26 Ağustos 2011 Cuma

AZ-ÇOK

Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var;
daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz;
daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz;
daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var.
Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz;
daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var.
Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz;
daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz,
çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz.

Çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz,
Çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz,
Çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.
Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık.
Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.
Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik.
Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.
Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var.
Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.
Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.
Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik.
Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.
Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik.
Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.
Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.
Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir.
Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.
Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.
Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.
Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.
Paylaşmak özel ve güzeldir, yaşamı paylaşmak, özel gün ve anları paylaşmak değer verip değerinizi bilen birileri olduğunu bilmek onunla paylaşmak ne kadar lüks artık onu bulmak ve kaybetmemek, dostluğu, sevgiyi, hüznü paylaşmak ne güzeldir tüm bunların tarihe karıştığı bir dönemde elde etmek ve yaşamak…”

George Carlin

BEDEL




Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu
ve okul giderlerini karşılamak için
kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.


O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı.
Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan
yiyecek birşeyler istemeye karar verdi.
Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı.
Yiyecek bir şeyler yerine “Affedersiniz,
bir bardak su rica edebilir miyim?” diyebildi yalnızca.
Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek
kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk,
sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra
“Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?”
diye sordu genç bayana.
Genç bayan, “Borcunuz yok” diyerek,
yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;
“Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket
karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini
beklemememizi öğretti bize” dedi.
Çocuk “O halde çok teşekkürler, yürekten
teşekkür ederim size” dedi. Howard Kelly,
evin önünden ayrıldığı zaman
kendisini yalnızca bedensel olarak değil,
ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.

Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan
bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar
çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar
yapılması için onu büyük kente gönderdiler.

Dr. Howard Kelly, konsültasyon yapması için
çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini
duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da
yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı
ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını
kurtarmak için elinden geleni yaptı.

Uzun süren tedaviden sonra
bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly,
denetlemesi için önüne getirilen faturaya
şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak
zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi.
Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline.
Açmaya korkuyordu… Hastane faturasını
asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca
bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu.
Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş
bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı:
“Hastane giderlerinin tamamı
bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.”.

Genel Kültür



‎1.Yürümek sağlık için iyi olsaydı, Postacılar ölümsüz olurdu.

2. Balina; tüm gün yüzer, sadece deniz ürünleri yer, bol su içer ve şişmanlar.

3. Bir tavşan bütün gün hoplasa da, zıplasa da sadece 15 yıl yaşar.

4. Bir kaplumbağa ise; hiç çalışmadan, hiçbir şey yapmadan 450 yıl yaşar.

SONUÇ:

EGZERSİZ in canı cehenneme!

‎"Düşmanını Kendi Silahı İle Yen"



Adamın biri Afrika’da safariye çıkarken yanına minik köpeğini de almış.
Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve
belli ki günlük yiyeceğini arıyor. “Şimdi başım dertte” diye düşünmüş minik...
köpek. Etrafına bakmış, yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparin geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.
Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş;
-Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha varmı?
Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak
dalların arasına saklanmış. “Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem
olacaktım” diye düşünmüş leopar.
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş. Bildiklerini kullanarak bundan sonra leopardan kurtulabileceğini düşünmüş. Leoparın yanına giderek neler oldugunu anlatmış.
Leopar kopeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna “Atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” ,demiş.
Ancak minik köpek neler oldugunu ve leoparın sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.
“Şimdi ne yapacağim” diye düşünürken kaçmaya teşebbüs etmemiş.
Bunun yerine arkasını leoparın geldigi yöne dönerek, kemikleri kemirmeye devam etmiş. Tam leopar saldıracakken yine kendi kendine konuşmuş;
-Bu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok!

21 Ağustos 2011 Pazar

BÜYÜMEK

Küçükken ne güzeldi.. Sevdiğin çocuğu öp kaç. Aşk şarkıları dinlemek yok. Kutu kutu pense oynarken ne kadar mutluyduk. Saklanbaçta birbirimizin yerini söylemeye çalışırdık. Şimdi saklandığımız yeri kendimiz bile bilmiyoruz. Düştüğümüzde dizlerimiz kanıyordu, şimdi ise kalbimiz. Reddedilme korkusu yoktu bir kez. Ağlasak bizim olurdu çünkü. Şimdi günlerce ağlıyoruz, ama bizim değil, başkasının oluyor. Salıncakta sallanırken her rengi aynı anda görebiliyorduk. Aşk filmlerindeki en acı karakterlerle değil, çizgi filmlerdeki en mutlu karakterle kendimizi özleştiriyorduk. Büyümeseydik, hayat aynı kalsaydı, kimse değişmeseydi KEŞKE...!

yorumsuz

Küçükler ot gibidir, büyükler ise rüzgar: Rüzgar ne yöne eserse, otlar o yöne eğilir.KONFÜÇYUS

Galileo Galilei - (1564 - 1642)




Galileo Galilei, (1564 - 1642), modern fiziğin ve teleskobik astronominin kurucularından olan İtalyan bilim adamı.

1564'te İtalya'nın Pisa şehrinde doğdu. Dönemi­nin tanınmış müzikçilerinden Vincenzo Galile­i'nin oğlu olan Galilei, ilk tahsilini Floransa'da yaptı. 1581'de Pisa Üniversitesinde tıp tahsiline başladı, ancak parasızlıktan okulu terk etti. 1583'ten itibaren matematiğe ilgi duyan Galilei, bu konudaki çalışmaları sayesinde 1589'da Pisa'da profesörlük elde etti.

Sarkacın, yüzen cisimlerin ve hareketin Aristo fiziğinden farklı bir düşünceyle matematiksel olarak ele alınması gerektiğine inanan Galilei, Pisa Kulesinden ağırlık düşürerek Aristo'nun yanlışlığını açıkça gösterdi. Bu davranışı yaşlı profe­sörlerle anlaşmazlığa düşmesine sebep oldu. 1592'de Pisa'yı terk ederek, Padova Üniversitesi matematik kürsüsüne geldi.

1597'de pratikte çok faydası olan pusulayı ticari olarak piyasaya arz etti. 1600 senesinden hemen sonra ilkel bir termometre, insan kalp atışının ölçümünde kullanılmak üzere bir sarkaç ve 1604'te serbest düşüşün matematik kanunlarını keşfetti. Ancak düzgün ivmeli hareket kavramı hatalıydı. 1609'da Hollanda'da teleskopun bulunduğunu işitti. Kendisi daha ileri bir alet yaparak bunu astronomi gözlemlerinde kullandı. 1610' da aydaki dağlar, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayınladı. Bu arada Jupiter'in dört uydusunun varlığını bildirdi. Bu kitabı çok ilgi uyandırdı ve Floransa'da saray matematikçisi olmasını sağladı. Hemen sonra Venüs gezegeninin devreleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy (Batlamyus) sistemini tartıştı.

1611'de Roma'ya gitti ve oradaki Bilim Akademisi'ne üye seçildi. Floransa'ya dönüşünde hidrostatik üzerine pek çok profesörün itirazına sebep olan kitabı ile 1613'te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınladı. Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdafaa etti. Bundan dolayı papazların ağır hücumuna uğradı. 1615'te bizzat Roma'ya giderek iddiasını müdafaa eti. Ancak 1616'da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tetkik için bir komisyon kuruldu. Bu komisyon Galileo'nun kitaplarını yasaklamadı. Sadece dünyanın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istedi.

Galilei, bir müddet bilimin pratik yönüne döndü, mikroskobu geliştirdi. Ancak 1618'de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle münakaşaya girdi. Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesaret alarak yazdığı "İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar" adlı eserini 1632'de yayınladı. Ancak kitabı daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylentilerine rağmen Roma’da mahkemeye çağrıldı. 1633'te bu kitap yasaklandı ve kendisi müebbet hapse mahkum edildi.

Yetmiş yaşında hapsedilen Galilei'nin gözleri kör oldu ve 1642 yılında hapiste öldü.

Farabî ( D.T 870 - Ö.T 950 )




FARABİ


870 yılında Türkistan'da Siderya (Seyhun) nehri ile Aris'in birleştiği yerde kurulmuş eski bir yerleşim merkezi olan Farab'da (Otrar'da) doğdu. Babası, Mehmed adında bir kale komutanı idi. Hayatı hakkında sağlam ve ayrıntılı bilgi pek yoktur. Zaten filozof, bilgin ve sanatkâr olarak, yaşadığı yıllarda bugün tanındığı kadar tanınmamıştı. Hakkında bilgi veren kaynaklar kendisinden 150-200 yıl sonra yazıldığı için, güvenilir olmaktan uzaktır. Efsanelerle süslenerek anlatılan bır ilim ve sanat adamıdır .Ebu Nasrı Farabi, Arısto'' nun bütün eserlerini açıkladığı ve incelediği için Ustad-ı Sani, Hâce-i Sani, Muallim-i Sani gibi sıfatlar almıştır .Bunlardan başka Ebu Nasri Farabi-i Türki, Hakim Farabi gibi isimlerle de anılır. Asıl adı Ebu Nasr Muhammed bin Muhammed bin Turhan bin Uzlug'dır. Batı kaynaklarında adı ''Alpharbius ya da Alphartabi'' olarak geçer .


İlk öğrenimini doğduğu yerde yaptı. Gençliğinde Türkistan'dan göç ederek bir süre Iran'da dolaştı. Daha sonra o zamanın ilim ve sanat merkezi olan Bağdat'a gelerek yüksek öğrenimini burada tamamladı. Böylece anadili olan Türkçe' den başka Farsça ve Arapça'yı hristiyan hocalardan ilim dili olan Latince ve eski Yunanca'yı öğrendi. çağının ünlü bilginlerinden Ebu Bişr bin Yunus'tan Mantık, Ebu Bekr Ibn el Sarrac'dan dilbilgisi dersleri aldı. Bundan sonra Harran Üniversitesi'ne giderek felsefe çalışmaları yaptı ve burada Yuhna bin Haylan'dan Mantık bilgisini ilerletti. Aristo üzerindeki çalışmalarını burada yaptı. Bağdat'a döndükten bir süre sonra Mısır'a gitti. 941 yılında Mısır'dan Halep'e gelerek Emir SeyfüddevIe Hemedani'nin sarayında bulundu. Zamanının devlet adamlarından saygı gördü. Mütevazi bir hayat süren Farabi, Emir'in teklif ettiği yüksek maaşı kabu1 etmeyerek, ''Dört Dirhem''lik küçük bir ücretle yaşamayı yeğledi.Mısır' da kaldıpı sürece Türk kıyafeti ile dolaşır ce Türkçe konuşurmuş.


Eski Yunanlı. filozof ve ilim adamlarının eserlerinin Arabça'ya çevrilerek öğrenilmesi Farabi ile başlamıştır denebilir.Önce Abbasiler , sonra Endülüs medeniyeti içinde yetişen islâm bilginleri bunları Batı'ya tanıtmıştır .Orta çağ Avrupası bu filozofu Arab dilinden, özellikle Kurtuba'lı ibn-i Rüşd' den öğrendi. Batılı bilginler Ibn-i Rüşd'ü öğrenmek isterken Farabi'yi okumak zorunda kaldılar.

Farabi'nin eserlerinin yüzyıllarca Avrupa'da tanınmasının nedeni budur.Bütün Orta çağ boyunca Avrupa'da böylesine tanınan, hattâ XX. yüzyılda bile hakkında araştırmalar yapılan, eserleri yayınlanan Farabi, 950 yılında Şam'da öldü ve Babüssagir'e gömüldü. Cenaze namazını Emir Seyfüddevle'nin kıldırdığını çeşitli kaynaklar belirtiyor .Farabi'yi bir kaç yönden incelemek gerekir.

FİLOZOF FARABİ

Hekim ve"hakim (doktor ve filozof) olmasına rağmen, onun bütün sıfatları felsefe ile ilgili yönü için kullanılır .Felsefeyi öğrendikten sonra, görüşlerini Aristo felsefesi doğrultusunda geliştirdi ve bunları bir temele oturtarak kendine özgü bir okul kurdu; olgun eserler yazmaya koyuldu. Psikoloji, metafizik, mantık, zekâ, madde, zaman, vahdet, boşluk, mesafe ve sayı gibi kavramlarla ilgili görüşler ileri sürdü. Iyi bir matematikçi oluşu ile de ünlüdür .


Felsefeye mantık yolundan girerek metafizik üzerinde durdu. Din ile felsefenin ayrılmaz bir bütün olduğunu gördükten sonra islâm felsefesinin kurucusu oldu. Farabi'ye göre din ile felsefe arasındaki uyuşmazlık temelde değil, dışta kalan yorumlarla düşüncelerin değerlendirilmesindeki farklılıktan ileri gelir .Böylece mantık ve kavramcılığı geliştirdiğinden, bu etki ile Kelâm gibi Islami ilim dalları kanıtlarını mantıktan almaya başlamıştır. Bu yoldan hareket eden Farabi, o zamanki ilim dallarını ikiye ayırır. Ona göre mantık, metafizik gibi ilimler nazari(teorik), ahlâk, siyaset(politika), matematik, musiki ise ameli yâni pratik ilimdir .
Eserlerinin sayısı yetmişe yaklaşır. Yazılarını tenha yerlerde, su kıyılarında, ağaç altında yazdığı, eserIerindeki boşlukların, defterlere yazmayıp kâğıtlara not etmesinden, daha sonra bunların bir bölümünün kaybolmasından ileri geldiği söylenir. En tanınmış alanları Ed-Talimü's-Sani ile İhsanü'I-Ulûm'dur. Sonuncu su Doğu dünyasında yazılmış ilk ansiklopedik eserdir.

MIJSİKÎŞİNAS FARABİ

Mûsikîdeki önemi, Doğu mûsikîsinin nazariyatı ile ilgili, Kindî'den sonra ilk önemli eseri yazmış olmasın dandır. Mûsikînin sanat yönünü iyi bildiği, bazı mûsikî âletlerini çaldığı ve icad ettiği söylenirse de, eserlerin de ve hakkında bilgi veren kitoplarda bu konu ile ilgili geniş bilgi yoktur. Mûsikî ile astroloji arasındaki ilgiyi reddetmiş ve Kindî'nin kurup geli;tirdiği okulun ilerlemesine katkıda bulunmuştur. Kitabü'I-Mûsikîü'I-Kebîr (Bü yük Mûsikî Kitabı) adındaki eseri biri sekiz, diğeri dört bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde mûsikî teori lerini anlattıktan sonra, ikinci bölümde kendisinden önceki mûsikîşinasların ileri sürmüş oldukları fikirleri eleştirir. Ayrıca İran mûsikîsi ve sazlarından söz ettikten sonra, mûsikî öğrenimi ile ilgili fikirler ileri sürer. Bu ve EI Methal Fi'I-Mûsikî adındaki kitapları Aristo ile eski Anadolu filozofları, özellikle Pythagoras'ın görüşle rini yansıtır. İhsanü'I-Uliım adındaki eserinde ise mûsikînin hangi ilim ve sanat dalına bağlı olduğuna değin miştir. Farabî'nin mûsiki ile ilgili görüşlerine etken olan şu iki konudan söz etmek gerekecektir:

İ.Ö. VI. yüzyılda Sisam adasında doğan PYTHAGORAS, eski çağın en önemli matematikçisi, fizikçisi ve filozofudur. Seste ahengin(uyum'un) değerinin tellerin boyu ile orantılı olduğunu ortaya koymuş ve ses fiziğini incelemiştir. Bugün "Pyıhagoras Gamı" denen bu sistem, bir oktav aralığına bir "Doğal Beşliler"dizisini meydana getiren sesler yerleştirilerek elde edilir. Pratikte kullanılmaya elverişli değilse de bir çok telli saz buna göre akord edilir; "Kemancılar Gamı" da denir. Bu Gam'ın üstün yanı yapısı itibariyle bütün "Do ğal Beşliler"i vermesidir. "Doğal Dörtlü"ler bir oktav i5inde, "Doğal Beşliler"in tamamlayıcısı olduğundan, "Doğal Dörtlüler"i de verir. Bu konuyu inceleyen Farabî, mûsikînin müsbet yönünü ele almış ve tenkitçi bir bakışla, tam bir "Pythagoras"çı olarak görüşlerini açıklamıştır. Arabça olarak yazmış olduğu mûsikî kitabı, bir sanat kitabı olmaktan çok "Akustik" konularla ilgilidir.

Arab Mûsikîsi ile ilgili ilk kaynaklara, Hicret'in II. yüzyılından sonra rastlanı~. Şairlerin Rebab'a benze yen tek telli bir saz çalarak şiir okudukları biliniyor. Bu yüzyıldan başlayarak Arab Mûsikîsi'nin geliştiğini, perde sistemlerinin tek oktavdan çıkarak gelişmeğe bağladığını görürüz. Oysa bu yüzyıllarda Doğu'dan ge lerek İran ve Suriye'de yaygınlık kazanmış, zamanına göre gelişmiş bir mûsikî vardı. İşte bu mûsikî Arab Mûsikîsi'ni etkilemiş, özellikle ritm teşekkülüne yardımcı olmuştur. Îsa bin Abdullah, İbn Musaccah gibi ustalar, Müslim İbn Muhriz ve bu kişinin çıraklarından yararlanmışlardır. Abbasiler'den himaye gören Ibrahim el Mosilî, oğlu İshak gibi sanatkârların etkisi ile mûsikî merkezi âdeta Şam'dan Bağdat'a taşınmıştır. Bu sûretle mûsikîye Horasan'ın etkisi egemen olmuştur. Farabî'nin mûsikî hakkındaki görüşlerini yazması bu döne me rastlar. Kitabı en eski Arabca mûsikî eseri olmasına rağmen, işlenen konunun Arab Mûsikîsi ile ilişkisi yoktur.

FARABÎ hakkında pek çok eser bilgi verir. Bunların bir bölümü, yukarıda da belirttiğimiz gibi, efsaneler le karışık, inanılması güç bilgilerdir. Ibn Ebi Usaybia "Tabakatü'I-Etıbbâ" adındaki eserde "Bir saz icad etmiştir; mûsikînin amelî ve nazarî yönlerini iyi bilirdi" diyor. Tezkeretü'I-Hükûm-u Fi-Tabakatü'I-Ümen'de şöyle bir bölüm var : "Emir Seyfüddevle-i hemedanî'nin saz sanatkârları bir süre çalıp söylediler. Mecliste bulunan Farabî daha sonra cebinden tahta parçaları çıkartarak birbirine ekledi ve çalmaya başladı. Orada bulunanlar önce güldüler. Sonra sazın yapısını değiştirerek çaldı, herkes ağladı. En sonunda herkesi uyutarak sessizce meclisi terk etti," Buna benzeyen başka hikâyeler de vardır.

Hekimbaşı Gevrekzâde Hâfız Hasan bin Ahmed(Amed), "Emrâz-ı Ruhiye-i Nagâmat-ı Mûsikîye" adın daki risalesinde Farabî'nin bir çok ilim dalında olduğu gibi mûsikînin de tıpta kullanıldığını, Hoca Nasırî Tusî, Hoca Abdülmümin Sofî ve Safiyüddin'den önce yeni yöntemler ileri sürdüğünü yazar. Şeyhülis lâm Esad Efendi, Lehcetü'I-Lügat'inde Farabî'yi metheder. Ayrıca bir çok eserde Kemaleddin, Ebû Ali bin Sina gibi ustalarla Mısır'da toplanarak o günkü sistemleri gözden geçirdikle~inden söz eder bu toplantılar da 24 terkibin 48'e çıkartıldığına değinilir.

Bir başka eserde Farabî'den naklen şu bilgiler veriliyor: Bu bilgilere göre Farabî, Ezan mûsikîsi ne de yer vermiş ve vakitlere göre okunacak ezanın makamlarını şöyle anlatmış: Sabahleyin Rehavi, Subh-ı Sadık'ta Hüseyni, Güneşin iki rehm yükseldiği zaman Rast, vakd-i Hüda'da Bûselik, nısf-ı neharda Zengûle,vakd-i huzûrda Uşşak, vakd-i gurup'tn Isfahnn, akşam naımazındc Neva, yatsı namazında Büzürg, vakd-i nevmde Zirefkand makamı.

Ud ve Kanun'un Farabî tarafından icad edildiği ileri sürülmekle birlikte, doğruluğunu kanıtlayacck bir belge yoktur. Belki de Ud üzerinde yeni düzenlemeler yapmıştır; çünkü, Ud hakkında Kindî Farabî'den önce bilgi vermiştir. Nitekim, Prof.Dr. Ahmed Süheyl Ünver bu konu ile ilgili bir belgeden söz ediyor. Yazar bu belgeyi İsmnil Saib Efendi'den aldığını belirterek başka kaynak göstermiyor. XIII. yüzyıldan kalan bu belgede, "İste Farabî'nin son icadı olan Ud; Musullu İbrahim, İbn Muid, Musullu İshak'ın tellerini yerine koyarak farsça sözlerle islah ettikleri Ud ül-Müsemmen budur" dendikten sonro şekli akordu ve perdeleri hakkında bilgi veriliyor. Günümüze Farabî'den mûsikî eseri gelmemiştir. Ona izafe edilen bazı eserlerin aslı olmasa gerektir.

İbni Sina kadar olmamakla birlikte, tıp ilmi ile de uğraşmış, eserlerinde bu konuya yer vermiş, felsefe kadar ileri götürememiş ve tedavi yöntemleri ile uğraşmamıştır.

Öyle..




Beş yaşında idim.


Babaannem rahmetli,pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere

düştü.Babaannem eğildi,aramaya

başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya
çalışıyor. Çocukluk iste,'aman babaanne dedim. Bir
pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya,yorulmaya
değer mi?' Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı,
öfkeyle doğruldu. 'Sen oturduğun yerden ahkâm
kesiyorsun, ' dedi. 'Hiç pirinç üretilirken gördün mü?
İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç
tanesinde kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği,
çilesi var biliyor musun?'
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

*Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.
Alain'in proposlarini okuyorum. Birden irkildim.
Babaannemi hatırladım. Alain, bir insan yerde bir
iğne görüp de eğilip almazsa,bütün uygarlığa karşı
ihanet etmiş olur diyordu. İlave ediyordu. Bir iğnenin
üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el
emeği vardır diyordu.

*On dokuz yıl evveldi.**
Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi.
Sabahleyin, traş olmak için lavaboya
gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm.
Lütfen diyordu, traştan sonra jiletinizi çöpe
atmayın.
Yanda bir kutu var,oraya bırakın. Bir tek jiletle
dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı
olun.Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan
beri çelik eşya
denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya
üzerinde'
İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı. İste o
ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe
gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor,gelen
turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu. *

*İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda,
radyolar,
televizyonlar, bir haberi duyurur.
Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz
lütfen
hazırlığınızı yapın.**
Okumadığınız,ilgilenmediğ iniz, kullanmadığınız ne
kadar kitap,dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj,kutu
varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa,
kapının önüne koyun.
İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç
ziyanına engel olun.
*Japonlar son derece sade, basit,yalın mütevazı
yasayan insanlardır. Evlerini mobilya ile eşya ile
dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş ,
hayatın manasını anlayamamış , zavallı kimselerdir.
Böyleleri ile, zavallı, evini mezat salonuna
çevirmiş
diye eğlenirler.
Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne
kadar acıdır. Vaktiyle Japon ekonomisi bir
darboğazdan geçiyor. İç borçlar,dış borçlar
gırtlağı
aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi
toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve
tehlikeleri ile anlatır ve su andan itibaren der,
Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış
borçları
son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir
şey
yemeyeceğim. Su üstümdeki elbiseden başka elbise
giymeyeceğim. Dediklerini yapar, en üstten en alta
bir
israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün
borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün
kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını
söylemeye
gerek yok. Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını
gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı,
ne
kadar gösterişten uzak...

*Gerekmediği halde elektriği yakmakla, Suyu
kapamadan bos yere akıtmakta, Gece çamurlu
ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, Yemek
yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de
zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?

*Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle
örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki,
İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.

Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı
bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu,
bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu..

Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin
olalım,
ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak
zorundayız. Bunda parayı da, maddiyatı da aşan
büyük
bir edep ve incelik vardır.

Ve İnsan




Hayatını çekingen biri olarak yaşama dostum.
Çık arenaya, eleştirileri unut, sana verilen günlerin armağanıyla özgürce ve büyük oyna.

Hayat kısa, yıllar tıpkı sıcak kumsalda parmaklarının arasından akan kumlar gibi çabucak kayıp gidiyor.

Sen parıldamak,yeteneklerini gün ışığına çıkarmak için yaratılmışsın.

Hayatta birtek başarısızlık vardır, o da denememektir.
En büyük başarısızlık, en yüce oyunu oynamak istememek, seni ürküten yerlere doğru yürümemektir.




                                                                                                                           Robin Sharma

öğüt


Mato-Kuwapi

20 Ağustos 2011 Cumartesi

İŞ BAŞINA

Yere basan ayağa iş yoksa,
Kavrayan ele, konuşan dile,
Çaresiz babaya, çileli anaya iş
yoksa,
İş yoksa nişanlıya, yeni evliye,
İş yoksa mavi tuluma, beyaz
önlüğe...
İş düşüyor sıkılan dişe, düşünen
başa,
Isırılan yumruğa iş düşüyor.
İşten atıldıysa Aydın’ın inciri,
Tosya’nın pirinci pazardan
kovulduysa,
Pusuya düşürüldüyse Konya Ovası,
Yatağında öldürüldüyse Diyarbakır
karpuzu,
Çürütüldüyse Tuz Gölü’nün tuzu...
İş düşüyor yurtsever hocaya,
Hekime, hakime, savcıya, sanatçıya
iş düşüyor.
İş yoksa pancara, mısıra, fındığa,
İş yoksa hamsiye, palamuda,
mezgide,
Tekirdağ’ın sarı kızına,
Rize’nin çay filizine iş yoksa,
İş düşüyor dokumacıya,
doğramacıya,
Madenci ile makiniste iş düşüyor.
Amerikan sigarası patron olduysa,
İşten attıysa Samsun’u, Bafra’yı,
Yenice’yi,
Başa geçtiyse Beşinci Kol Beyi,
Teslim ettiyse tarlayı, tapanı, kutsal
bahçeyi...
İş düşüyor emekliye, şoföre, aşçıya
Yerdeki taşa, gökte uçan kuşa iş
düşüyor.
Yoğurda, süte, nohuda,
Ovaların bereketine, toprağın kutlu
etine
Geçirildiyse işgal üniforması,
Çalıştırılıyorsa hepsi gavur
hesabına,
İş düşüyor tornacıya, makineciye,
Ebeye gebeye, eczacıya iş düşüyor.
Atatürk Çiftliği’nin boynu
vurulduysa,
Tuzak kurulduysa Ceylanpınar’a,
Domuzları tıka basa doyurup da
Aç bıraktılarsa tiftik keçisini,
İş düşüyor kazmaya, küreğe,
tüfeğe,
İş düşüyor çarpan yüreğe!
Tıkadılarsa fabrika bacalarını,
Kestilerse çarşıların damarlarını,
Maltepe’de, Kocaeli’de, Bursa’da,
Falakaya yatırdılarsa dokumayı,
petrokimyayı,
Kırdılarsa sanayinin kollarını,
İş düşüyor mimara, mühendise,
Tüccara, yurtsever polise iş
düşüyor.
İş düşüyor Ayşe’ye, Fatma’ya,
Ali’ye, Veli’ye!
İş düşüyor ölüye diriye!
Haydi! Herkes işbaşına!



              HÜSEYİN HAYDAR (AYDINLIK'TAN)

14 Ağustos 2011 Pazar

İKİ SİMGE



Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."

- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.

- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.

Çocuk, sözün burasında; 'mücadele varsa, kazananı da olmalı' diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

- "Peki" dedi. "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.

- "Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!"

13 Ağustos 2011 Cumartesi

KUŞLAR



 onlar vardılar
yüzaltmışbeşmilyon yıl önce bile
biz çöplenirken yer yüzünde
göğün hakimidir onlar
ve boğulduğumuzda kendi çöplüğümüzde
onlar hala var olacaklar
haklılar bence
leşlerimize yukarıdan bakacaklar

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Sorma

Tutkulu aşklar, ruhlar arası verilen savaşlar vardı hayatımızda,
Değişen arkadaşlar,
Masum gibi görünen hin oğlu hin telaşlar,
Safça, arada kurnazca dökülen yaşlar,
Kim kimi neden niçin bağışlar?
Bilemem...
Zaman mıydı hızlı akan,
Akıntıya karşı kürek sallayanlar mıydık biz?
Söyleyemem...
Hayat mı zamanda tükettiğimiz?
Ya da bir filmde karın tokluğuna çalışan figüran mıyız biz?
Evet diyemem...

Tahir Özcan
2011

Genel Kültür



‎"Dikkat ettiysen hayattaki en güzel şeyler; Ya kanun dışı, ya ahlak dışı, ya da şişmanlatıcıdır".


(D.NOEL)

World's First Dual Screen Laptop




Click Here To Join

TOSHIBA LIBRETTO W100!!

This tablet has two touchscreens, each with LED backlighting and 1,024 x 600 resolution. You will note the virtual keyboard, and it is billed as the world's first dual touch-screen Windows mini-notebook PC. It can be used both vertically and horizontally, thanks to a built-in accelerometer. The battery life is good for 2 or 4 hours with high-capacity battery.Other features include Intel Pentium U5400 CPU , 62GB SSD, 2GB RAM, WiMAX, Wi-Fi 802.11 b/g/n, Bluetooth 2.1, Micro SD/SDHC slot, USB port, and Windows 7 Home Premium 32bit.

Click Here To Join


Click Here To Join


Click Here To Join


Click Here To Join

One Eyed shark



Such a strange albino cub found in the belly of his dead mother - a bull shark in Mexico. Unfortunately baby had survived.  It really isn’t all that surprising with all the pollution in our world that species are changing in odd and weird ways. This one eyed baby is supposed to be a bullshark, but this baby fetus is an albino with one eye and a cute smile.  Even in death the little guy is smiling wide at the cameras. More after the break...



There are about 350 different types of sharks, but researchers think there are other sharks that haven't been discovered yet!

Amazing infinity Pool




Click Here To Join

Now, in the midst of a hot summer, when the window 30 and so want to enjoy a cool little water, it's time to talk about swimming pools. Infinity pools, dissolve in the boundless ocean or in the heavenly space, affect any imagination. The concept of infinity pools, originated in France, but now swimming pools of this type can be found only in luxury hotels the most prestigious resorts in the world of exotic as well as technology devices such pools can not be called cheap. The most striking impression infinity pools, located on hills or on hillsides, surrounded by green vegetation, and those that face the ocean, mingling with its endless expanse of blue.

1. Amazing pool, infinity pools on the island of Bali. (Photo credit: Sean McGrath) (Photo credit: Sean McGrath)
Click Here To Join

2. Swimming pool at "Shangri-la" on the island of Mactan, Cebu Province, Philippines. (Photo credit: bingbing) (Photo credit: bingbing)

Click Here To Join

3. The swimming pool "Alila Ubud" in Bali. (Photo credit: Sean McGrath) (Photo credit: Sean McGrath)

Click Here To Join

4. Pool, located on the plantation Munduk modding, Bali. (Photo credit: Shura) (Photo credit: Shura)

Click Here To Join

5. Swimming pool on the island of Bali. (Photo credit: Shura) (Photo credit: Shura)

Click Here To Join

6. Infinity pool, on the beach of the island of Bora Bora. (Photo credit: Duncan Rawlinson) (Photo credit: Duncan Rawlinson)

Click Here To Join

7.Infinity pool, lit by the rays of sunset, merges with the ocean, Tahiti. Located next to the pool bar. (Photo credit: Duncan Rawlinson) (Photo credit: Duncan Rawlinson)

Click Here To Join

8. Infinity pool, on the background of the ocean. (Photo credit: Carnaval King 08) (Photo credit: Carnaval King 08)


Click Here To Join


9. Infinity pool, on the island of Bali. It seems that this pool is dissolved in the infinity. (Photo credit: Shura) (Photo credit: Shura)


Click Here To Join

10. Infinity pool at the hotel, "St. John" on the island of Mykonos, Greece. (Photo credit: Upsilon Andromedae) (Photo credit: Upsilon Andromedae)

Click Here To Join

11. View Infinity pool, at sunset. (Photo credit: Erik Ogan) (Photo credit: Erik Ogan)

Click Here To Join


12. Sunset on the island of St. Martin. (Photo credit: Erik Ogan) (Photo credit: Erik Ogan)

Click Here To Join

13. Infinity pool, in Acapulco. This pool is located on the side of a steep hill, surrounded by jungle. (Photo credit: CHRISTOPHER MACSURAK) (Photo credit: CHRISTOPHER MACSURAK)

Click Here To Join

14. Infinity pool, spa Mountain Resort on a background of mountains Piton, Saint Lucia. (Photo credit: davitydave) (Photo credit: davitydave)

Click Here To Join

15. Infinity pool, at a hotel in the city Zihuatanejo, Mexico. (Photo credit: Chris Martin) (Photo credit: Chris Martin)

Click Here To Join

16. Swimming pool Wellness Clinic «Sha», not far from Benidorm, Spain. (Photo credit: John O'Nolan) (Photo credit: John O'Nolan)

Click Here To Join

17. Swimming pool at "Villa Mahal", Turkey. (Photo credit: cloudzilla) (Photo credit: cloudzilla)


Click Here To Join

18. Infinity pool, the hotel "Taj Malabar" in Cochin, India. (Photo credit: Brian Snelson) (Photo credit: Brian Snelson)

Click Here To Join

19. Infinity pool-hotel «One & Only» on Reti-Ra, the Maldives. (Photo credit: Sarah_Ackerman) (Photo credit: Sarah_Ackerman)

Click Here To Join

20. A rooftop swimming pool 57-story building casinos "Marina Bay Sands' in Singapore. Actually, this is not infinity pool, but still impressive. (Photo credit: green_kermit) (Photo credit: green_kermit)

Click Here To Join


21. This pool is beautiful especially when the city lowered the twilight. (Photo credit: lecates) (Photo credit: lecates)

Click Here To Join

22. Paradise Pool in the Maldives. (Photo credit: Sarah_Ackerman) (Photo credit: Sarah_Ackerman)

Click Here To Join

23.Lovely pool, infinity pools, one pool of its kind in the whole complex, "Hacienda del Alamo," Spain. (Photo credit: Supermac1961) (Photo credit: Supermac1961)

Click Here To Join

24. Infinity pool-hotel «Blue Jaz» in Garden City on the island of Samal. (Photo credit: Reuel Mark Delez) (Photo credit: Reuel Mark Delez)

Click Here To Join

25. Infinity pool, on the background of the Indian Ocean. (Photo credit: Sarah_Ackerman) (Photo credit: Sarah_Ackerman)

Click Here To Join

26. Infinity pool, the hotel "Taj Malabar." (Photo credit: Brian Snelson) (Photo credit: Brian Snelson)

Click Here To Join

27. Infinity pool, in Indonesia. (Photo credit: Shura) (Photo credit: Shura)

Click Here To Join

28. Southern California in anticipation of dusk. (Photo credit: ToGa Wanderings) (Photo credit: ToGa Wanderings)

Click Here To Join

29. Infinity Pool, Santa Barbara. (Photo credit: Doc Searls) (Photo credit: Doc Searls)

Click Here To Join

30. Beautiful panorama of Los Angeles. (Photo credit: Eric Chan) (Photo credit: Eric Chan) 

Click Here To Join

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...