28 Şubat 2012 Salı

Hocalı'da 1992'de ne olmuştu?


26 Şubat 1992'de Ermeniler tarafından yapılan Hocalı katliamı için adalet istemenin vakti geldi. Dünyanın suskun kaldığı katliam artık dile gelmek istiyor. Hocalı'yı Anma Gönüllüleri Komitesi, uluslararası platformda yalnız olmadıklarını anlatmak için bugün 14.00'te Taksim'de olacak. 'Hocalı için adalet' diyen herkesi bekliyorlar...
Merhum Cem Karaca, Karabağ'ın işgali ile ilgili şöyle seslenmişti yaktığı ağıtla: Karabağ'da talan var/ Ak gerdana saldıran var/ Genirsen durum gedim/ Gözü yolda kalan var... 20 sene önce takvimler 26 Şubat'ı gösterdiğinde Hocalılıların soğuk ve uzun bir geçmiş iliştiriliyordu ruhlarına. O gün Ermenistan ordusu, Sovyetler'den kalan 366. Motorize Piyade Alayı ile sivil Azerileri katletti. Azerbaycan Devleti'nin açıklamasına göre 106'sı kadın 83'ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azeri Türk, Ermeniler tarafından Hocalı'da öldürüldü. Fakat 20. yüzyılın sonunda yapılan trajedik katliama şimdiye kadar hep sessiz kalındı. Gözlerin her şeyi gördüğü bu modern çağda, kulaklar maalesef sağır kesildi onlara. Ama bugün, sessizliği bozmanın vakti geldi!

Katliamdan geriye kalan Hocalılılar, doğdukları, âşık oldukları ve ailelerinin öldüğü bu topraklarda yeniden yaşamak; özgürce nefes almak istiyorlar. Azerbaycan'ın sağladığı mülteci kasabalarda değil, vatanlarında bayraklarına bakmayı hayal ediyorlar. Bunun için Hocalı'yı Anma Gönüllüleri Komitesi, bugün 14.00'te Taksim'de olacak. Peki bugün Hocalılıları, adalet için Taksim'de toplayan soykırım nasıl ve neden gerçekleşti?

Sorunun cevabı, Karabağ meselesinde gizli. Ermenistan ile Azerbaycan arasında bulunan Dağlık Karabağ'ın en önemli tepelerinden olan Hocalı kasabası, Ermeni ordusu için her zaman ele geçirilmek istenen bir yerdi. Bu bakımdan Hocalı, 1988 yılından 1992'ye kadar devamlı muhasara altındaydı. Aralık 1991'de Azerilerin yaşadığı Kerkicahan kasabasının alınması, Hocalı'nın Ermeniler tarafından abluka altına alınmasının yolunu açtı. Kısa sürede bugün adının hafızalarımıza kazınması gereken kasaba, Ermeniler tarafından abluka altına alındı. Dış dünya ile irtibatı kesildi. Karayolu ulaşıma kapatıldı. Hocalılılar artık, sürekli bombalar altında yaşıyorlar ama kaçamıyorlardı... Üstelik kimseden yardım isteyecek durumları da yoktu. 25 Şubat gecesi beklenen oldu. Silahlanan Ermeniler, sivilleri kıstırdı. Evlerinde onları katletti. Cesetler, vahşi bir şekilde üst üste atılarak yakıldı. İnsanlık sükût etmişti; ama 'Kutsal Haç' uğruna savaş Hocalılıları yok edene kadar devam etti. 1.275 kişi rehin alındı, onlardan da 150'si kayboldu. Kayıp yakınları, bir umutla hâlâ bekliyor sevdiklerini; ama akıbetleri maalesef bilinmiyor. Saldırıdan sonra Hocalı'ya gelenler akıl almaz manzaralarla karşılaştı. Çocukların gözleri oyulmuş, burun ve ağızları bıçaklarla kesilmiş, yaşlıların yüzlerine jiletlerde vurulmuştu. Erkeklerin saçları koparılmış, hamile kadınların karınları açılmıştı....

İnsanın anlatırken çekindiği bu vahşet, Ermeniler tarafından yalanlanmadı; aksine bir övünç kaynağı gibi anlatıldı. Dönemin komutanlarından ve bugün Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, katliamın Ermeni askerler tarafından yapılan bir intikam olduğunu açıklamıştı. Sarkisyan'ın dışında katliamı yapan Ermenilerden bazıları, Hocalı'da yaptıklarını kitaplaştırmıştı. Bunlardan biri Zori Balayan. Ruhumuzun Canlanması kitabında şöyle bir olaydan bahsediyor Balayan: "... Askerlerimiz, arkadaşım Haçatur'la girdiğimiz bir evde 13 yaşındaki bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. ... Çocuğun bağırışları duyulmasın diye Haçatur, annesinin kesilmiş göğsünü çocuğun ağzına verdi. ... Daha sonra bu 13 yaşındaki Türk'e atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu 7 dakika içinde kan kaybından öldü. ... Türk çocuğuna yaptığım bu işkenceden kendimi rahatsız hissetmedim. ... Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğrayıp Türklerle aynı kökten olan köpeklere attı."

Şu an Azerbaycan milletvekilliği yapan dönemin Hocalı Valisi Elman Memedov'un anlattıkları da saldırının nasıl bir psikolojide yapıldığının delili: "Kasabada 3 bin insan vardı, 8-9 saat içinde 613'ü yaşlı, kadın, çocuk demeden katledildi. Dağlara kaçanlar da oralarda donarak öldü."

Dünya ise, Hocalı'da bu yaşananlara kayıtsız kaldı. İnsan haklarını çok önemseyen Batı, Karabağ işgaline müdahale etmedi. Hocalı'da bir soykırım yapıldığı pek çok devlet nezdinde bile yeni yeni kabul ediliyor. Bugün dünyanın, 1992 Şubat'ında yapamadığını yapma zamanı.

SEVİM ŞENTÜRK - 26.02.2012

gülmece

Hayattan alabileceğimiz 5 ders!


İş hayatında belli çalışmalar, projeler sonrasında oturup neler iyiydi, neler daha iyi olabilirdi şeklinde konuşur, öğrendiğimiz şeyleri bir sonraki projelere taşımaya çalışırız. 
Böylece daha az hata yapıp, daha başarılı projelere imza atarız.

Hayatımız söz konusu oldugunda bunu ne kadar yapıyoruz soru işaretli. 
İşin içine duygular, egolar girince ben burada hatalıydım, şunu şöyle yapmalıydım sorgulamasını yapmak zor. 
Kendi hayatımız için bunu yapamasak da başka hayatlardan öğrenebileceğimiz çok şey var. Hayat tecrübesi denilen şey çok önemli. 

Belli bir yaşın üstündeki kişilerle konuşmaktan çok keyif alıyorum, çok şey öğreniyor insan. “Pişman olduğunuz şeyler var mı?, Neyi farklı yapardınız?” sorularını soruyorum hep. Onların hayat derslerini dinlemek bana sihirli bir kitap okuyormuşcasına coşku veriyor. 

Anneanneme sordum en son, hep başkaları için çalıştığından, hiç kendi hayatını yaşamadığından yakındı. “Canının kıymetini bil, kendini hiç üzme” diye de sıkı sıkı tembihledi. 

Benzer bir amaçla Avusturalya’lı bir hemşire ölümü bekleyen pek çok hastaya pişmanlıklarını sormuş, işte yaşamın son anlarından çıkarılan 5 ders..



1. "Keşke başkalarının benden beklediği hayatı sürmek yerine düşlerimi gerçekleştirme cesaretim olsaydı."
En büyük pişmanlıklar gerçekleştirilemeyen hayallerde oluyor sanırım. Deneme riskine bile girilmeyen hayaller yaşarken acıttığı gibi, ölüm döşeğinde de içimizi acıtıyor.
2. "Keşke bu kadar çok çalışmasaydım." 
Hayatta en önemli şey denge, sadece işe odaklanmak, deli gibi çalışmak ve aileyi, dostları ihmal etmek pişmanlık doğuruyor. Benim karşılaştığım koçluk seanslarında da pek çok kişi çocuklarına yeteri kadar zaman ayıramadıklarından, onların çocukluklarını kaçırdıklarından şikayetçi.
3. "Keşke duygularımı dile getirmeye cesaretim olsaydı." 
Bizim toplumumuz duygularını ifade edebilen bir toplum değil. Ağlama, konuşma, kızma şeklinde telkinlerle büyütülmüş çocuklar olarak kendimizi özgürce ifade etmeyi öğrenemiyoruz. Duygularımızı örtülü şekilde ifade ediyoruz ya da hiç edemeyip içimizde bir yerlerde patlatıyoruz. Özünde pek çok hastalık da ifade edilemeyen duygulardan kaynaklanıyor.
4."Keşke arkadaşlarımla ilişkimi sürdürseydim." 
Mutlulukla ilgili çalışmalarda, en mutlu insanların güçlü sosyal çevreleri olduğu görülüyor. Etrafında yakın dostları olan, içten paylaşımlar yapabilen kişiler daha mutlu bir hayat sürüyor. Yakın arkadaşlarımız yoksa, sevildiğimizi, desteklendiğimizi hissetmiyorsak hayatın tadı tuzu kaçıyor. Ölüm döşeğinde bu yalnızlık daha da koyuyordur insana.
5."Keşke kendime daha çok mutlu olmak için izin verseydim." 
Kendimizi öncelikler listemizin kaçıncı sırasına koyuyoruz? Benim sıralamamda uzun bir süre ilk 3'de bile değildi. Sonradan fark ederek kendimi ilk 3’e sokmayı başardım ama hala birinci sırada olduğumu söyleyemem. Beni ne mutlu ediyor, ben tam olarak ne istiyorum sorularını kendime sorduğumda yirmili yaşlarımı geçmiştim. 
Zararın neresinden dönersem faydadır misali iyileştirmeye çalışıyorum ama daha çok yolum var...

Eleştirelcilik (Kritisizm)

Alman düşünürü Immanuel Kant'ın öğretisi...

Kant'a göre felsefe araştırması, bir değerlendirme (eleştiri) olmalıdır. Felsefe us'la yapılıyor. Öyleyse usu değerlendirmek onun ne olduğunu ve ne olmadığını iyice bilmek gerek. Felsefe nasıl bir usla yapılıyor?.. deneyden yararlanmayan bir salt us'la. Öyleyse salt us nedir. Salt us, duyarlığın verilerinden alınmamış olan (apriori) bir bilgiyi gerçekleştirdiği iddiasındadır. Buysa nesneler düzenini aşarak düşünce düzenine yükselmek demektir. 

Öyleyse salt usun bilme yöntemi bir aşkınlık yöntemi'dir. Salt us bu yöntemle gerçek bir bilgi edinebilir mi?.. Öyleyse bilgi ne demektir , önce onu tanımlamak gerekir. Kant'a göre her bilgi, bir yargıdır. Ne var ki her yargı, bir bilgi değildir. Örneğin "her cisim yer kaplar" yargısı bize yeni bir bilgi vermez, çünkü "cisim" kavramı esasen "yer kaplamayı" içerir; bu yargıda sadece bir çözümleme yapılıyor ve "cisim" kavramı çözümlenerek kendisinde esasen bulunan bir bilgi hiçbir gereği yokken yeniden ortaya konuyor. 

Oysa "bu yük ağırdır" yargısı bize yeni bir bilgi verir, çünkü "yük" kavramı kendiliğinden hafif ya da ağır olduğunu bildirmez; burada, ötekinin tersine, bir çözümleme değil bir bireştirme yapıyoruz ve "yük" kavramıyla "ağır" kavramını birleştirerek yeni bir bilgi elde ediyoruz. Demek ki bize bilgi veren yargılar çözümsel yargılar değil, bireşimsel yargılardır. Salt us bu bireşimsel yargıyı aşkınlık yöntemiyle, deneyi aşarak gerçekleştirebilir mi? Kant bu soruya kesin olarak şu karşılığı veriyor: gerçekleştiremez. Böylece metafiziği kesin olarak yıkmış oluyor: "salt us deneyden yararlanmadan hiçbir bilgi gerçekleştiremez." 

Öyleyse metafizik tasarımlar, insanların romantik düşlerinden başka bir şey değildirler. Kant öncesi felsefenin tanrılaştırdığı us, böylelikle tahtından indirilmiş oluyor; artık, aşkınlık yöntemiyle çalışan salt usa güvenilmeyecektir. Kant eleştirmeye devam ediyor: salt us, bireşimsel yargı olan bilgi'yi niçin gerçekleştiremez? Çünkü us, sadece bir birleştirme işini gerçekleştirmektedir ve bu iş için gerekli gereçleri nesneler düzeninden almaktadır. Elimizle tuttuğumuz taşı yere bırakınca onun düştüğünü görüyoruz ve ancak ondan sonradır ki (apesteriori) "bırakılan taş düşer" bilgisini edinebiliyoruz. Bu deneyi yapmadan önce (apriori) bu konuda hiçbir bilgimiz olamaz. Bize bu gereçleri veren duyarlık'tır. Duyarlık , bize bu gereçleri nasıl veriyor? Zaman ve mekan içinde veriyor. Oysa nesneler düzeninde zaman ve mekan diye bir şey yoktur. 

Demek ki bunlar duyarlığın dışardan almadığı, kendinden çıkardığı bir şeylerdir ve duyarlık bunları katmadan, dışardan aldığı hiçbir şeyi bize gönderemez. Bunlar deneyden elde edilemeyeceklerine göre, usun verilerimidir? Kant, bu soruya da kesinlikle şu karşılığı veriyor: hayır, bunlar usun verileri olamaz. Çünkü küçük çocuklar zaman ve uzayı düşünmeksizin bilirler, hiçbir ussal işleri gerçekleştiremedikleri halde sevdikleri şeylere yaklaşır, sevmedikleri şeylerden uzaklaşırlar. Öyleyse, duyarlık, ne nesneler ne de düşünce düzeninden aldığı bu şeyleri nasıl elde etmiştir? Kant, bu soruya , kendine özgü bir karşılık veriyor: sezi ile. Kant'a göre bunlar birer biçim'dir ve ancak duyarlığın sezisiyle elde edilebilir. 

Zaman iç duyarlığın biçimidir, içimizden gelen her duygu zamanla birliktedir; mekan dış duyarlığın biçimidir, dışımızdan gelen her duygu mekanla birliktedir. Katılmadıkları hiçbir duyumun gerçekleşemeyeceği bu biçimler, usun verileri olmadıkları halde deneyüstü (transzendentale)'dürler. Deneyden çıkarılmışlardır ama bunlarsız da deney yapılamaz. Kant'a göre, aşkın bilgi olamaz ama deneyüstü bilgi olabilir. 

Bir soru daha gerekiyor: deneyden gelen verilere duyarlığın seziyle elde ettiği biçimlerin katılması, bilimsel bir bilgiyi gerçekleştirmeye yeter mi? Yetmeyeceğini söyleyen Kant, sonunda us'a deneyüstü bir görev bulmuştur: bireştirme işi. Kant' a göre us bu görevi gerçekleştirmeseydi, ne duyuların verileri ve ne duyarlığın katkıları bilimsel veriyi gerçekleştirebilirdi. Öyleyse us , bu bireştirme işini nasıl yapıyor? Duyarlığın katkısıyla birlikte gelen bilgi süreçlerini düzenleyici kalıp (kategori)'lara sokarak. Us, bu kalıpları ne deneyden ve ne de duyarlığın sezişinden almıştır; bu kalıplar onda temel olarak vardırlar ve kendisiyle birliktedirler.

Demek ki, Kant'a göre bilgi, gene de, nesneler düzeninde değil, us'un düşünme düzeninde gerçekleşmektedir. Kant, böylelikle kendi düşünme yöntemini de bulmuş oluyor: deneyüstü yöntem (transzendental methode). Kendi kurduğu bu terimle, eleştirici bakışını dile getirerek, bilginin duyuların ürünü olduğunu savunan duyumculukla anlığın ürünü olduğunu savunan anlıkçılık(entellektüalizm)'ın üstüne aşıyor ve gerçeğin, her ikisinin birleşik bir üstünde'liğinde olduğunu savunuyor.

Kant'a göre; kesin, tümel, her zaman ve her yerde geçerli bilgi elbette deneyüstü önsel bir bilgidir. Çözümsel yargıların tümü sonsaldır, deneden sonra gerçekleşmişlerdir ve bu yüzden bilimsel ve kesin bir bilgi vermezler. Bireşimsel yargıların da önsel olanları vardır ama sonsal olanları da vardır. İşte asıl kesin ve bilimsel bilgi bu önsel bireşimsel yargı'lardır.

Oyuncak Hikayesi


bilirsiniz ki asla tam kalbinden yaralayamazsınız bir oyuncağı
sessiz yüreklere sahip birer candır oyuncaklar, bazen cam gibi kırılgan.
gündüz minik ellerin arasında büyürler, geceleri kendi kutularında


mutlu değillerdir
mutsuz hiç değil
ağızları vardır, sesleri çıkmaz
yüzleri vardır sana bakmaz
gözleri vardır yaşı akmaz
yaşlanmazlar da, birlikte oynadıkları çocuklar ile büyürken.
çocuklar büyür, oyunlar biter, oyuncaklar ise ölürler!



ya sen?
kutusunun içinde hikayesini başkalarının küçük ellerine bırakan oyuncak mısın, zamanı geldiğinde ölmesini de bilen?
yoksa oyunun gerçek sahibi misin, canı istediği an birlikte büyüdüğü oyuncağının canını acıtabilen, sonunda oynamayı bırakıp onu ölümüne terkeden?

NASİHAT

GÜNÜN KARİKATÜRÜ

MİMAR SİNAN’DAN SÜRPRİZ MEKTUP


Birkaç yıl önce Şehzadebaşı Cami’sinin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalması üzerine en yetkin mimar ve mühendislerden oluşan bir ekip, camiinin bütün yükünü taşıyan kemerleri incelemeye aldı.

Kemerlerin içinde gizli bir bölme ekibin dikkatini çekti.
...
Bölmede, Mimar Sinan’ın imzasını taşıyan Osmanlıca bir mektup vardı. Mektup’ta şöyle yazıyordu:

“Bu notu bulduğunuza göre kemerlerden birinin kilit taşı aşındı ve nasıl değiştirileceğini bilmiyorsunuz.”

Koca Sinan, kademe kademe kilit taşının nasıl değiştirileceğini anlatıyordu. Heyet, Sinan’ın söylediklerini aynen uyguladı. Şehzadebaşı Cami böylelikle kurtarıldı. Bu not şimdi Topkapı Sarayı’nda saklanıyor.

Asırlar önceki bu incelik ve feraset, umarız günümüz mimarlarına ve müteahhitlerine örnek olur da, depremlerde bunca kayba neden olunmaz.

KUKLA

Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz: 
Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz. 
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer; 
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.

- Ömer HAYYAM -

USTA

Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?

Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?

Gurbet ne yana düşer usta
Sıla ne yana
Hasret hep bana
Bana mı düşer usta?

- Refik DURBAŞ -

GÜNÜN SÖZÜ


Hayat seni güldürmüyorsa, espriyi anlamadın demektir.

- Anton Çehov -

ESKİDEN


Çember çevrilir,
Su musluktan içilir,
Ağaçlara tırmanılırdı.
Bebekler bezden,
Silahlar tahtadan,
Resimler kömür karasından yapılırdı.
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
İsimleri konulur,
Saatli maarif okunurdu.
Komşuda pişen
Bize…
Bizde pişen komşuya düşerdi.
Geceler ayaz,
Sokaklar karanlık,
Yıldızlar parlak olurdu.
Turşu, salça, mantı
Evde yapılır,
Karpuz kuyuda soğutulurdu.
Erik ağacının çiçeği,
Pencere camımıza yaslanır,
Güz yaprakları bahçemize düşerdi.
Kardan adam yapılır,
Evlerde soba yakılır,
Kış gecelerinde masal anlatılırdı.
Merdiven çıkılır,
Aidat ödenmez,
Yönetici seçilmezdi.
Evler badanalı,
Sokaklar lambasız,
Mahalleler bekçili olurdu.
Ajans radyodan dinlenir,
Çizgi roman okunur,
Defterlere kenar süsü yapılırdı.
Hayat,
Arkası yarın gibiydi,
Kesintisizdi.
Her gün yaşanacak bir şey vardı.
Herkes kendi düşünü kurar,
Kendi hayatını oynardı.

Şimdi,
Herkes
Yoğun,
Yorgun
Ve
Tek başına…

Can DÜNDAR

25 Şubat 2012 Cumartesi

Günün fıkrası

CUMA GÜNÜ ÖLDÜ ??

Adamın biri cuma günü ölmüş ve gömmüşler.
Oğlu hocaya gitmiş ve
babam cuma günü öldü öbür tarafta nasıl karşılanır? diye sormuş.
Hocada sormuş
Namaz kılarmıydı?
Hayır! ama cuma günü öldü.
Kumarı içkisi varmıydı?
Vardı ama cuma günü öldü
Yalan söylermiydi?
Evet ama cuma günü öldü
Hovardalığı varmıydı?"
Evet ama cuma günü öldü
Hoca sonunda sinirlenmiş ve
Cuma günü ellemezler ama,
Cumartesi anasını bellerler.:)))

Anılarla Atatürk



Kurtuluş savaşından bir anı ; İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk,Ankara'ya trenle hareket edilecek.
Ertesi gün yaveri kompartmanın kapısını çalar, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk.
Yaveri "Ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz" der.
"Ya çocuk, kompartmanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşsunuz. Kolumu yastık
yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşü...d...üm bende uyumadım kalktım" der.
Yaveri; "Aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik" der.
Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan tarihi bir cevapla der ki "Geç farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz.
Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması".

karikatür

NASİHAT


Mutlu insanlar; herşeyin en iyisine sahip olanlar değil,
sahip olduklarını kaybetmeyecek
kadar çok sevenlerdir..

Charles Bukowski

GÜNÜN İNCİSİ

Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın,
Ölüme erken sevgiye geç...
Yine gecikmişim bağışla sevgilim,
Sevgiye on kala, ölüme beş !!

[Aziz Nesin]

TOPLUM NEREYE GİDİYOR

"12 yaşındaki kız internette tanıştığı adama kaçtı. "

Sayfayı çevirin:

Edirne'de sevişirken görüntülenen liseli kızın fotoğrafları...Ve günlerdir Mardin'den Sivas'a kadar Türkiye'nin dört bir yanından 12 -13 yaşında küçük kızlara tecavüz haberleri...

Madalyonun bir yüzünde ağzı salyalı sübyancılar var. Peki diğer yüzünde?...

Alttan alta inanılmaz bir " ergen ihtilali "yaşadığımızın farkında mısınız? Son zamanlarda bir lise mezuniyet balosunda bulundunuz mu hiç? Gitseniz, gördüğünüz ağır makyajlı,cesur dekolteli, yüksek topuklu, cep telefonlu kızların 16 - 17 yaşında olduğuna inanabilir miydiniz acaba?

Levent'te bir estetik kliniğinde görevli bir uzmanla görüştüm.

Dinlediklerime inanamadım:

" 14 - 15 yaşında kızlar, ana babalarından habersiz gelip kaşlarını kaldırmak, fazla yağlarını aldırmak, selülit tedavisi yaptırmak istiyor " muş.

Geçenlerde bir kız elinde Angelina Jolie ' nin fotoğrafıyla gelmiş ve " Bunun ki gibi dudak istiyorum " demiş.

18' lik bir lolita da göğüslerini büyütmesi için yalvarmış.

" En büyük istekleri " neymiş biliyor musunuz?

Zara'nın ya da Diesel' in 34 bedenine sığmak...Bunun için yarışıyorlarmış: " Çünkü televizyonda gördükleri mankenler 34 beden giyiyor. Onu giyebilmek için 44 kilo kalmaları lazım.

Bunun için resmen aç geziyorlar. Gün boyu yedikleri, bir kase yoğurt, iki tas salata, sigara, kahve ve kola... 500 kaloriyle yaşamaya çalışıyorlar. O yüzden vücutlarında demir, sodyum eksikliği var.

Yanlış beslendikleri için vücutları hızla deforme oluyor, müdahale için de bize geliyorlar. "

Uzman, bunun son 3 yılda gözlenen bir " patlama" olduğunu söylüyor:

"Ben de anneyim, 18'lik ' lipolu ' (yağ aldırmış) kızları görünce dehşete kapılıyorum.

Biriktirdiği 300 - 500 milyonla gelip; ' Dudağımızı şişir' diyenleri ' Bırakın dudağınızı da gidin kafanızı şişirin' diye geri yolluyorum. "

Genelde üst gelir grubundan hastaları bulunan bir jinekoloğun gözlemleri daha da çarpıcı:

"Genç nüfusta müthiş bir uyanma var " diyor. 17 - 18 yaşlarında lise öğrencilerinin kürtaj için başvurduğunu söylüyor ve bazı gözlemlerini aktarıyor :

Batı'da ergenlik yaşı 16 - 17' den 11 - 12' ye geriledi.

Amerika'da10 yaşa kadar düştü. Genç kızlar annelerinden çok daha erken adet görüyor artık...

Bunun, iklimden beslenmeye kadar pek çok nedeni olabilir ama en önemli nedenlerinden biri " psiko -

seksüel uyarımın artması "...Yani, okulda, çevrede ve özellikle de medyada cinsel teşhirin yaygınlaşması... Baştan çıkarıcı klipler, uyarıcı filmler, cinsellik yüklü diziler, çıplaklığa çağıran reklamlar, beyinde ergenliği erken uyandırıyor, cinselliğin keşfini hızlandırıyor.

Özellikle varlıklı kesimden gençler, lise çağında, özentiyle büyük ve seksi görünme derdine düşüyor. Karşı cinsi de sadece bir seks nesnesi olarak görüyor. Anneleri mi? Onlar da kızlarının ponponlu çorapları ve lastik ayakkabılarıyla genç görünme çabasında...

Küçükler büyük, büyükler küçük görünmek için yarışıyor adeta...

Kimseyi suçlamayalım; bu tablo bizim eserimiz:

İyi bir kalça sahibi olmanın, iyi bir kafa sahibi olmaktan daha fazla prim yaptığı bir ülkeden ne bekliyordunuz ki?

Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir toplumda nasıl çocuklara "

Göğsünü değil, kütüphaneni büyüt " öğüdü verebiliriz ki?

Yasak çare değil... Beyin faaliyetine itibar kazandırmaya ve öncelikler konusunda topyekün bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var.

Bu toplum nereye gidiyor sizce..

CAN DÜNDAR

GÜNÜN SÖZÜ

Belki sıkıca sarılabileceğimiz bir sevgilimiz olmadı, belki yalnızız.
Ama bilinsin ki, adam gibi sevdiğimizdendir yalnızlığımız.

[ Aziz Nesin ]

Uyumazsak ne olur?




Hayatımızın 1/3’ü uyumakla geçiyor. Napolyon ve Florence Nightingale bir gecede ortalama 4 saat uyurken, Thomas Edison uyumanın sadece zaman kaybı olduğunu savunuyordu.

Peki, o zaman neden uyuma ihtiyacı duyuyoruz? Bu soru yüzyıllar boyunca bilim adamlarının merak ettiği ancak cevabını kesin olarak veremedikleri bir sorudur. Bazıları uykunun günlük aktiviteler sırasında harcanan enerjiyi geri kazanmak için gerekli olduğunu savunuyor.

Ancak şaşırtıcı bir gerçek de şu yönde: 8 saatlik uyku esnasında depolanan enerji sadece 50 Kcal; yani yediğiniz bir tostun verdiği enerjiyle aynı.

Uyuyoruz çünkü konuşma, hafıza ve esnek düşünmeyle ilgili değerlerimizin normal ölçülerde seyretmesi için uykuya ihtiyaç duyuyoruz. Diğer bir deyişle, uyku beyin gelişimi üzerinde önemli bir etkiye sahip.

Uyumazsak ne olur?

Uyumanın önemini anlamak için uyumazsak başımıza neler gelir onları düşünün. Uyku eksikliği beynin çalışmasını ciddi ölçüde etkiler. Unutkanlık, dalgınlık, kendini rahatsız hissetmek yaşanması muhtemel durumlardandır. Sadece bir gece uykusuz kalındığında konsantrasyon büyük ölçüde azalır ve istediğimiz şeye odaklanmada büyük zorluk çekeriz.

Sürekli olarak yetersiz uyku ile ayakta kalmaya çalıştığımızda, beynin konuşmayı, hafızayı, planlamayı ve zaman algısını kontrol eden bölümü ciddi bir şekilde sekteye uğrar ve kendini “kapatır”.

Uykusuzluk sadece bilişsel aktiviteleri değil aynı zamanda duygusal ve fiziksel halimizi de etkiler. Uyku apnesi gibi aşırı uykusuzluktan kaynaklı hastalıklar başımıza bela olabilir. Araştırmacılar uykusuzluğun kilo almayla da yakından ilişkili olduğunu belirtiyor. Çünkü kilomuzu korumak için gerekli olan kimyasal maddeler uyku esnasında salgılanıyor.

Ne kadar uyku idealdir?

Herkesin uyuması gereken süre birbirinin eşdeğeri değildir. Ortalama uyku süresi 7,75 saat olsa da bazıları 5, bazıları ise 11 saat uykuyla kendini dinlenmiş hissedebilir.

Yalnızca insanların değil hayvanların da uyku süreleri birbirinden oldukça farklıdır.

Tür Günlük ortalama uyku miktarı
Piton 18 saat
Kaplan 15.8 saat
Kedi 12.1 saat
Şempanze 9.7 saat
Koyun 3.8 saat
Fil 3.3 saat
Zürafa 1.9 saat

En uzun süre uykusuz kalma rekoru 1965 yılında Randy Gardner tarafından kırılmıştır ve Gardner 11 gün uyumadan kalmayı başarmıştır. 4 gün sonra halüsinasyon görmeye başlayan Gardner, birkaç gün sonra kendini ünlü bir futbol oyuncusu sanmış ve araştırmanın sonuna doğru bilişsel aktiviteleri ciddi ölçüde düşmüştür.

Rakı - Tarihçesi



Rakı ilk olarak rakı yahut rakia adı ile Osmanlı Devleti'nde üretilmeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Anadolu'da ve Rumeli'nde yaygın olarak içilen bir içecek haline gelmiştir. Türk Rakısı, onun bir türevi Yünan Rakısı yani Uzo'dan kullanılan anason çeşidinin daha az olması ve genelde alkol oranının Yunan rakısından fazla olması ile ayrılır.
Rakı 19. yüzyılda gayrimüslim topluluğun da severek içtiği ve Müslümanların işletme sahibi olması yasak olmasına karşın gayrimüslim milletin çalıştırdığı taverna ve meyhanelerde içilen bir içki idi. Ouzo şişelerin arkasındaki tarihçede 19. yüzyılda İstanbul'da da içildiğine dair kayıtları bulunmaktadır.Uzo(Ouso); ismi de Sakız adasındaki rumların ürettiği rakıya "Use Of Sultan Only" marlasını vermeleriyle çıkmıştır.Bugün rakı üretiminde Türkiye ilk sıradadır. Almanya, Amerika ve Çin başta olmak üzere onlarca ülkeye ihraç edilmektedir.

14 Şubat 2012 Salı

SEVGİYİ UZAKTA ARAMAYIN!



SIRA BEKLEMEK


Klasik tepki: "Sıraya geç kardeşim."

Neoklasik tepki: "Şeker kardeşiim sıraya geçiver."

Realist tepki: "Sıra var."

Sürrealist tepki: "Sallandıracaksın bunlardan ikisini Kızılay'da bak bir daha yapabiliyorlar mı?"

Romantik tepki: "Beyefendi galiba sırayı görmediniz."

Modern tepki: "Efendim insanımız eğitimsiz. Halbuki Avrupa da..."

Postmodern tepki: "Sırana geç lan ayı!"

Uzlaşımcı tepki: "Acelesi olmasa öne geçmezdi, üzmeyin garibi..."

Devrimci tepki: "Altyapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek."

Kaderci tepki: "İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür."

Felsefeci (septik kuşkucu) tepki: "Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir."

Kantçı tepki: "Efendim, algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa, adam yok olur."

Kötümser varoluşçu tepki: "Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adam da ölecek."

İyimser varoluşcu tepki: "Sıkmayın canınızı, şu anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor."

Hümanist tepki: "İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz."

GÜNÜN DİZESİ

Bırak gün yanından geçip gitsin, yarın şansını yeniden denersin.
Bırak yıldızları kayıp gitsin, yarın başka bir dilek dilersin..

Özdemir Asaf

Ölüme Gazel

İnsandır
bağrında özlem, sırtında hançer 
dağları delip, ağzında ışıkla gelebilir.
Coşkun, düşlü, dövüşken... 
Ve fakat 
çıkar için ufkunu yakan
dostunu satan da odur...
Doymak bilmezcesine çakalcana açgözlü;
uygarlığınca acımasız, evcilliğince vahşi...

 Nihat BEHRAM

Kızartma aklandı!



Kızartılmış gıdalar kalbe zararlı değilmiş
Düzenli olarak kızartılmış gıdalar tüketmenin kalp krizine yol açtığı yönünde inanışın bir efsane olduğu ortaya çıktı.

Sonuçları "British Medical Journal" dergisinde yayımlanan araştırma, zeytinyağı veya ayçiçek yağı kullanıldığı sürece düzenli olarak kızartılmış gıdalar tüketmenin kalp krizine yol açmadığını gösterdi.

Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, İspanyol bilimadamları, araştırma çerçevesinde 1990’ların ortalarından 2004 yılına kadar, üçte ikisi kadın olan 40 binden fazla kişiyi izledi.

Bilimadamlarının, bu kişileri kızartılmış yiyecek tüketim oranlarına göre 4 gruba ayırdığı, sonuçta kızartılmış yiyecekleri en fazla ve en az tüketenler arasında kalp krizi gibi koroner bir rahatsızlığa yakalanma olasılığının değişiklik göstermediği bildirildi.

Araştırma sonuçları hakkında yorum yapan, Almanya’daki Regensburg Üniversitesi’nden profesör Michael Leitzmann, konuyla ilgili olarak, biri Kosta Rikalı diğeri uluslararası bir ekip tarafından diğer iki araştırmanın da kızartılmış yiyeceklerle kalp hastalığı arasında güçlü bir bağ bulmakta başarısızlığa uğradığını söyledi.

Leitzmann öte yandan bunun, kızartılmış gıdaların hiçbir sağlık sorununa yol açmayacağı anlamına gelmediğine de dikkati çekti.

Daha iyi bir yaşam için 15 tavsiye



1- Her gün yeni bir şey ezberleyin
Şiir ve filozoflardan sözler hafızanıza iyi gelir. Şiir, özdeyiş, meşhur laflar ezberlendiğinde beynin hafıza kapasitesini artırıyor. Ayrıca kimin her zaman bir özlü söze ihtiyacı olmaz ki.

2- İhtiyacınız olmayan şeylerden kurtulun.
Koleksiyonculuk ve arşivcilik ruhu aslında sizi yoran faktörlerden biri. Bir de onları kaybederseniz stresiniz iki kat artar. Bu yüzden kaybetmekten üzülmeyeceğiniz şeyleri atın, sahip olduğunuz küçük eşyaları azaltın.

3- Sonsuz merak sahibi olun
Dünyayı balta girmemiş bir orman gibi görün. Ufak şeyleri bile büyük bir merakla inceleyin. Yeni şeyler deneyin, farklı çevreleri keşfedin. Dünya size bolca seçenek sunuyor. Bunun tadını çıkarın.

4- İnsanların isimlerini aklınızda tutun.
Çok insanla tanışmak sizin için her zaman avantaj. Ama onların isimlerini hatırlamıyorsanız bu avantajı yitirirsiniz. Yeni tanıştığınız insanların isimlerini çabuk mu unutuyorsunuz? Onlarla tanışırken size ismini söylediğinde bir daha tekrar ettirin ve sonra zihninizde kendiniz tekrar edin. Eğer hala sorun yaşıyorsanız yeni tanıştığınız kişilere kafiyeli lakaplar bulun.

5- Fit olun!
Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fit vücuda sahip insanların daha sağlıklı, kendine güvenli ve başarılı olduklarını araştırmalar ortaya koyuyor.

6- Geçmişi unutun
Geçmişi değiştiremezsiniz. Aynı muz kabuğuna defalarca basmıyorsanız geri dönüp geçmişe bakmaya gerek yok. Sadece geçmişten ders çıkarın bugün daha iyisini yapın gelecekte de başarılı olun.

7- Anı şimdi yaşayın
10 dakika öncesi bile geçmiştir. Anı yüzde 100 yaşarsanız daha çok mutlu olaursunuz.

8- Daha sık gülümseyin
Yüzünüz gülümsediğinde beyniniz mutluluk hormonu olan serotonini salgılar. Kendinizi mutlu etmenin en doğal yolu gülümsemektir. Bazı insanlar güne iyi başlamak için 5 dakika aralıksız gülüyor. Unutmayın mutluluğun gülümsemeyi getirdiği gibi gülümsemek de mutluluk getirir.

9- Su için
Su içmek genel sağlık için çok faydalıdır. Gazlı içeceklerde besin değeri neredeyse sıfırdır. Bunun yerine bolca su için. Evet tadı size çok sade gelecek ama sonrasıdna suya bağımlı olduğunuzu göreceksiiz. Günde 10 bardak su sizin için idealdir.

10- Yaşamı ciddiye almayın
Küçük şeylere gülün. Göreceksiniz ki tüm haya daha kolaylaşacak. Hatalarınızdan ve başarısızlıklarınızdan espirili şeyler çıkartın. Bunlardan ders aldığınız için mutlu olun. En önemlisi hoşlandığınız şeyleri yapmaya gayret edin. Hayat katı kuralları olan bir mesai değildir.

11- Pozitif şeyler düşünün
Negatif şeyler düşünürken kendinizi bulduğunuzda hemen bu düşünceleri kafanızdan atın. Gerekirse yüzünüze bir tokat atın. Sürekli mutluluğa erişmek ve başarılı olmanın yolu pozitif düşünceden geçer.

12- Kitap okuyun
Açıklamaya ihtiyaç yok. Daha çok kitap okuyun hayat görüşünüzü genişletin.

13- Güneşe çıkın
Süpermen uzaya uçtuğunda güneş ışınlarıyla tekrar enerjisini kazanıyordu. Siz de evinizin kapısından çıkıp kendinizi güneşe bırakabilirsiniz.

14- Yardımsever olun
Yardımlaşmanın zincirleme etkisine güvenin. Eğer birine yardım ederseniz o da başkasına veya size yardım eder. Yardım etmek inasn ilişkilerinizi güçlendirebilir. Yardımseverlik dünyadaki en tatmin edici duygulardan biridir. Bu yüzden karmaya inanın.

15- Endişenizi geri plana atın
İşte çalıştığınızda ya da hayattan keyif aldığınız zamanlarda endişelenmeyi bırakın. Bu odaklanmanızı sağlayıp zamanınızı iyi kullanmanızı sağlar. Endişelerinizi gün içinde geri plana attığınızda daha mutlu olacaksınız.

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...