elçi olarak görevlendirildi.

Pedro, İbni Haldun'un görüşlerine hayran kalmış ve birçok problemlerin çözümünde Ona danışmıştı. Ülkesinde kalması için büyük vaadlerde bulunuyordu. Buna rağmen İbni Haldun burada da fazla kalmadı, yine Fas'a döndü. Fakat, siyasi kargaşalar sonucu tekrar hapislere düştü. Büyük sıkıntılar çekti. Çeşitli sebeplerle birkaç İslam ülkesini daha gezdi. Bu arada, salgın bir hastalık yüzünden bütün ailesini kaybetmişti. Ayrıca, yerleşme kararı aldığı Mısır'a hanımını, çocuklarını ve mal varlığını getiren gemi batmış, yapayalnız kalmıştı. Bütün bu olaylar hayatının bundan sonraki kısmında İbni Haldun'un yalnızlığa çekilmesine neden oldu. Bir ara Mısır'da hem hakimlik yaptı hem de medresede dersler verdi. Ancak yine Onu kıskananlar ve görüşlerine tahammül edemeyenler ortaya çıktı. Timur ordularının Mısır ordularını yenmesi üzerine İbni Haldun da esir edildi. Bu olay, İbni Haldun'u Timur'un karşısına çıkardı. Timur Onun bilgisine ve zekasına hayran oldu. Onunla sohbetler yaptı. Hatta bu karşılaşmanın Timur'u istila fikrinden vazgeçirdiği söylendi. İbni Haldun, Timur'un parlak vaadlerini bir kenara iterek, tekrar Mısır'a geldi ve tamamen uzlete çekildi.

İbni Haldun, Mısır'da kaldığı bu dönem içerisinde ünlü eseri Mukaddime'yi kaleme aldı. O güne kadar edindiği fikri, siyasi ve ilmi tecrübesiyle adeta muhteşem denilebilecek bir eser vücuda getirdi. Bu eserinin birinci cildinde; önce tarihi olayları yani geçmişi gözler önüne serdi. İkinci cildinde; sosyal olayları tahlil etti ve İslam toplumunun güncel problemlerini ortaya koydu. Üçüncü cildinde ise; geleceğe ışık tutacak önemli tespitlerde bulundu ve metodlar belirledi. Eserinde daima objektif, realist ve tecrübeci bir hareket tarzını benimsedi. Coğrafi şartlarla sosyal hayatın ilişkisini, cemiyet şekillerini, Din ve Devlet hayatının sınırlarını, şehir ve köy ilişkisini, iktisadi hayatı, bilgi nazariyesini, ilimlerin tasnifini ve edebiyat meselelerini ele aldı. Genel Dünya tarihine yer verirken, özellikle Türk tarihine geniş bir bölüm ayırdı. Bu bölümde : "Bu Türklerin dünyadaki milletlerin en büyüğü olduğunu ve beşer cinsleri arasından onlardan başka ayrıca büyük bir cinsin bulunmadığını bil" diyerek okuyucunun dikkatini çekiyordu.

İslam bilimlerinin bütün dallarından, tabii ve sosyal bilimlere kadar, çağına ulaşan her konuda önemli tahlillerde bulunmuştu. Bu nedenle, Tarih Felsefesi'nin ve İktisat Bilimi'nin kurucusu olarak kabul edildi. Ayrıca insanlık tarihinin ilk toplum bilimcisi ve sosyoloğu olma özelliğini kazandı. Sosyoloji ilminin birçok temel prensiplerini Batılı bilim adamlarından yüzlerce yıl önce ortaya koydu. Tarih, siyaset teorisi ve sosyal psikoloji alanlarında İtalyan Makyavelli'ye; Sosyal düzenin genel esaslarında Montesqu'ya; Tarih Felsefesi sahasında Rosseu ve Ouguste Comte'ye; Devletlerin çöküşü ilkesinde İngiliz Tarihçisi Gibban'a; Pedagoji dalında ise William James ve Spencer'e ışık tutan metodlar belirledi.

İbni Haldun, devlet hayatıyla dini hayatın sınırlarını ortaya koyarken, bir çeşit Laik Devlet sistemini savunmuştu. 1406 yılında ölen İbni Haldun'un temel gayesi; İslam Medeniyetinin tarihi ve sosyolojik problemlerine ışık tutmak ve İslam kültürüne yeni bir canlılık kazandırmaktı.

İBN HALDUN'A GÖRE DEVLETLERİN YIKILIŞ SEBEPLERİ

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; İbni Haldun'un bu alanda kullandığı temel kavram olan Umran terimi, çeşitli Batılı kaynaklarda bazen Medeniyet bazen de Kültür olarak geçmektedir. Kavram kargaşasına yol açmamak için önce bu kavramı izah etmek gerekir. İbni Haldun Umran terimini, toplumsal hayat ve örgütlenmenin iki aşaması olarak gördüğü Kırsal ve Kentsel hayat için genel olarak kullandığı zaman Kültür, Kent Ümranı şeklinde kullandığında ise Medeniyet anlamı taşımaktadır.

Bütün insan toplulukları Kırsal kültürden Kent kültürüne doğru bir gelişme gösterirler. Kırsal Kültür, kendi içinde 3 alt aşamada oluşur. İlk aşama, insani toplumsal hayat ve örgütlenmenin en ilkel biçimidir, göçebelik ve hayvancılığa dayanır. İkinci aşama, hayvancılık alanının çeşitlendiği yine göçebelik toplumudur. Üçüncü son aşama ise, küçük yerleşim birimlerinde (köy veya kasaba) sebze ve tahıl tarımının yapıldığı yerleşik hayatın oluştuğu dönemdir.

İbni Haldun'a göre; daha kalabalık halk topluluklarını bir arada toplayan kent hayatı medeniyetin ilk aşamasıdır. Burada hayvancılık ve tarımın yerini Sanayi ve Ticaret almıştır. Esasen, Kırsal alandaki üretim artışı, yeni ihtiyaçların belirmesine ve üretimin pazarlanması ihtiyacına yol açtığı için Kent hayatını ortaya çıkarmıştır. Kent hayatının sürekliliği ve varlığı için, insanların bir araya gelip üretim ve pazarlamada işbirliği yapmaya karar vermesi yeterli değildir. Bunları bir arada tutacak, birbirlerine zarar vermelerini önleyecek bir Egemenlik ve Siyasi Varlık yani Devlet olmak zorundadır. İbni Haldun'a göre; şehirleşme devleti değil, devlet şehirleşmeyi yaratır. Devlet olmadığı sürece Kentleşme de olmaz. Devletin varlığı ile Kent hayatı özdeşleşir. Kent hayatında ekonomik faaliyetlerin bozulması ile devletin çözülmesi birbiriyle doğrudan ilişkilidir. Her türlü ekonomik faaliyetin hedefi kazanç elde etmektir. Devletin ekonomik hayata adaletsiz müdahalesi, yüksek vergilerle kazancını artırmaya çalışması, mal ve paraya istediği gibi egemen olması, ekonomik hayatı felce uğratır.

İbni Haldun, siyasi bir egemenliğin oluşması, gelişmesi ve çözülmesi sürecinde Siyasi Lider veya liderlerden ziyade grubunun önemli olduğuna inanır. Siyasi bir liderin kişisel özellikleri ne kadar gelişmiş olursa olsun ekibini oluşturamadığı sürece kesin olarak başarıya ulaşamaz. Aynı şekilde, devletlerin çözülme sebeplerini Yönetenlerin kişisel kusurlarında aramak da yanlıştır. Bu görüşüyle İbni Haldun'a göre Devlet -siyasi- bir Hanedan niteliğindedir. Bir devletin ortaya çıkması, gelişmesi ve en yüksek noktaya ulaştıktan sonra çözülmesiyle bir siyasi hanedanın ortaya çıkması, gelişmesi, yükselmesi ve çözülmesi arasında sıkı bir paralellik kurar. Her devlete ortalama olarak 120 - 130 yıllık bir ömür tanır. Her devlet genel olarak 5 temel aşamadan geçer.
Kuruluş Devresi: Her türlü karşı koymanın bastırıldığı, daha önce onu elinde tutan hanedandan zorla alınması devresidir. Ele geçiren grupta canlılık ve etkinlik en üst düzeydedir. Henüz geleneksel alışkanlıklarını yitirmemiş, mütevazi ve kanaatkardır. Siyasi lider henüz kendisini vatandaşlarından ayrı tutmaz.

Otorite Devresi: İktidarı elinde tutan lider kendi grubu üzerinde otoritesini tesis eder, mülkü ve nimetlerini kendisi için istemeye başlar. Grupta rakip olacak ileri gelenler yönetimden uzaklaştırılır, kendine bağlı itaatkar kişiler yönetime gelir.

Rahatlık Devresi: İktidarın meyveleri toplanır, servet genişletilir, şan ve şöhret ön plana geçer, kendini ölümsüzleştirecek eserler meydana getirilir. Siyasi liderin hem kendi grubunu hem de diğer grupları tam egemenlik altına aldığı dönemdir. Güçlü ordu, iyi çalışan sivil bürokrasi ve düzenli toplanan vergiler vardır.

Taklit Devresi: Siyasi iktidar, atalarının bıraktıklarını yeterli görmeye başlar. En doğru yolun kendisine miras bırakılan yolu takip etmek olduğuna inanır. Taklitçilik ve gelenekçilik, yenileşmenin önünü tıkar.

Savurganlık Devresi: Siyasi iktidar, atalarından kalan mirası arzu ve hevesine göre israf etmeye ve savurganlık yapmaya başlar. Devlet yönetimine ehliyetsiz kişiler geçirilir. Devletin çözülme ve yıkılma süreci başlar. Ordusunu, memurunu besleyemez ve giderlerini karşılayamaz hale gelir ve yıkılır.

İbni Haldun, devletin çözülmesinde dış faktörlerden ziyade iç etkenlerin öncelik taşıdığını kabul eder. Bununla birlikte devletin tümüyle ortadan kalkışı bir dış saldırıyla gerçekleşir. Devletin yıkılışındaki en temel sebepleri; Lider, Ekonomi ve Ahlak olmak üzere 3 temel başlık altında ifade eder.

Lider; devletin kurulma saflasında grubuyla ahlaki bir otorite ilişkisi içindedir. Zamanla otoritesini paylaşmak istemez. Liderin kibir, bencillik ve başkalarına hakim olma duygusu öne geçer. Ona göre siyasetin kendisi de Tek Bir Hakim olmayı gerektirir.

Ekonomi; güç olarak iki temele dayanır : Asker ve Para. Devletin kuruluş safhasında fazla paraya ihtiyaç olmaz. Devlet büyüyüp geliştikçe yeni ihtiyaçlar paraya olan ihtiyacı da ortaya çıkarır. Koruyucu sınıfı ile yönetim arasında ücretlerin ve ihtiyaçların karşılanmasına paralel bir hoşnutluk ilkesi vardır. Yönetimin tek para kaynagı vergilerdir. Vergilerin akması içinse sağlam ve gelişen bir ekonomik yapı gerekir. İbni Haldun, ekonominin kendine has kanunları olduğunu belirtir ve herhangi bir zorlama ekonomik hayatı alt-üst eder. Ekonomik gelişmenin bir üst sınırı vardır ve ondan sonra duraklama ve gerileme başlar. Tahrik edilen insani ihtiyaçların artma hızı, bunları karşılayacak kazanç ve gelirlerin artış hızından fazla olduğu için bir noktada yetersizlik başlar. Bu noktada Devlet, ya giderlerini kısmak ya da gelirlerini artırmak şeklinde iki yoldan birini kullanmak durumundadır. Ne yazık ki bu noktadan sonra bu iki yol da başarıya ulaşamaz. Rahatlığa alışmış olanlar kemer sıkamazlar. Devlet gelirleri artırmak için ya varolan vergileri artırır ya da yeni vergiler koymak isteyebilir. Oysa Vergi ile Kazanç arasında tecavüz edilmemesi gereken sınır aşılırsa teşebbüs arzusu zayıflar. Vergide de gelir sağlayamayan Devlet, bu defa ekonomik hayata girmek ister. Üreticilerden mallarını değerlerinin altında almaya, tüketiciye fahiş karla satmaya çalışır. Bunun sonucu üretici üretimden, tüccar ticaretten vazgeçer. Tüketiciler şehirden kaçış yolları arar. Devlet bunun da fayda etmediğini görünce, önce yakınındaki varlıklı kişilerden başlayarak herkesin malına ve mülküne el koyar. Bu da vatandaşların yönetimden yüz çevirmesine, dış güçlerle ittifak yapılmasına, ekonomik hayatın durmasına ve devletin ortadan kalkmasına yol açar.

Ahlak; ilkesinin uygarlığın -ilimlerin, sanatların, şehir hayatının, zenginliğin, konforun, ince alışkanlıkların- gelişmesine paralel olarak bozulup bozulmadığı tarih boyunca tartışma konusu olmuştur. Eski Atina'dan başlayarak Rönesans'a kadar pek çok düşünür, ahlaki yozlaşmanın bir devletin çöküşünde önemli bir etken olduğunu savunur. Berkeley; "Büyük Britanya'nın çöküşünü önlemek üzerine yazdığı düşüncelerinde, İngiliz halkının madddi heveslerinin artışından ve ahlaki niteliklerini kaybedişinden önemle bahseder. Kurtulmak için Hristiyan ahlakının ilkelerinin yeniden saygınlığa kavuşturulması gerektiğini belirtir." Aynı şekilde Fransa'da J.J. Rousseau; "Uygarlığın gelişmesinin ahlakın bozulmasına yol açtığını" savunur. Spengler; "Batının çöküşünü konu ettiği eserinde gelişmeyle birlikte ahlaki değer ve kurumların yozlaşmasından" söz eder. Örneğin; Yürek dili yerine, ilmi dinsizlik; Saygı ve gelenek yerine, soğuk olgusallık; Halk yerine, kitlesellik; Gerçek ve canlı değerler yerine, para ve soyut değerler; Devlet ve Toplum yerine, milletlerarası toplum değerleri hakim olur. İnsanlar; kanaatkar, dayanıklı, kendine güvenen, cesur, yardımserver, namuslu, dindar olmak yerine, haris, mağrur, korkak, tembel, bencil, müsrif, rahatına düşkün, dini değerlere lakayt hale gelirler. Doymak bilmeyen ihtiyaçlarını meşru yollardan tatmin edemeyenler, gayrı meşru yolları zorlar ve ahlaki değerleri yıkarlar.

Çözülme sürecinde devlet bütün vatandaşlarına karşı adil değildir. Halk bireyselleşmiş, gayrı meşru ilişkiler yaygınlaşmış, din ve ahlak duyguları zayıflamıştır.

26 Haziran 2011 Pazar

BULUT MU OLSAM



Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi

içinde sarı balık

dibinde mavi yosun

kıyıda bir çıplak adam

durmuş düşünür.



Bulut mu olsam,

gemi mi yoksa?

Balık mı olsam,

yosun mu yoksa?..

Ne o, ne o, ne o.

Deniz olunmalı, oğlum,

bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
 Nazım Hikmet Ran

24 Haziran 2011 Cuma

İNSANI İNSAN YAPAN!



GÜLMEK
“Saftır” denme riskini göze almaktır.

AĞLAMAK ise,
“Duygusal” görünme ris...kini,

AŞIK OLMAK
'Karşılık görememe' riskini göze almaktır.

SEVMEK ise,
'Terk edilme' riskini..

DÜŞÜNCELERİNİ SÖYLEMEK
“Dokuz köyden kovulmak ” riskini göze almaktır.

HAYALETMEK
'' Hayal kırıklığına '' uğrama riskini..

DOĞMAK
'' Zorlu bir yaşam koşusu'' riskini göze almaktır.

YAŞAMAK ise,
“ Ölme “ riskini..

Ama riskler ALINMALIDIR.
Çünkü, hayatımızın en büyük riski; HİÇ RİSK ALMAMAKTIR.

Hiçbir risk alamayan kişi, belli korkulardan, üzüntülerden kaçabilir
Ama HİÇBİR ŞEY HİSSEDEMEZ,ÖĞRENEMEZ,DEĞİŞEMEZ VE DEĞİŞTİREMEZ.

Bir düşünürün söylediği gibi,
'' BİRGÜN HERKES ÖLÜR, AMA HERKES GERÇEKTEN YAŞAMAZ.''

“GARANTİ ” arayışlarına zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,
“KAZANDIKLARI '' nın bedelini, İNSANLIĞINI, ÖZGÜRLÜĞÜNÜ, KİŞİLİĞİNİ, ŞEREFİNİ KAYBEDEREK ÖDER..

'' ŞEREFLE '' Bitirilmesi gereken,
En asil görev hayattır.

Bir lokma '' EKMEK '' için, Şerefini çiğnetmeye,
Bir '' ANLIK '' eğlence için, Servetini tüketmeye...

Bir zamanlık '' MEVKİİ '' için, el ayak öpmeye,
Günlük '' MENFAATLER '' için, Onurunu terk etmek
TÜM İNSANLARA düşman Olmaya değmez bu hayat

Kızılderili Atasözü


Bildiklerini anlat, ama akıl vermeye kalkma;
Anlatılanları iyi dinle, ama hepsini doğru sanma;
Sessiz kalmak bir şey bilmediğin anlamına gelmez;
Çok konuşmakta çok şey bildiğini göstermez;
Herkesi kendine eşit gör, her kim olursa olsun
...bir insanı küçümsemek akılsızlık,
Çok büyük görmekte korkaklıktır.
Cesaret akıldan gelirse cesarettir,
Bilgisizlikten gelirse cehalettir...

22 Haziran 2011 Çarşamba

Omuzlaşmalar ve Büyüyen Tehlike



Kocaeli Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrenimi gören İrem Pehlivan ile annesi, üç gün önce Kadıköy Altıyol’da bir pasajda alışveriş yapıyormuş…

Merdivenlerde türbanlı Filiz Bucak ve çarşaflı kardeşi Derya Duman ile karşı karşı karşıya gelmişler…Kız, üniversiteli genç kıza çarpmış (iddiaya göre omuz atmış) ve hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmiş…

Bunun üzerine üniversiteli kızın annesi kızmış ve söylenmiş:
“İnsan en azından bir pardon der…”
Bu sözleri duyan türbanlı kız dönmüş ve “Kızının şu kıyafetine bir bak… Siz kime çirkeflik yapıyorsunuz” diye bağırmış…

Üniversiteli kız, “Kıyafetimde ne var” diye çıkışmış…

Aldığı yanıt, “Yüzde 50 oy aldık. Defolun gidin bu ülkeden. Amerika’da yaşayın” olmuş…

Üniversiteli kız da onlara, “Asıl siz Suriye’ye gidin” diye karşılık vermiş…

Sözlü sataşma bitmiş, üniversiteli kız annesiyle birlikte yollarına devam etmiş…

Ama türbanlı kızla çarşaflı kardeşi yetişip, anne-kızı sokak ortasında dövmeye başlamış…

Sonuçta birbirini hiç tanımayan dört kadın önce karakolluk, sonra mahkemelik olmuş…

***

Son aylarda caddelerde, sokaklarda, işyerlerinde, alışveriş merkezlerinde, sinemalarda her gün buna benzer olaylar meydana geliyor… Tanık olduğum ya da güvenilir kaynaklardan duyduğum iki örneği daha anlatayım:

***

Nişanlı bir çift, başlarını sokacak bir ev arıyormuş… Ama bütçeleri son derece kısıtlıymış… Bu yüzden, İstanbul’un yeni ilçelerinden Sancaktepe’nin kendilerine daha uygun olacağını düşünmüşler… Hem işyerleri de bu semte çok yakınmış…

Bir arkadaşları kendilerini bir emlakçıya yöndermiş… “Bana bir ev gösterdiler, 800 lira… Bize küçük geldi, tutmadık… Ama tam size göre… Mutlaka görün!”

Genç çift hemen arkadaşlarının kendilerine tarif ettiği emlakçıya gitmiş… Kızın üzerinde dar bir kot pantolon varmış…

Masadaki emlakçı ayağa bile kalkmamış, evi gösterme konusunda gönülsüz davranmış ve konuşma boyunca kızı bakışlarıyla taciz etmiş… Aldırmamış genç nişanlılar; ille de evi görmek istediklerini söylemişler… Adam oflaya puflaya ayağa kalmış ve “Götürürüm ama evin kirası 1.500 lira… Haberiniz olsun” demiş… Delikanlı anlayamamış ve sormuş, “Ama bizi buraya gönderen arkadaşımız da aynı daireyi görmüş, ona 800 lira olduğunu söylemişsiniz” deyince emlakçı bakışlarını kaçırmış ve “O fiyat bizim gibiler için geçerli… Size değil” diye kestirip atmış…

Söz tartışmaya dönünce emlakçı, “Mal benim değil mi kardeşim. İstediğime bedava veririm, istediğime vermem, defolun gidin” diye üzerlerine yürümüş…

***

Şimdi de tam tersi bir öykü var sırada… Üstelik bu öyküye gözleriyle tanıklık eden, benim ailemden biri:

Seçimlerden birkaç gün önce lüks semtlerden birindeki bir Tekel bayiine türbanlı üç genç kız girmiş… İçlerinden biri elindeki parti broşürünü tezgaha bırakıp, dükkân sahibine, “Affedersiniz, burada en yakın BİM nerede var” diye sormuş…

Dükkân sahibi beş-altı sokak ötede bir yeri tarif etmiş ve kızları yollamış. Kızlar gidince, konuşmalara tanıklık eden yakınım merak etmiş:

“Tarif ettiğiniz yerde öyle bir mağaza yok ki, bu sıcakta o kıyafetlerle boşuna terleyecekler… Neden böyle bir şey yaptınız?”

Adam önce tezgahtaki broşürü buruşturup çöpe atmış, sonra da eliyle “Boş ver” işareti yapıp yanıt vermiş:
“Yürüsünler, yorulsunlar da milletin kafasını az zehirlesinler diye yaptım.”

***

Birbirlerini hiç tanımayan, belki de hayatta ilk kez karşı karşıya gelen insanların; sırf kıyafetleri yüzünden kanlı bıçaklı olması, düşmanca davranması, ortak geleceğimiz için son derece önemli…

Anlattığım örnekler, yıllardır kutuplaşan kesimlerin artık çatışma noktasına geldiklerini kanıtlıyor…

Bana göre bu çatışmanın bir numaralı sorumlusu da, oy uğruna onu körükleyen siyasetçiler…

Şimdi görev yine onlara düşüyor: Bakalım; bu ateşi nasıl söndürecekler…

*****

HAYAL!

İktidar partisi, oylarını artırmak için seçime 10 gün kala 15 bin öğretmeni kadroya alacağına söz vermişti…

Seçimden sonraki ilk açıklamada, atama sözü verilen öğretmenlerden sadece 6 bin 575’inin atamalarının gerçekleştirileceği söylenmiş…

Bazı internet siteleri bu haberi, AKP’nin seçim sloganı “Hayaldi gerçek oldu”dan esinlenerek, “Vaatti hayal oldu” başlığıyla vermiş…

***

Atanamayan öğretmenler üzülmesin; nasıl olsa bu ülkede yılda bir seçim ya da referandum oluyor…
Bu seçimde olmadıysa, nasipse gelecek seçime…
Yeter ki onlar oylarını
esirgemesinler!

Mustafa Mutlu/Vatan

Herman Hesse


Bazen olmak istediğimiz yer ile olduğumuz yer arasındaki fark gözlerimizin içine baka baka sıkar boğazımızı. Buna acımasız gerçek diyoruz.

21 Haziran 2011 Salı

KORKU

Duvarları yıkarak aşmaya,
Yol yapsak denize, ardına ulaşmaya,
Yel ile uçsak menzillerce,
Varıp sorsak sonrası ne?
Düşünse; ne olacaksa olur desek,
Korkarım yıkılamayan duvar sur,
Yol vermez deniz bizde kusur,
Yelse hayatı sürükler durur,
Bunun için mi yaşamak,
Geçmiş, geçmiş işte her nasılsa,
Beni gelecek korkutur.

                 Tahir ÖZCAN

ÇERKES

Masal dağlarının gerçek üstü halkından,
sert iklimin keskin bakışlı,
ince belli, uzun boylu efendisi.

CUBAN  boyundan, NARTH ların soyundan,
asimile muhacirlerin kuzeylisi,
artık anlatılmıyor ŞAMİL'in efsanesi.

İşgale karşı direnişin sesiydik,
yüz elli yılı aştı tekrar geldik,
HATT(İ)A Anadolunun yerlisiydik.


Asaletin aslına münhasırdır.
kurtuluşuna kanınla gark olduğun ülkende,
Atanı ve benliğini unutma.

Kaybolmuş halklar tarihinde,
dağların gibi ardındaki kimliğinde yok olmasın,
 ÇERKES adı ansiklopedilerde kalmasın.

                                Tahir ÖZCAN

20 Haziran 2011 Pazartesi

ANA DİLDE EĞİTİM ÜZERİNE

Yeni anayasanın kürt kardeşlerimiz açısından en hassas bölümü ana dilde eğitim olacak gibi . Ana dilde eğitimin hakları olduğunda ısrarlılar ve vazgeçecek gibi görünmüyorlar.

Hakları olanı savunuyorlar denilebilir ilk bakışta.Niçin insanlar ilk öğrendikleri dilde eğitim alamasın ki. Bende farklı etnik kökenden gelen bir türk vatandaşıyım. İtiraf edeyim etnik dilimi bilmiyorum. Dünyadaki asimile olmuş birçok insan yada dili kaybolmuş bir çok etnik milliyet mensubu gibi. Benim de dilim 20. yy.da yok olmuş dillerden. Bu dili konuşabilen son insan kısa süre önce bu dünyadan ayrıldı. Bunun suçlusu kim olabilir.Bizler bu ülkenin vatandaşlarıyız ancak ana vatanımız dediğimiz geldiğimiz topraklar anadoluya uzanmıyor. İşin püf noktası da burada. Almanya ya gurbete gitmiş vatandaşlarımızın orada dünyaya gelmiş çocukları gibi. Oysa kürt kardeşlerimizin her daim yaşadığı coğrafya aynı.Bir kısmı Anadoluyu içeren coğrafya da mensubu oldukları devletler farklı .Yüz yıllar boyunca da çok çeşitli olmuş. Bunca devlet gelip geçmiş kültürlerini ve onun bir parçasını oluşturan dillerini (zaman içerisinde değişimler geçirmiş olması doğaldır) büyük oranda kaybetmemişler. Bundan sonra da kaybetmek istemiyorlar. Buraya kadar haklılar.

Devlet olmanın olmazsa olmazıdır ortak dil,ortak vatan toprağı, ortak sosyal yaşam paylaşımı. Ulusal paydası nedir Türkiye nin? Sınırları, dili, yönetim biçimiyle bir anda sayılamayacak kadar etnik topluluğun ortaklığı değil mi?Dini bilerek katmıyorum. Adı ana dil olan lisan anadan öğrenilmiyor mu? Ailede konuşulmuyor mu? Bu ülkede bu yasak mı? Nedir problem. ABD deki bir vatandaşın hispanik veya doğu asyalı olması resmi dil olan ingilizceyi reddetmesini mi gerektiriyor.

Kendimizi kandırmayalım. İyi niyet sahibi barışsever insanları da. Anadilde eğitim ile ana dil öğretimi farklı şeyler.
Bu ülkenin adı Kürdiye "kürdistan'' değil. Gürcistan, Çerkesya, Abhazya, Ermenistan, Bosna Hersek,Makedonya,Arnavutluk,Azerbaycan da değil Türkiye Cumhuriyeti. Bu saydığımız farklı etnik kökenden vatandaşımızın hiçbirinin amacı bu topraklarda ayrı bir devlet kurup bağımsızlık ilan etmek de değil.En azından benim gözlemimin vardığı sonuç bu. Şimdi tekrar soruna dönelim. Ana dilde eğitim. Tek bir resmi dile itirazın sebebi ne olabilir.

Ana dilini öğrenememiş, hem anadan hem babadan aynı etnik kimliği taşıyan biri olarak söyleyeceğim çok şey var. Ancak ilk söylenmesi gerekenle yazımı bitirmek istiyorum. Ancak niyet iyi olursa sonuç iyi olur.

                                                                           Tahir ÖZCAN

yeni anayasayı beklerken

Anayasası İnsanın 

Ustamız Eluard’ın izinden 

Kan yasası bu insanın: 
Üzümden şarap yapacaksın 
Çakmak taşından ateş 
Ve öpücüklerden insan! 
Can yasası bu insanın: 
Savaşlara yoksulluklara 
Ve binbir belaya karşın 
İlle de yaşayacaksın! 
Us yasası bu insanın: 
Suyu şavka döndürüp 
Düşü gerçeğe çevirip 
Düşmanı dost kılacaksın! 
Anayasası bu insanın 
Emekleyen çocuktan 
Uzayda koşana dek 
Yürürlükte her zaman 

Can Yücel

Cihat İçin Cahit



Cahit ki bu hasta düzende sağlıklı bir kanserdi
Cahit ki haksızlığa karşı üreyen höcrelerdi.
Yorgun develer gibi çöktüğü Dormen şölenlerinde bile
`Siz paranızı, ben kendi kendimi yerim,` derdi.

Cahit zaten azalarak yaşayanlardan değil 
Çoğalarak ölenlerdendi 

Can Yücel

DELEUZE'den


İnsan bedeninin her organı makinedir; yeme-makinesi, anal-makine, konuşma-makinesi, nefes alma makinesi; "her organ makine için bir enerji-makinesi: her zaman akımlar ve kesintiler... bunlar metafor değildir gerçektir.... Her kuvvet başka kuvvetlerle ilişkilidir ve ona uyar ya da emir verir. Bedeni tanımlayansa baskılayan ve baskılanan kuvvetlerin bu ilişkisidir...

'-MIŞ GİBİ'


Yüzey iki yüzlülüğün simgesidir. Bir yüzü diğer yüzüne direnir. Yüzlerinden sadece biriyle karşılaşmak ise bedenin fiziki varlığının mecburiyetidir. Yüzyüze kaldığı 'an' beden, varlığını yüzeye baskın kılmak ister. Onu salt nesne olmanın ötesinde kendinin tamamlayıcısı olarak görür. Yüzeyin mekansal bir düzlem olması ise bu noktada tariflenir. Tarifi yapılan şey ise aslında bedenin kendine kurduğu bir düzenektir. Mekan, bu tariflenme ile kendisini bedenle ilişkisi üzerinden gerçek kılar. Potansiyellerinin meydana çıkışına dair yapılan her hamlede başka bir gerçeklikle karşılaşmak mümkündür ve hamleler tarifin nasıl  olması gerektiğine karar verir. Bedenin mevcut varlığının yüzeydeki baskısı, nesnenin iki durumu olarak, yani  opaklık ve şeffaflık arasında varyasyonların tercihi şeklinde kendini gösterir. Her hamlede, durumlardan biri, kendini vareder. Burada deneyimin çoğulluğuna ait ortamı hazırlayan beden, yüzeyde oluşabilecek tek bir durumun yaratacağı olasılıklar üzerinden zihinsel etkinliğini zengin kılacaktır. Opaklığa ters düşen bir hamle diğer yüzün maruz kaldığı atmosferi farketmeyi sağlayabilir. Fiziki varlığını şeffaflığa teslim ederek yüzeyin  'yok' muş gibi davranmasını istemek te bu düzeneğin tercihi olacaktır.
 Yüzey, opaklığının bünyesinde şeffaflığın görüntüsüne imkan verdiği zaman ise aynı zaman diliminde ve tek bir yüzde, bedene oyun oynamaya başlar. Bünyesine teknolojiyi giydirmek ise son zamanlardaki en moda oyunudur. Zihinsel etkinliğini tekinsiz bırakarak bedenin baskın yönünü, bu oyunda tehlikeye sokar. Yüzey artık sonsuz düzlemleri seyirlik kılmaya başlamıştır ve bu seyir esnasında hangi yüzle karşı karşıya kaldığını algılamayı zorlaştırır. Tariflenen mekan bedenin oluşturduğu düzenek değildir artık! Yüzeyin bu oyununda beden, fiziki varlığını kaybetmeye başlar. Gerçekmiş gibi davranan yüzeylerin arasında mekanını tarifleyememektedir. Opaklığın keskinliği yada şeffaflığın geçirgenliği gibi tercihler belirsizleşmektedir. Nesnenin bünyesini özelleştirmesini ve deneyimi zenginleştirmesini sağlayan bu tercihler bedene rağmen önemini yitirir.
Burada söz konusu durum, yüzeyin mevcudiyetini sorgulamak gereğini hissettirir. O artık tarifli bir nesne olmaktan çıkar. Fiziki mevcudiyetindeki düzenekler başka ortamlarla ilişki sağlamaya yarayan araçlarmış gibi davranır. Bu moda oyunun adı ise '-mış gibi' olmaktadır. Yüzey, '-mış gibi' oyununda fiziki masif bir düzlem olmaktan öte gidemez. Beden ise yüzeyden daha fazlasını istemez. Bedenin hangi yüze baskın davrandığının önemini yitirmesi ile alakalı olarak diğer yüzü ile arasındaki çekişmeli durum da ortadan kalkmıştır. O artık bedeni siberuzayda bir ortama taşımakla yükümlüdür. Beden bu yeni oyunda önceden karşı karşıya kaldığı tek yüzeyden sonsuz yüzeyler bileşkesine geç'miş gibi' hissedecektir. Buradaki sonsuzluğun deneyimleri daha zenginleştir'miş gibi' görünmesi, zihinsel olarak yer değiştir'miş gibi' düşünmesine yol açar. Fiziki bünyesinden bağımsız karakterler yaratarak oynadığı bu yeni oyunda nasıl varolacağı sadece arzularına bağlıdır ve arzuladığı beden(ler)'miş gibi' olabilmesi tatmin eder. Fiziki ortamını önemsememekle beraber siberuzaydaki ortamında yine arzularına göre seçilmiş yüzeylerin görüntülerinden oluşan zihinsel bir mekan edinmesi de mümkündür.
Mevcudiyetini bu haliyle var etmeye çalışan beden, yüzeyin bu oyundaki rolüne yenik düşer. Nedeni ise oyunun tarifleyici yönüdür. Bedene nasıl oynaması gerektiğine dair komutlar verir. Bedenin mekansal düzeneği kendi kontrolündey'miş gibi' gözüksede zihnin bu ortamdaki mekanı aslında oyunun sunduğu mekan olmaya başlar. Bu durumda beden de tariflenmiş olur. Beden öznel yapısını böylece kalıplaştırmaya başlar. Tipik bir oyuncu rolünden öteye gidemez. Kontrolü onu tarifleyen ortama bırakmıştır. Deneyimleri ancak oyunun olasılıkları ile sınırlıdır. En kritik nokta ise yüzey ve beden arasında oluşacak fiziki temas halinde ayılmakla gerçekleşir. Bu ayılma da farkına varılan şey '-miş gibi' davranan ortamların aslında olmadığıdır.


                                          GÜLHİS DUYGUN

fikir sahibi

'İyi bir fikre sahip olmanın en iyi yolu,birçok fikre sahip olmaktır..Aylarca düşünür de düşünürüm..Doksan dokuz defasında yanlış sonuca varırırım..Yüzüncüsünde haklıyımdır..'A.Einstein

10 Wonders of the New China

10 Wonders of the New China It's a hotbed of innovative architecture, from diaphanous theaters to buildings heated and cooled by water


Wonders Of The New ChinaChina 's current building boom is doing more than sucking up the world's supply of steel -- it's creating a stage for some of today's boldest architecture and engineering. Take a tour of the 10 of the most intriguing examples.

1. The Commune, Beijing First phase completed 2002, expansion scheduled for completion in 2010



The Commune - BeijingChina 's current building boom is doing more than sucking up the world's supply of steel -- it's creating a stage for some of today's boldest architecture and engineering. Take a tour of the 10 of the most intriguing examples.

Even if the Commune didn't sit beside that wonder of the ancient world, the Great Wall of China , it would still qualify as a wonder. The complex includes houses by 12 of Asia 's leading architects. It was conceived by married real-estate developers Zhang Xin and Pan Shiyi, who gave each architect a $1 million budget. Shigeru Ban, the Japanese architect most famous for the paper houses he designed for refugees of the Kobe earthquake, designed the Furniture House, featuring the laminated plywood typically used for modular furniture, and China's Yung Ho Chang created the Split House, which takes the idea of a boxy dwelling, slices it in half, and spreads it out like a fan.
The Commune is now operated as a boutique hotel by the Germany luxury hotel group Kempinski, which is responsible for an upcoming expansion, which will feature 21 homes (including replications of the originals). One element will remain untouched in the new development: the Commune's private pedestrian trails, which trace untouched sections of the Great Wall.


2. Beijing International Airport , Beijing Foster & Partners. Under construction, to be completed in late 2007


Beijing Interneational Airport
According to the U.S. Embassy to China, the country will be building 108 new airports between 2004 and 2009 -- including what will be the world's largest: the Beijing International Airport, designed by Foster & Partners. Set to open at the end of 2007, in time for the Beijing Olympics in 2008, the airport terminal will cover more than 1 million square meters, giving it a bigger footprint than the Pentagon.
It's designed to handle 43 million passengers a year initially and 55 million by 2015, figures that will probably push the new facility into the ranks of the top 10 busiest airports, going by the 2004 numbers from the Airports Council International. Given the scale and traffic, Foster & Partners focused on the traveler's experience, making sure that walking distances are short, for instance.
Building on Foster's experience designing Hong Kong 's new mega-airport, the massive Chek Lap Kok, the sprawling Beijing terminal is housed under a single roof. To help passengers distinguish between different sections of the vast space, skylights cast different shades of yellow and red light across walls -- a subtle but innovative navigational aid. The architects also kept sustainability in mind: An environmental-control system reduces carbon emissions, and skylights situated on a south-east axis lessen solar heat, keeping the building cool.
3. Shanghai World Financial Center, Shanghai Kohn Pedersen Fox Architects. Under construction, completion scheduled for 2008
National Swimming Center - Beijing Rising in the Lujiazhui financial district in Pudong, the Shanghai World Financial Center is a tower among towers. The elegant 101-story skyscraper will be (for a moment, at least) the world's tallest when completed in early 2008.
One of the biggest challenges of building tall is creating a structure that can withstand high winds. The architects devised an innovation solution to alleviate wind pressure by adding a rectangular cut-out at the building's apex. Not only does the open area help reduce the building's sway but it also will be home to the world's highest outdoor observation deck -- a 100th-floor vista that will take vertigo to new heights.
4. National Swimming Center , Beijing PTW and Ove Arup. Under construction, completion scheduled for 2008
National Swimming Center - BeijingThe striking exterior of the National Swimming Center , being constructed for the 2008 Olympic Games and nicknamed, the "Water Cube," is made from panels of a lightweight form of Teflon that transforms the building into an energy-efficient greenhouse-like environment. Solar energy will also be used to heat the swimming pools, which are designed to reuse double-filtered, backwashed pool water that's usually dumped as waste.
Excess rainwater will also be collected and stored in subterranean tanks and used to fill the pools. The complex engineering system of curvy steel frames that form the structure of the bubble-like skin are based on research into the structural properties of soap bubbles by two physicists at Dublin 's Trinity College . The unique structure is designed to help the building withstand nearly any seismic disruptions.
5. Central Chinese Television CCTV, Beijing OMA/Ole Scheeren and Rem Koolhaas. Under construction, scheduled for completion in 2008
Central Chinese Television CCTV - BeijingThe design of the new Central Chinese Television (CCTV) headquarters defies the popular conception of a skyscraper -- and it broke Beijing's building codes and required approval by a special review panel. The standard systems for engineering gravity and lateral loads in buildings didn't apply to the CCTV building, which is formed by two leaning towers, each bent 90 degrees at the top and bottom to form a continuous loop.
The engineer's solution is to create a structural "tube" of diagonal supports. The irregular pattern of this "diagrid" system reflects the distribution of forces across the tube's surface. Designed by Rem Koolhaas and Ole Scheeren and engineered by Ove Arup, the new CCTV tower rethinks what a skyscraper can be.
6. Linked Hybrid, Beijing Steven Holl Architects; Li Hu, lead architect. Groundbreaking on December 28, 2005 , scheduled for completion in 2008 
Linked Hybrid - BeijingLinked Hybrid, which will house 2,500 people in 700 apartments covering 1.6 million square feet, is a model for large-scale sustainable residential architecture. The site will feature one of the world's largest geothermal cooling and heating systems, which will stabilize the temperature within the complex of eight buildings, all linked at the 20th floor by a "ring" of service establishments, like cafés and dry cleaners. A set of dual pipes pumps water from 100 meters below ground, circulating the liquid between the buildings' concrete floors.
The result: The water-circulation system serves as a giant radiator in the winter and cooling system in the summer. It has no boilers to supply heat, no electric air conditioners to supply cool. The apartments also feature gray-water recycling -- a process that's just starting to catch on in Beijing in much smaller buildings -- to filter waste water from kitchen sinks and wash basins back into toilets.


7. Dongtan Eco City, Dongtan Masterplan by Arup, for the Shanghai Industrial Investment Corp. In planning stages, first phase to be completed in 2010
Dongtan Eco City - DongtanDeveloped by the Shanghai Industrial investment Corp., Dongtan Eco City , roughly the size of Manhattan , will be the world's first fully sustainable cosmopolis when completed in 2040. Like Manhattan , it's situated on an island -- the third-largest in China . Located on the Yangtze River, Dongtan is within close proximity of the bustle of Shanghai .
By the time the Shanghai Expo trade fair opens in 2010, the city's first phase should be completed, and 50,000 residents will call Dongtan home-sweet-sustainable-home. The goals to be accomplished in the next five years: systems for water purification, waste management, and renewable energy. An infrastructure of roads will connect the former agricultural land with Shanghai .
8. Olympic Stadium, Beijing Herzog & de Meuron. Under construction, to be completed in 2008
Olympic Stadium - BeijingSports stadiums have long followed the enduring design of one of the original wonders of the world, Rome 's Coliseum. Herzog & de Meuron's National Stadium in Beijing is an attempt to rethink the classic sports-arena layout for more ecologically correct times.
The Swiss architects (of Tate Modern fame) wanted to provide natural ventilation for the 91,000-seat structure -- perhaps the largest "eco-friendly" sports stadium designed to date. To achieve this, they set out to create a building that could function without a strictly enclosed shell, yet also provide constant shelter for the audience and athletes alike.
To solve these design problems, they looked to nature for inspiration. The stadium's outer grid resembles a bird's nest constructed of delicately placed branches and twigs. Each discrete space within the facility, from restrooms to restaurants, is constructed as an independent unit within the outer lattice -- making it possible to encase the entire complex with an open grid that allows for natural air circulation. The architects also incorporated a layer of translucent membrane to fill any gaps in the lacy exterior.
9. Donghai Bridge , Shanghai/Yangshan Island China Zhongtie Major Bridge Engineering Group, Shanghai # 2 Engineering Co., Shanghai Urban Construction Group. Officially opened in December, 2005
Donghai Bridge - Shanghai Yangshan Island
A key phase in the development of the world's largest deep-sea port was completed when China 's first cross-sea bridge -- the 20-mile, six-lane DonghaiBridge -- was officially opened in December, 2005. Stretching across the East China Sea , the graceful cable-stay structure connects Shanghai to Yangshan Island , set to become China 's first free-trade port (and the world's largest container port) upon its completion in 2010.
To provide a safer driving route in the typhoons and high waves known to hit the region, Donghai Bridge is designed in an S-shape. The structure, reported by Shanghai Daily to have cost $1.2 billion, will hold its title of China's -- and one of the world's -- longest over-sea bridge for only a couple of years, though. In 2008, the nearby 22-mile Hangzhou Bay Transoceanic Bridge, which also begins (or ends, depending on your journey) in Shanghai , will earn the superlative.
10. National Grand Theater, Beijing Paul Andreu and ADP. Under construction, to be completed in 2008
National Grand Theater-  BeijingLocated near Tiananmen Square , the 490,485-square-foot glass-and-titanium National Grand Theater, scheduled to open in 2008, seems to float above a man-made lake. Intended to stand out amid the Chinese capital's bustling streets and ancient buildings, the structure has garnered criticism among Bejing's citizens for clashing with classic landmarks like the Monument to the People's Heroes (dedicated to revolutionary martyrs), the vast home of the National People's Congress, or Tiananmen Gate itself (the Gate of Heavenly Peace).
French architect Paul Andreu is no stranger to controversy -- or to innovative forms. A generation ago, in 1974, his untraditional design for Terminal 1 of Paris 's Charles de Gaulle airport was criticized for its unusual curves, yet Andreu's groundbreaking, futuristic building later was seen to distinguish de Gaulle from more generic European and international air hubs. (The same airport's Terminal 2E, also designed by Andreu, gained attention in 2004 when it collapsed, tragically killing four people.)
Beijing 's daring National Grand Theater is as much a spectacle as the productions that will be staged inside in the 2,416-seat opera house, the 2,017-seat concert hall, and the 1,040-seat theater. At night, the semi-transparent skin will give passersby a glimpse at the performance inside one of three auditoriums, a feature that highlights the building's public nature.

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...