Doğu Karadeniz bölgesinde Devlet Su İşleri tarafından yapılması planlanan yaklaşık 450 adet Hidroelektrik Santralleri proje ve etüd aşamasında bulunmaktadır. Sadece Rize ilinde şu anda yapımı söz konusu olan 62 adet Hidroelektrik Santralleri projelendirilmiştir. Kaçkar Dağlarından beslenen ve birbirine oldukça yakın olan Fırtına, Arılı, Çağlayan, İyidere, İkizdere ve Arhavi derelerinde DSİ tarafından su kullanım hakları sözleşmelerei ile verilerek enerji üretim amacı güden yaklaşık 62 Adet Hidroelektirik Santralı projesi bulunmaktadır. Ve bu projeler uygulanırsa! Şu anda; 1- Sadece bu derelerde yumurtlama alanı bulunan ve yaşayan, Uluslararası Bern Sözleşmesine göre avlanması yasak olan benekli Deniz Alası (Salma trutta labrax) yaşam alanında su kalmadığı için yokolacaktır. 2- Hes projelerinin yapılacağı bu vadilerde yaklaşık 62 adet HES için açılacak yollarda patlatılacak dinamitler, kesilecek ağaçlar sadece bu vadilerde değil tüm D. Karadeniz havzasında telafi edilemeyecek ekolojik yıkıma neden olacaktır. 3- Bölgede yaşayanların gözlemledikleri, vadilerdeki derelerde akan suyun her yıl sürekli olarak azalmasıdır. Eesti taş köprülerin yüksekliği bu konuda bize yardımcı olur. Suyu sürekli azalan dereler üzerinde yapılacak HES’lerin ömrü ne kadar ekonomik olur düşünmek gerekir. 4- 19 adet HES’in yapılacağı Çağlayan vadisindeki gibi suyun bir kısmının tüneller ile Arhavi-Kapisre Deresine aktarılması sonrası kalan suyun da tüneller ile yer değiştirmesi neticesi vadilerde de sucul hayat sona erecektir. 5- Suya dayalı tarım olan çay ve fındık, kivi gibi geleneksel, bölgeye has tarım yapılamayacağından yöre halkı başka bölgelere göç etmek zorunda kalacaktır. 6- Sadece Çağlayan Vadisinde yapılacak 19 adet HES suyun tamamını kullanacak, vadiye küçük kollardan gelen su ise yazın tamamen kuruyacağı için vadide ekolojik denge bozulacak vadi bataklık haline dönecektir. 7- Binlerce yılda, su ile oluşmuş, su yoksa, yaşamın olmadığı D. Karadeniz bir daha eski haline gelmesi mümkün olmayacak şekilde yok olacaktır. 8- Sadece Rize ilinde yapılacak 62 adet HES’lerin elektrik iletim hatları nedeni ile oluşacak elektrik ve manyetik alanların çevre ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olacağı açıktır. 1986 yılında meydana gelen Çernobil nükleer kazasından sonra bir bakanın “Çayda radyasyon yok, gönül rahatlığı ile içebilirsiniz” diyerek halkı yanlış yönlendirmesinin etkisiyle bugün D. Karadeniz kanser belasına binlerce can vermiştir. Bu nedenle, üzerimizden geçecek iletim hatlarının meydana çıkaracağı elektromagnetik alanların insan sağlığına olumsuz etkileri göz ardı edilemez olacaktır. 9- Yukarıda saydığımız olumsuzluklar, küresel ısınmanın dünyamızın en önemli sorunu olduğu bu günlerde, gelecekte bölgemizin can simidi olabilecek eko turizmi, HES’lerin yapımı ile yok olacak, ekolojik yapı bitecektir. Buna en füzel örnek, Turizm ve Orman Bakanlığınca yıllar önce Turizm alanı ilan edilen ve İl Özel İdaresince mesire yeri olarak planlanıp bir dinlenme tesisi yapılan Gürcüdüzü’ne 1600 mt mesafede Paşalar HES’in taş ocağı kırma ve eleme tesisi ruhsatı verilmesidir. Sadece bu uygulama bile ülkemizde daha çok kazanma hırsının engel tanımadığınında bir göstergesi olarak da görülebilir. 10- Kaldı ki bu projeler uygulansa (62 adet HES) üretilecek enerji sadece bir Keban Barajı’nın ürettiği enerji kadar olup, Türkiye’nin elektrik üretiminin sadece %2’si civarındadır. ------------------------------ ------------------------------ -------------------- Abu Çağlayan ve Arılı Vadileri de Kaçkar Dağlarının orman ekosistemi içinde olup, Paşalar HES ve diğer HES Projeleri ile orman alanları insan eli ile parçalanmış, yaban hayatın yaşamı azaltılmış olacaktır. Paşalar HES’te suyun 5900 mt tünel ile transferi neticesinde; su hızı, derinliği ve ıslak çevrede meydana gelecek değişiklikler sucul ekosistem açısından çok önemlidir. Abu Çağlayan Deresi, Fırtına Deresi ile birlikte Mart-Nisan aylarında Deniz Alalarının göç ettiği ve Ağustos- Ekim aylarına kadar kaldıkları sulardır. Çağlayan Deresi, Salma Trutta ve bu türün denize göç eden cinsi Salma Trutta Labrax olarak bilinen ve endemik bir tür olan ve 1984 yılından bu yana sürekli olarak avı yasak olan türlerin giriş yaptıkları birkaç dereden biridir. Paşalar HES inşa edilirse Çağlayan Deresi su kalitesinin bozulması neticesi bu tür balıkların yaşama şansları kesinlikle ortadan kalkacaktır. AĞAÇ KESİMİ: ÇED Raporunda kesilecek ağaç sayısı 157 olarak verilmiştir! Paşalar HES Projesinde etkilenecek alan 143 hektardır. Ağaç yoğunluğu hektar başına 667’dir. Buna göre bu projede etkilenecek ağaç sayısı 95.381 adettir. Projede tesislerin kapladığı alan 5.85 hektar olup burada etkilenecek ağaç sayısı da 3.901 adettir. Mevcut 19 km yol ile yeni yapılacak 5 km yol için kesilecek ağaçlardan bahsedilmemektedir. 19 km yol 15 mt: 28.5 hektar 5 km yol 20 mt: 10 hektar Yollar için toplam 38.5 hektar 667 adet: 25.676 adet ağaç kesilecek. Toplam kesilecek ağaç sayısı: 25.676 + 3.901= 29.577 olacaktır. Ayrıca üretilecek enerjinin enterkonekte sisteme bağlanması için 12 km yüksek gerilim hattı inşa edilmesi gerekiyor. 12 km 50 mt: 60 hektar 60 hektar 667: 40.000 ağaç kesilecektir. Yani Paşalar HES içn toplam olarak: 29.577 + 40.000 = 69.577 ağaç kesilecektir. Dogada suyun üretimi, orman ve yüksek dağ ekosisteminde olmaktadır. Yağmur ve kar şeklinde ekosisteme düşen yağışlar havzanın su verimini şekillendirir. Ormanlık alanların çevrelerindeki alanlara oranla %15 ile %50 daha fazla yağış aldığı, aldıkları yağışın %44’ünü kullanılabilir su ürünü haline getiridiği bilinmektedir. Ayrıca orman ekosistemlerinin, suyun depolandığı toprağı erozyondan koruduğu, sel ve taşkınlıkları büyük ölçüde azalttığı görülmektedir. Yani kısaca Paşalar HES için 69 bin ağaç kesilecek, planlanan diğer 19 HES’ler içinde ortalama bu miktarda ağaç kesileceğini varsayarak D. Karadeniz de sadece Abu Çağlayan Vadi havzasında ağaç kalmayacağını (1300.000) söyleyebiliriz
21 Eylül 2011 Çarşamba
17 Eylül 2011 Cumartesi
Türkiye Cumhuriyeti'ni Bitirme Planı
"Saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek başının üstüne dek çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemeye dikkat etmekten, hiçbir zaman geri kalmasın!" Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Nutuk
Ekleyen: BANU AVAR
Yaşar Doğu - (1917 - 1961)
- Ünlü Türk güreşçisi Yaşar Doğu, 1915 yılında Samsun'un Kavak ilçesine bağlı Karlı köyünde doğdu. Dedesinin köyü olan Emirli'de büyüdü. Güreşe orada başladı. 1938 yılında Ankara'da askerliğini yaparken minder güreşine çıktı. Bir yıl içinde millî takıma yükseldi. Oniki yıl süreyle (1939-1951) Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti. Bu süre içinde katıldığı 7 şampiyonanın 6'sında şampiyonluğu kazandı. 1961'de Ankara'da vefat etti. Kabri oradadır.
Aslen Kafkas Türklerindendir. Ecdadı Samsun'a muhacir gelmişti. Daha önce bebek sayılabilecek çağda iken cepheye giden babasının şehit düştüğü haberi gelmiş, bu yüzden annesiyle birlikte dedesinin köyü olan Emirli'ye göç etmek zorunda kalmıştı. Çocukluğunun geçtiği bu köyde güreşe başladı ve daha delikanlılığın eşiğinde iken yaman bir karakucak güreşçisi olarak adını bütün çevreye duyurdu.
Ankara'da askerliğini yaparken bir arkadaşının ısrarı ile Ankara Güreş Kulübü'ne girdi ve orada minder güreşine başladı. Zehir gibi acı kuvveti ve büyük güreş kabiliyeti ile bu güreşte de kendisini derhal gösterdi. Ancak kendisini pek. tecrübesiz buIan yöneticiler onun Avrupa Şampiyonası'nda ezileceğini düşünerek kadroya almak istemediler.
Millî Takımın Finlandiyalı antrenörü Onni Pellinen ağırlığını koyarak direnince kendisine millî takımda yer verildi. Böylelikle başarı dolu güreş hayatının ilk millî temasını 1939 Avrupa Şampiyonası sırasında Oslo'da yaptı. Minder güreşindeki olanca acemilik ve millî maç tecrübesizliğine rağmen büyük bir varlık göstererek üç rakibini yendi, bir maçında sayıyla yenik sayılarak Avrupa Şampiyonluğunu kaybetti, ikinci oldu. O zaman, bu bile büyük başarıydı.
1940 yılında İstanbu1'da yapılan Balkan Oyunları'nda güreş yaşantısının ilk şampiyonluğunu kazandıktan sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın araya girmesiyle millî müsabakalardan uzak altı yıllık bir duraklama devresine girilmişti.
1946 yılında tekrar rakipsiz eleman olarak Millî Güreş Takımımıza girdi. Aynı yıl Stokholm'de yapılan Avrupa Şampiyonası'nda sıtmanın verdiği 40 derecelik hararetle mindere çıkmasına rağmen yaptığı altı güreşi de kazanarak 73 kilonun Avrupa Şampiyonu oldu. 1947 yılında Prag'da yapılan Avrupa Greko-Romen Şampiyonası'nda da Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti.
İlk kez “Demirperde Bloku”nun katıldığı bu şampiyona enteresan bir mahiyet taşımaktaydı. Zira Sovyet Rusya ve peykleri bir demirperde ülkesinde yapılan bu şampiyonada tam bir ittifak içinde idiler. Yaşar, arkadaşlarına yapılan haksızlıkları gördüğü zaman, şampiyonluğu kazanmak için sadece Rus rakibini değil, demirperde hakem blokunu da yenmesi gerektiğini gayet iyi anlamıştı. Bu azimle girdi güreşlere ve rakiplerini çatır çarır yendikten sonra finalde Rus ile karşı karşıya kaldı. Güreşe fırtına gibi girdi. Rus'u tuttuğu gibi yere vurdu. Oyundan oyuna geçiyordu. Bir ara rakibinin sırtını yere yatırdı. Hakemler görmezlikten geldiler. Sonra bir tuş daha yaptı. O da aynı akıbete uğradı. Koca Yaşar kızmıştı. Olanca gazabı ile atıldı, çift sürer gibi sürdü Rus'u. Daha sonra hırsla rakibini çatır çatır çevirdi. Bir pestil gibi sırt üstü mindere serdi ve rakibinin göğsüne çıkıp oturdu. Teker teker bütün hakemlere baktı. Gözleri öfke ile doruydu. Hani “Bu da tuş değil mi be insafsızlar” der gibiydi. Hakemler istemeye istemeye “Evet” dediler. Tuşu da; şampiyonluğunu da bastıra bastıra kabul ettirmişti koca Yaşar...
Güreş Dünyasında İsveçlilerin deyimi ile bir “Kara saçlı kuvvet ilahı” olarak parlayan Yaşar Doğu, büyük namını 1948 Olimpiyatları, 1949 Avrupa Şampiyonluğu ile de perçinledi. 1950 yılında Irak ve Pakistan'a yaptığı büyük turnede büyük kuvvet ve güreş bilgisini doğu alemine tanıtmak imkân ve fırsatını da buldu.
1951 yılında Helsinki'de yapılan Dünya Şampiyonası'nda 87 kiloda Ayyıldızlı mayoyu giydi. Çok çabuk kilo alan, buna karşılık çok zor kilo veren bir bünyeye sahipti. Bu yüzden yıllar ilerledikçe sıkleti de yukseliyordu, Nitekim 67 kilo ile başladığı güreş hayatının son şampiyonluğunu Helsinki'de 87 kiloda kazandı. Böylelikle parlak güreş hayatına bir de dünya şampiyonluğu sıfatını eklemiş oldu.
Ayyıldızlı mayo altında yaptığı 47 maçın 46'sını kazanan Yaşar, bunların 33'ünde tuş yapmış, 11 maçını ittifakla, 1'ini abandone ile, birini de ekseriyetle kazanmıştır. Galibiyetle sonuçlanan 46 güreşi 690, dakika sürmesi gerekirken; yaptığı tuşlarla bu süreyi 372 dakika 26 saniyeye indirmişti.
Güreş hayatını kapattıktan sonra Millî Güreş Takımımıza antrenör oldu. 1955 yılında antrenör olarak Millî Takımımızla gittiği İsveç'te ciddi bir kalp krizi geçirdi. Uzun bir tedavi gördü. Doktorlar kendisine iyi bakmasını, yorulup heyecanlanmamasını söylemişlerdi. Fakat bunu yapamadı. İsveç'ten döner dönmez tekrar kendini güreşe verdi ve 8 Ocak 1961'de Ankara'da bir kalp krizi sonucu vefat etti..
Aslen Kafkas Türklerindendir. Ecdadı Samsun'a muhacir gelmişti. Daha önce bebek sayılabilecek çağda iken cepheye giden babasının şehit düştüğü haberi gelmiş, bu yüzden annesiyle birlikte dedesinin köyü olan Emirli'ye göç etmek zorunda kalmıştı. Çocukluğunun geçtiği bu köyde güreşe başladı ve daha delikanlılığın eşiğinde iken yaman bir karakucak güreşçisi olarak adını bütün çevreye duyurdu.
Ankara'da askerliğini yaparken bir arkadaşının ısrarı ile Ankara Güreş Kulübü'ne girdi ve orada minder güreşine başladı. Zehir gibi acı kuvveti ve büyük güreş kabiliyeti ile bu güreşte de kendisini derhal gösterdi. Ancak kendisini pek. tecrübesiz buIan yöneticiler onun Avrupa Şampiyonası'nda ezileceğini düşünerek kadroya almak istemediler.
Millî Takımın Finlandiyalı antrenörü Onni Pellinen ağırlığını koyarak direnince kendisine millî takımda yer verildi. Böylelikle başarı dolu güreş hayatının ilk millî temasını 1939 Avrupa Şampiyonası sırasında Oslo'da yaptı. Minder güreşindeki olanca acemilik ve millî maç tecrübesizliğine rağmen büyük bir varlık göstererek üç rakibini yendi, bir maçında sayıyla yenik sayılarak Avrupa Şampiyonluğunu kaybetti, ikinci oldu. O zaman, bu bile büyük başarıydı.
1940 yılında İstanbu1'da yapılan Balkan Oyunları'nda güreş yaşantısının ilk şampiyonluğunu kazandıktan sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın araya girmesiyle millî müsabakalardan uzak altı yıllık bir duraklama devresine girilmişti.
1946 yılında tekrar rakipsiz eleman olarak Millî Güreş Takımımıza girdi. Aynı yıl Stokholm'de yapılan Avrupa Şampiyonası'nda sıtmanın verdiği 40 derecelik hararetle mindere çıkmasına rağmen yaptığı altı güreşi de kazanarak 73 kilonun Avrupa Şampiyonu oldu. 1947 yılında Prag'da yapılan Avrupa Greko-Romen Şampiyonası'nda da Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti.
İlk kez “Demirperde Bloku”nun katıldığı bu şampiyona enteresan bir mahiyet taşımaktaydı. Zira Sovyet Rusya ve peykleri bir demirperde ülkesinde yapılan bu şampiyonada tam bir ittifak içinde idiler. Yaşar, arkadaşlarına yapılan haksızlıkları gördüğü zaman, şampiyonluğu kazanmak için sadece Rus rakibini değil, demirperde hakem blokunu da yenmesi gerektiğini gayet iyi anlamıştı. Bu azimle girdi güreşlere ve rakiplerini çatır çarır yendikten sonra finalde Rus ile karşı karşıya kaldı. Güreşe fırtına gibi girdi. Rus'u tuttuğu gibi yere vurdu. Oyundan oyuna geçiyordu. Bir ara rakibinin sırtını yere yatırdı. Hakemler görmezlikten geldiler. Sonra bir tuş daha yaptı. O da aynı akıbete uğradı. Koca Yaşar kızmıştı. Olanca gazabı ile atıldı, çift sürer gibi sürdü Rus'u. Daha sonra hırsla rakibini çatır çatır çevirdi. Bir pestil gibi sırt üstü mindere serdi ve rakibinin göğsüne çıkıp oturdu. Teker teker bütün hakemlere baktı. Gözleri öfke ile doruydu. Hani “Bu da tuş değil mi be insafsızlar” der gibiydi. Hakemler istemeye istemeye “Evet” dediler. Tuşu da; şampiyonluğunu da bastıra bastıra kabul ettirmişti koca Yaşar...
Güreş Dünyasında İsveçlilerin deyimi ile bir “Kara saçlı kuvvet ilahı” olarak parlayan Yaşar Doğu, büyük namını 1948 Olimpiyatları, 1949 Avrupa Şampiyonluğu ile de perçinledi. 1950 yılında Irak ve Pakistan'a yaptığı büyük turnede büyük kuvvet ve güreş bilgisini doğu alemine tanıtmak imkân ve fırsatını da buldu.
1951 yılında Helsinki'de yapılan Dünya Şampiyonası'nda 87 kiloda Ayyıldızlı mayoyu giydi. Çok çabuk kilo alan, buna karşılık çok zor kilo veren bir bünyeye sahipti. Bu yüzden yıllar ilerledikçe sıkleti de yukseliyordu, Nitekim 67 kilo ile başladığı güreş hayatının son şampiyonluğunu Helsinki'de 87 kiloda kazandı. Böylelikle parlak güreş hayatına bir de dünya şampiyonluğu sıfatını eklemiş oldu.
Ayyıldızlı mayo altında yaptığı 47 maçın 46'sını kazanan Yaşar, bunların 33'ünde tuş yapmış, 11 maçını ittifakla, 1'ini abandone ile, birini de ekseriyetle kazanmıştır. Galibiyetle sonuçlanan 46 güreşi 690, dakika sürmesi gerekirken; yaptığı tuşlarla bu süreyi 372 dakika 26 saniyeye indirmişti.
Güreş hayatını kapattıktan sonra Millî Güreş Takımımıza antrenör oldu. 1955 yılında antrenör olarak Millî Takımımızla gittiği İsveç'te ciddi bir kalp krizi geçirdi. Uzun bir tedavi gördü. Doktorlar kendisine iyi bakmasını, yorulup heyecanlanmamasını söylemişlerdi. Fakat bunu yapamadı. İsveç'ten döner dönmez tekrar kendini güreşe verdi ve 8 Ocak 1961'de Ankara'da bir kalp krizi sonucu vefat etti..
yorumsuz
'ÜÇ HARFLİ'' görmüş çocuklar gibi çıldırıyorum !
Başıma kadar çekip yorganımı , titriyorum ! - Gelme ! diyorum
ey ''A/Ş/K''-
Bu gece gelme !
......
Hâyalini kovacak bir duâ henüz bilmiyorum ...
...
Atilla İlhan
Başıma kadar çekip yorganımı , titriyorum ! - Gelme ! diyorum
ey ''A/Ş/K''-
Bu gece gelme !
......
Hâyalini kovacak bir duâ henüz bilmiyorum ...
...
Atilla İlhan
Hayat böyle garip çelişkiler üzerine kurulu
Kendine bakılsın diye açık giyinip,
bakılınca şikayet edene 'Türk Kızı',
açık giyinen herkese bakıp sevgilisini açık giydirmeyene de 'Türk Erkeği' denir..
bakılınca şikayet edene 'Türk Kızı',
açık giyinen herkese bakıp sevgilisini açık giydirmeyene de 'Türk Erkeği' denir..
tarihte ilaç ve inanç
M. S. 1000...... O ot kötü, gel bu duayı oku.
M. S. 1250...... O dua batıl inanç, al bu iksiri iç.
M. S. 1500...... O iksirin ne faydası var, al bu hapı yut.
M. S. 1750...... O hap etkisiz, al bu antibiyotiği iç.
M. S. 2000...... O antibiyotik kimyasal, al bu otu ye
nasihat
"Asla Bir Salakla Tartışmayın..
Çünkü Dışarıdan Bakanlar Hanginizin Salak Olduğunu Anlamayabilir."
|Bob Dylan|
Çünkü Dışarıdan Bakanlar Hanginizin Salak Olduğunu Anlamayabilir."
|Bob Dylan|
Kant'tan Görüşler
Duyusal varlıklar olarak bütünüyle doğal düzenin parçasıyız.Dolayısıyla nedensellik yasasına tabiyiz.Bu açıdan bakınca özgür bir irademiz bulunmuyor.Ama ussal varlıklar olarak duyumlarımızdan bağımsız haliyle dünyada bir yerimiz car.Yalnızca ahlaki tercihler yapmamıza olanak sağlayan 'pratik aklımıza' uymakla özgür bir iradeye sahip olabiliriz.Çünkü ahlak yasasına boyun eğdiğimizde, kendi uyacağımız yasayı yine kendimiz ortaya koymuş oluyoruz.
Kant,rasyonalistler ve empristler arasındaki çatışma sonucu felsefenin girdiği açmazdan bir ççıkış yolu göstermeyi başarmıştır.Bu yüzden Kant'la birlikte felsefe tarihinin bir dönemi daha kapanmış olur.1804'te Romantik Çağ başlamaktayken öldü Kant. Königsberg'deki mezarında en ünlü sözlerinden biri yazılıdır: 'Ne kadar sık ve uzun düşündüysem, şu iki şey hep yeni ve artan bir hayranlık ve huşuyla doldurdu ruhumu:üstümdeki yıldız gökyüzü ve içimde ahlak yasası.' Ve devam ediyor,'yukarıda ve içimde bir Tanrı olduğunun kanıtı bunlar.'
Kant, ahlak yasasını örneğin nedensellik yasası kadar mutlak ve genel sayıyordu.Nedensellik yasası da akılla kanıtlanamaz, ama yinede kaçınılmaz bir şeydir.Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir şey.
Kant, ahlak yasasını anlatırken vicdanı betimlermiş olur.Vicdanın bize bildirdiğini anlatamayız,yine de biliriz. Bazen başkalarına karşı sevimli davranırsın, çünkü işine öyle gelir.Böylece seni severler. Ama eğer sırf sevilmek için iyi davranıyorsan, demek ki seni harekete geçiren ahlak yasası değildir.Ya da bu yasaya saygı duymuş olmazsın.Ahlak yasasına uygun davranıyor olman da belki iyi birşeydir, ama ahlaksal denebilecek davranış kendi eğilimlerine karşı koyabilmeyi gerektirir.Bir şeyi ödev saydığın için yapıyorsan, ancak o zaman ahlaksal davranıştan söz edebiliriz.Bu yüzden Kant'ın ahlakı genellikle bir ödev ahlakı olarak nitelendirilir.
Yardım kuruluşları için para toplamayı ödev sayabiliyorsan asıl önemli olan bunu doğru bildiğin için yapıyor olmandır.Topladığın para yolda kaybolsa ve yardım edilmesi gereken insanlara hiç ulaşmasa bile, sen ahlak yasasına uymuş oldun.Doğru bir anlayışla hareket ettin.Kant'a göre bir davranışı ahlaki açıdan kabul etmek için, ona yol açan anlayışa bakmak gerekir, eylemin vardığı sonuçlara değil.Bu yüzden Kant'ın ahlak görüşüne düşünüş ahlakı da denmektedir.
-Ne zaman ahlak yasasına uygun davrandığımızı bilmek neden bu kadar önemliydi Kant için? Yaptığımız şeyin insanlara yararlı olması daha önemli değil mi?
*Tabi, zaten Kant da buna itiraz etmezdi.Ama ancak ahlak yasaına saygı duyarak davranıyorsak, özgür davranıyoruz demektir.
Sırf bir yasaya göre özgür olmuyorduk Kant'a göre.Hatırlarsanız insanın özgür bir iradesi olduğunu iddia etmek ya da varsaymak gerektiğini söylemişti Kant.Bu önemli bir nokta, çünkü Kant bir yandan da her şeyin nedensellik yasasına göre gerçekleştiğine inanıyordu.Aama öyleyse özgür bir iradeye nasıl sahip olabiliriz? İşte Kant bu noktada insanları ikiye bölüyordu.Biraz Descartes'i hatırlatıyor bu bize.O da insanın ikili bir varlık olduğunu, hem bir bedene hem de bir akla sahip olduğunu söylemişti.Kant da duyusal varlıklar olarak tümüyle hiç değişmeyen nedensellik kurallarına tabi olduğumuzu söyler.Neyi duyumsayacağımıza kendimiz karar veremeyiz;duyumlar kendilerini dayatır ve istesek de istemesek de bizi etkiler.
Kant,rasyonalistler ve empristler arasındaki çatışma sonucu felsefenin girdiği açmazdan bir ççıkış yolu göstermeyi başarmıştır.Bu yüzden Kant'la birlikte felsefe tarihinin bir dönemi daha kapanmış olur.1804'te Romantik Çağ başlamaktayken öldü Kant. Königsberg'deki mezarında en ünlü sözlerinden biri yazılıdır: 'Ne kadar sık ve uzun düşündüysem, şu iki şey hep yeni ve artan bir hayranlık ve huşuyla doldurdu ruhumu:üstümdeki yıldız gökyüzü ve içimde ahlak yasası.' Ve devam ediyor,'yukarıda ve içimde bir Tanrı olduğunun kanıtı bunlar.'
Kant, ahlak yasasını örneğin nedensellik yasası kadar mutlak ve genel sayıyordu.Nedensellik yasası da akılla kanıtlanamaz, ama yinede kaçınılmaz bir şeydir.Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir şey.
Kant, ahlak yasasını anlatırken vicdanı betimlermiş olur.Vicdanın bize bildirdiğini anlatamayız,yine de biliriz. Bazen başkalarına karşı sevimli davranırsın, çünkü işine öyle gelir.Böylece seni severler. Ama eğer sırf sevilmek için iyi davranıyorsan, demek ki seni harekete geçiren ahlak yasası değildir.Ya da bu yasaya saygı duymuş olmazsın.Ahlak yasasına uygun davranıyor olman da belki iyi birşeydir, ama ahlaksal denebilecek davranış kendi eğilimlerine karşı koyabilmeyi gerektirir.Bir şeyi ödev saydığın için yapıyorsan, ancak o zaman ahlaksal davranıştan söz edebiliriz.Bu yüzden Kant'ın ahlakı genellikle bir ödev ahlakı olarak nitelendirilir.
Yardım kuruluşları için para toplamayı ödev sayabiliyorsan asıl önemli olan bunu doğru bildiğin için yapıyor olmandır.Topladığın para yolda kaybolsa ve yardım edilmesi gereken insanlara hiç ulaşmasa bile, sen ahlak yasasına uymuş oldun.Doğru bir anlayışla hareket ettin.Kant'a göre bir davranışı ahlaki açıdan kabul etmek için, ona yol açan anlayışa bakmak gerekir, eylemin vardığı sonuçlara değil.Bu yüzden Kant'ın ahlak görüşüne düşünüş ahlakı da denmektedir.
-Ne zaman ahlak yasasına uygun davrandığımızı bilmek neden bu kadar önemliydi Kant için? Yaptığımız şeyin insanlara yararlı olması daha önemli değil mi?
*Tabi, zaten Kant da buna itiraz etmezdi.Ama ancak ahlak yasaına saygı duyarak davranıyorsak, özgür davranıyoruz demektir.
Sırf bir yasaya göre özgür olmuyorduk Kant'a göre.Hatırlarsanız insanın özgür bir iradesi olduğunu iddia etmek ya da varsaymak gerektiğini söylemişti Kant.Bu önemli bir nokta, çünkü Kant bir yandan da her şeyin nedensellik yasasına göre gerçekleştiğine inanıyordu.Aama öyleyse özgür bir iradeye nasıl sahip olabiliriz? İşte Kant bu noktada insanları ikiye bölüyordu.Biraz Descartes'i hatırlatıyor bu bize.O da insanın ikili bir varlık olduğunu, hem bir bedene hem de bir akla sahip olduğunu söylemişti.Kant da duyusal varlıklar olarak tümüyle hiç değişmeyen nedensellik kurallarına tabi olduğumuzu söyler.Neyi duyumsayacağımıza kendimiz karar veremeyiz;duyumlar kendilerini dayatır ve istesek de istemesek de bizi etkiler.
günün sözü
"Ben her zaman yeni arkadaşlarım hakkında herşeyi ögrenmek isterim,eski arkadaşlarım hakkında ise hiçbir şeyi."
11 Eylül 2011 Pazar
KÖRFEZE OTOPARK
yüzyıllardır kanalizasyon akıtıldı körfeze.s..ça s..ça dolduramadık sağ olsun akp li belediyemiz 10 yıl olmadan dolduracak. Milyar dolarları vermesinler köprü için nasıl olsa yakında yürüyerek geçeriz karşıya. Hem otopark hem orman yapacaklarmış kaçak belediyenin arkasına. otomobil ormanı mı acaba? Adam göbeğini kaşıyanlar dedi diye alındı millet. Torunlarımız kafalarını kaşırken nasıl düzelteceğiz bu rezillikleri diye düşünecek ve bize bol bol küfür edecekler.Çok ta haklı olarak.Ama iş işten geçmiş olacak ne çare.
ÜZGÜNÜM
Kimse hak ettiğini alamıyor hayattan
Sadece bedenler değil ruhlar da hapis
Özgür olan hayallermiş üzgünüm
Rüzgarlar bulutlara, Dağlar rüzgarlara engel
Kuşlar bile özgür değil aslında
Hiç birimiz değiliz ve ruhlarımız kodeste üzgünüm
Ben ise mahkumiyetime mahkumum
Ne duvardan aşmak, ne tünel kazmak
Arada belki gökyüzüne bakmak
Daha fazlasına cesaret edemedim üzgünüm
Üzgünüm! Doya sıya sevemedim
Sevişemedim üzgünüm
Üzgünüm! Verdiğim değeri gösteremedim
Yetindim, yetemedim üzgünüm
Oynamadım hiç, seyretmedim de
Hata yapmaktan korktum da, hatalarımdan dönemedim
Üzgünüm! Özür bile dileyemedim hiç
Affet beni üzgünüm
Tahir ÖZCAN 11/09/2011
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
MAGNUM
Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...