30 Haziran 2013 Pazar

Gülce Duru & Can Gox - My Woman (Kaybedenler Kulübü)

James Bond: GoldenEye Music Video ~ Tina Turner / Drumble007 channel page

19 NOLU SONNET


Yalnızca benden kaçma yeter
Boş sözler de etsen duymak istiyorum seni
Sağır olsan gönlüm sözlerini ister
Dilsiz olsan gördüğünü.

Kör olsam, seni görmek isterdim
Sen yanımda yol gösterici oldun
Uzun yolun daha yarısı bile aşılmadı
Bir düşün içinde yaşadığımız karanlığı

'Bırak beni yaralıyım' desen de boşa
Görevden dönülmez, yalnızca ertelenir
Başka bir yerde değil, yalnızca burda

Bilirsin özgür değildir gereksinilen kimse
Gönlüm herşeyden önce seni ister
Biz de diyebilirim, ben yerine.
BERTOLT BRECHT

DURDURAMAYACAKLAR…

Gardiyanları ve yargıçları ve savcıları
Hepsi halka karşıdır
Kanunları, yönetmelikleri, bütün kararları
Hepsi halka karşıdır
Dergileri, gazeteleri, bütün yayınları
Hepsi halka karşıdır
Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak
Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini
Panzerleri, kelepçeleri, bütün silahları
Hepsi halka karşıdır
Zindanları, tutukevleri, işkenceevleri
Hepsi halka karşıdır
Borsaları ve şirketleri ve iktidarları
Hepsi halka karşıdır
Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak
Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini

Bertolt BRECHT

28 Haziran 2013 Cuma

SEN


Şimdi,
Söndü ışık,
Sustu dudağımdaki sen çalan ıslık..
Sen,
Dünya ahret ACIMSIN artık.....

emre gökçe

Korku

Zülfü Livaneli
Ethem’i nişan alarak kafasından vuran polisin serbest bırakıldığını ve Başbakan’ın bu eylemleri destan olarak nitelediğini duyar duymaz aklıma Nâzım’ın bir şiiri geldi.

Büyük şair, Amerika’da özgürlük ve barış şarkıları söyleyen kalın sesli siyahi şarkıcı Paul Robeson’a şöyle sesleniyordu:

“(...) Korkuyorlar Robson şafaktan korkuyorlar / Görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar / Sevmekten korkuyorlar bizim Ferhad gibi sevmekten / Tohumdan ve topraktan korkuyorlar / Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar / Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten / Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam / Türkülerimizden korkuyorlar...”

Sivil olsaydı?

Suç işleyen polisi serbest bırakmak olsa olsa büyük bir korkunun ve aczin ifadesidir. Halktan korkmanın ve polis kalkanları ardına sığınmak istemenin dışavurumudur.

Böyle bir korku olmasa hükümet, sivil yurttaşları tabancayla vuran, gaz bombalarıyla kör eden, gençleri botlarıyla ezen polisleri savunmaz.

Dikkat ederseniz “polis“ diyerek bir genelleme yapmadım, suçlu polislerden söz ettim.

Çünkü polis de halkın, yoksul ve ezilmiş kesimin çocuğu. Aslında yürüyüş yapanlarla polis kardeştir ama onları hükümetler ayırır, birbirine düşman eder.

Birçok iyi polis tanıyorum; kültürlü, merhametli, insan evladı genç polislerle karşılaştım. Bu kardeşlerime her zaman büyük sevgi duydum.

Ama tabancasını çekerek Ethem’in başını hedef alan ve tetiği çeken polis bir cinayet sanığıdır.

Videolarla tespit edilen bu cinayette ateş eden şahıs sivil olsaydı serbest mi bırakılacaktı?Elbette hayır!

O zaman polisin ayrıcalığı ne?

Polis yasaların üstünde mi? Değil ama hükümet suç işleyen polis memurlarına arka çıkıyor, onları koruyor, daha fazla suç işlemeye teşvik ediyor.

Çünkü onların gözünde silahsız Ethem düşman, hem de katli vacip bir düşman; onu vuran polis ise kahraman.

Bu adaletsizlik ancak büyük bir korku ile mümkün olabilir.

Yürüyen bağrı açık gençlerden, barışçı, silahsız, sevecen insanlardan korkmakla bu noktaya sürüklenilir.

Vicdanlardaki öfke

Ne garip değil mi?

Bir tarafta TOMA’lar, gaz bombaları, tabancalar, tüfekler, maskeler, öte yanda yazlık giysiler içinde barışçı gençler.

Ve silahlı taraf, bu gençlerden korkuyor; ateş ediyor, gaz bombası atıyor, basınçlı ve ilaçlı su sıkıyor.

Buna rağmen korku geçmiyor bir türlü. Hatta daha da artıyor. Çünkü Ethem’e yapılan zulmün vicdanlarda yarattığı öfke, her silahtan daha güçlü.

Ne diyordu Şirazlı Sadi: “Adalete susamış bir insanın susuzluğunu, dünyanın bütün nehirleri gideremez!”
Zülfü Livaneli

SEL SUYUYLA GELEN,SEL SUYUYLA GİDER

Korku panik halini aldı Başbakanda.
Miting meydanlarına MHP lileri çağırması ondan
Oysa liderleri Devlet Bahçeli onları 10 yıldır itidal halinde tutuyorken
Milli görüşçüleri çekmeye çalışıyor
Ayakkabı ile camiye girdiler,içki içtiler filan bu yüzden
Dış politikada fosladı.Suriye de duvara tosladı çünkü
Sıcak para gelmeyecek artık ekonomi tepetaklak,uzun müddet de düzelmeyecek
Liberallerini kaybetti(Nihat Genç in tabiriyle kralın metresleri onu terk etti)
Akiller artık onun sözünden çıkmayacak nakiller olmayacak.
Açılım süresi Patladı.Tabanının kaldıramayacağı mecralara sürükleniyor
BDP bastırıyor seçim öncesi ne koparabilirse koparmak peşinde,sonra ne olur belli olmaz,sultana güvenmiyor çünkü
Kendisi de %50 olmadığını pek ala biliyor
Orta amerika ülkesi değil burası 15-20 bin marjinal yok meydanlarda
Öyle olsa polisiyle hallederdi,ama edemedi,edemez.
Polisleri gaza getirmeye çalışması yanında tutmak, zaman kazanmak için.
Ama iktidarlar gider, o polisler görevlerinde kalacaklar. Onlara yazık değilmi?
%35 leri tutmaya çalışıyor bunun içinde yapabileceği tek şeyi yapıyor
Faşist politikalar,baskı,cepheleştirme,yalan ithamlar,şiddeti körüklemek.
Kendi gerçek tabanını kendi kamu oyu araştırmalarında görüyor.korkuyor.
Korkunun ecele faydası yok.
Bu uzun bir süreç.Direniş kararlı vazgeçmeyecek.
Dünya tarihi devrimlerle dolu ve hiçbiri birkaç gün,birkaç hafta,birkaç ayda bitmedi.
Rüzgar her yönden esiyor süpürecek öyle geçecek.

27 Haziran 2013 Perşembe

problemli çocuklar


Çocuğu doğurmak ve karnını doyurmak önemli değildir. Önemli olan çocuğun gönlünü doyurmaktır. Farkında olmadan çocuklarımıza karşı öyle sözler söylüyoruz ki, yıllarca hatta bir ömür boyu sürecek kişilik bozukluklarına ve özgüven yoksunluğuna yol açabiliyoruz.

Amerika'da bir mucit profesöre, kendisini diğer insanlardan farklı kılan sebebi soruyorlar, başarısının sırrını söylemesini istiyorlar. Çok ilginç bir cevap veriyor :

"Başarımın sırrı annemin 6 yaşımdayken bana takındığı bir tavırdır. 6 yaşımdayken buzdolabından süt alırken süt şişesini düşürüp kırdım.

Annem olayı görünce beni dövmedi, kızmadı. Aaaa Henri sütten ne güzel bir göl oluşturmuşsun. Bu gölde benimle biraz oynamak ister misin?"

Bir süre oynadıktan sonra annem :

"Biliyor musun Henri, herkes kendi yaptığı şeyleri kendisi toplamalıdır. Şimdi bu süt gölünü temizlemek için benden sünger mi istersin, havlu mu ?"
Elimden geldiğince dökülen sütü temizledikten sonra annem beni bahçeye çıkardı. Süt şişesinin, düşürmeden nasıl taşınacağını bana gösterdi. Bu olay benim diğer insanlardan farklı olmamı sağlamıştır"

Evet, mucit profesör başarısının sırrını bu şekilde ifade ediyor. Bu olay sadece ona mahsus bir özellik değildir. Onun annesi büyük bir eğitimcidir. Çocuğunun kendisine olan güven duygusunu yıkmadan bir şey öğretmiştir.

Şunu kabul etmeliyiz ki, hata yapmaktan korkan bir insan hiçbir şey yapamaz. Çocuğun hata yapmaktan korkmayacağı bir ortam oluşturmak biz büyüklerin en büyük görevlerinden biridir. Böylece çocuğun girişimcilik ruhunu öldürmemiş oluruz.

Bugün toplumumuzdaki kişilik bozukluklarının sebebi ailelerin eğitim hatalarıdır.


Hayat Güzeldir den alıntıdır

25 Haziran 2013 Salı

RAKI İÇEN KADIN


Rakıyı içen kadın gülüyorsa, o gülüşün ardında en az dokuz roman, on dört tane de film repliği yatar.
Rakıyı içen kadının gülüşünde, bu dünyanın en zararsız mutluluğu vardır çünkü, büyük gülerler, büyük susarlar…
Rakı içen kadın, rakıyı çok sık içmez.
Ama rakıyı içtiği an, bil ki içme zamanı gelmiştir ve konuştuklarında net konuşurlar..
O kadınlar keyfine doyum olmayan bir akşamüstü sonrasında, bir kıyıda köşede, gece sefası gibi açarlar.
O kadınlar, afet-i devrandır…..
Ve, rakı içen kadının elleri güzeldir…
O kadınlar, senden başkasını severlerken bile seni incitmezler.
Rakı içen kadın, cihanda sulhtur: ağdalı değil, nağmeli sever.
Rakı içen kadın güzeldir, masasındakiler de...
" Can Yücel "

İŞTE GERÇEKLER!


Artık gerçek yüzümü göstermenin zamanı geldi. Nasılsa hakkımdaki gerçekler öyle ya da böyle, bugün yarın ortaya çıkacak. Madem durum bu, gerçekleri benden duyun diyorum ve açıklıyorum:

Ben Cenevre'den alıyorum emirleri. Bana diyorlar ki "Karıştır Türkiye'yi!" İkiletmiyorum. Şak! Karıştırıyorum hemen. Melih Gökçek efendinin televizyonda gösterdiği, kartpostala yapıştırılmış fotoğrafımın sahteliği ya da Cenevre'ye gitmemiş olmam sizi şüphelendirmesin, telepatiyle haberleşiyoruz zaten biz. Mr. Spak var Cenevre'de, ondan alıyorum emirleri. Tencere kapaklarını yapıştırıyorum kulaklarıma, duyuyorum.

İtalya'da da tanıdıklarım var. Melih Başgan haklı, ama ayrıntıları bilmiyor. Aynen şu şekilde yapıyoruz:
"Ece sen şimdi oradaki insanları ayaklandırıyore, biz de buradan yönetiyore" diyorlar, ben de diyorum ki "Si Sinyore!" Yoksa onu İspanyollarla mı yapıyordum? Zaten herkes var, Türkiye karşıtı lobi mahşer yeri gibi! Yerler numarasız! Almanlar var, İngilizler var, Amerikalılar zaten mecbur var. Biz bunlarla dünyanın heryerinde buluşup buluşup takılıyore, hain planlar yapıyore yani!

Ahmet Kekeç efendi de "BM'yi müdahaleye çağırdı" demiş benim için. Hayır! Çağırmadım! Kibarca rica ettim. Cevapsız çağrı attım Ban Ki-Moon'a, sağolsun hemen döndü. "Banjo!" dedim, böyle derim ona, hoşuna gidiyor keretanın. "Banjo darling" dedim, "Müsait bir zamanda yapar mıyız bir mühadale? Kırma kalbimi bak!" dedim. Bakacaklar bakalım, ne zaman elleri ererse.

"Onlar iki guççük hanfendü" Hilal ile Ceren'in çılgın gazetecilik araştırmaları sonucu vardıkları CIA ve İran ajanı olduğum sonucu ise yüzde yüz isabetli. ABD ve İran, aynı anda her iki ülkenin de istihbaratına çalışabilecek kadar yetenekli olduğuma karar verdiler, sağolsunlar. CIA'de sabahçı, İran istihbaratında öğlenci olarak çalışıyorum. Akşamları da MI6'den arkadaşlar yalnız bırakmıyorlar, sağolsunlar. Böyle böyle geçiyor günler. Kazandığım parayı da malum, faiz lobisinden çocuklar Wall Street'te değerlendiriyorlar. Hafta sonları da MOSSAD ile brunch'dayız.

Benim adıma porno dergilerinden kestikleri fotoğraflarla sahte hesap açan ve dini bütün olduklarını söyleyen genç arkadaşlara da teşekkürü bir borç bilirim. Hakkımdaki fantezilerinin bu kadar gelişmiş olduğunu tahmin bile edemezdim. Fantezi demişken Taksim meydanında bana yapacakları cinsel içerikli şeyleri acaba namaz aralarında mı planlıyorlar yoksa harcadıkları zamanda kaçırdıkları namazların kazası var mı?

Kafama sıkacaklardan da acaba özel bir ricam olabilir mi? Lütfen arkadan sıkın da hem sizin kim olduğunuz belli olsun hem benim yüzüme zarar gelmesin. Malum tanımakta zorluk çekilebilir. Sizi değil, beni!

Tarık Toros beyleri de unutmuş değilim. Hükümetimizin önünü tek başına tıkayabildiğimi söylüyorlar. Tarık bey, daha önce de söyledim, yine söyleyeyim:
Ben televizyonda kilolu çıkıyorum. Normalde minyonum yani. Görseniz şaşırırsınız. Vallahi!

Burada saymayı unuttuğum daha nice müstesna şahsiyet ve bir o kadar bana atfedilmiş sayısız süper güçler var. Bu teveccühü taşıyabilir miyim bilmiyorum.

Şimdi malesef gitmeliyim. Zira daha Brezilya ile ilgilenmem gerekiyor. 2001 yılında oraya gittiğimde attığım isyan ve ayaklanma tohumları ancak sonuç verdi. Onlarla da ilgilenmeliyim. Adios amigos!

Not: Rus ve Suriye istihbaratlarından özür dilerim. Sizi anamadım arkadaşlar. Henüz sizlerle olan bağlantımdan söz etmedikleri için ben de konuyu açmayayım dedim. Yoksa kalbimdeki yeriniz ayrı, bilirsiniz.

Ece Temelkuran / BirGün Gazetesi

24 Haziran 2013 Pazartesi

- MUHTEŞEM BİR ANALİZ -


SON AYLARIN EN ÇOK PAYLAŞILAN HABERİ

İki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya atmış şöyle ki;

"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."

Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:
· Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
· Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimin-dedir.
· Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
· Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...

Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.

Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayan-lar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.

Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:

“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!
Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur.

‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür.

Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler... Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar..."

N'olur fazla mütevazi olmayın!...

"Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...

Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil olmamalarıydı".

Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel'in bir sözüyle bitiriyorum:

“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.

CAN BABA DAN

ÖZGÜRLÜK

23 Haziran 2013 Pazar

GERÇEK DOST


Hani, diyorum da, insanın gercekten mükemmel bir dostu olsa…
“Ona”, söyle, içine sindire-sindire, kocaman bir sarılsa…
Yüreklilikle söylediğiniz… ” Canım benim!.. dediğiniz…
Telefonda bile saatlerce konuştuğunuz, sıcacık biri…
Cesur, sempatik, azimli, kararlı…
Arayan, soran, ”Seni özlüyorum” diyen biri.
Böyle bir canlı ile her şeyi konuşabilir, paylaşabilirsiniz.
Yanıltmaz!

Anlayışla karşılar her şeyi…
Hataları, günahları-sevapları, her bir şeyi konuşabilirsiniz onunla…
Bir arayış içinde olmanıza gerek yoktur.
O kendiliğinden çıka gelir zaten.
Bir gün bakarsınız, kapınızda…
Bir da bakmışsınız sımsıcak sohbetler, derin konular, sırlar, paylaşımlar… Kimseye söyleyemediğinizi, en yakınınıza anlatamadığınızı, geçmişteki İzleri, geleceğe dairlerinizi, sadece ona anlatır olursunuz.

Kadın, erkek farketmez.
Bir dost bulun! Ama gerçek olsun.
Aradığınızda işinizi değil, sizi soran…
Kötü gününüzde ev sahibi, iyi gününüzde kıracınız olsun.
Anlatsın, konuşsun, açık-seçik, korkmadan yaşasın. Güvensin!
Cinsiyeti olmasın! Bir kartal kadar haşin, bir maymun kadar şaklaban, bir ceylan kadar narin olsun.
Doğrulari söylesin. Gözleriyle ve kalpten konuşsun.

Yaşasın!
Doya doya yaşasın, doya doya yaşatsın.
Beyninden değil, yüreğinden versin.
”Olsun varsın! paylaşırım.” desin.
Bir dostunuz olsun.
Sizi ve benliğinizdekileri paylaşsın...
Dost olsun!
Ama…
Gerçek bir dost..

Can Dündar

18 Haziran 2013 Salı

Bir yarım umut mu?


renkleri silik yollar
sargısını kaybeden yaralar
ünlülerini yutmuş sözcükler
uykusunu boğmuş gözler
ritmini şaşırmış kalpler

çiz bunları ak kağıda çiz

gece yağıyor üstümüze
yontuluyor hayatımız her gün
şarkıları yaygaraya itilen
çocuklar yitiriliyor bile bile

yaz bunları ak kağıda yaz

Bahar gülce den

AZ BİRAZ SEVGİ PIHTISI, YETMEZ Mİ?



Sevgi değil miydi, Evren'i var eden?
Yazık değil mi ağaçlara, analarının gencecik fidanlarına? 
Yazık değil mi Ahmet'in gözüne, Mehmet'in bacağına?.
Yazık değil mi ocağına evlat acısı düşen anaya-babaya?
Yazık değil mi karnında bebeğiyle dul kalan gencecik kadına?
Yazık değil mi ha!!
Ne verecek kaybedilen oksijeni?
Telafisi ne olacak yitip gidenlerin?
Şimdi akıttığımız gözyaşları nerede birikecek?
Dönüşmeden öfkeye, nereye akıp gidecek?
Huzur istiyoruz artık!!
Şiddet dursun, sevgi olsun.
Evren yeniden sevgiyle var olsun.
Bilemedim şimdi; çok mu şey istediğimiz?
 Neden bu kadar zor geldi, nedir beklediğiniz!!!

pehito

Mücevher Kutumda Ne Gizli?


Hep küçük şeyler istedim hayattan.
Belki biraz korktum,
Belki de inanmadım gerçek olacağına,
Büyük hayallerden her daim uzak durdum.
O küçücük isteklerime gizledim mutluluğumu;
Hem yakalaması hem saklaması, hep kolay oldu..

İşte ben bunun içinde gizliyim,
Bu hayatta gerçek olan; ne dündür ne de yarın.
Tek gerçek zaman geçip giden "an"dır,
Bunu da adım gibi ezbere bilmekteyim...

Şimdi açıyorum mücevher kutumu,
Bir paket çikolatadır orada aradığım,
Eşlik etmek isteyen buyursun gelsin.
Bilirim paylaştıkça, mutluluk katlanmaktadır...
pehito

16 Haziran 2013 Pazar

78 KUŞAĞINDAN 90 KUŞAGINA AÇIK MEKTUP

Genç kardeşlerim,

Ben 78 kuşağından birisiyim. Bizim kuşak, 12 eylül ün gölgesinde büyüdü ve ailesi, sosyal çevresi, medyası, hakim siyasi çevrelerce a politize edildi. Öyle ki, kurtuluşu yurt dışına çıkmakta arayan umutsuz,yılgın gençler olduk. Sırtımıza binen; basiretsiz, çıkarcı, işbirlikçi, baskıcı,buyurgan ve hatta hainlere karşı tepkisiz kaldık. Mücadele etmeyi, direnmeyi aklımızın ucuna dahi getirmedik.
Taksim olaylarına katılan direnen 90 kuşağına bakıyorum da, geleceğini bu ülkede gören milyonlarca gence gıpta ediyorum. Ülkelerinin ve kendilerinin geleceği için mücadele ediyorlar. Ümitler tamamen söndü sanılırken, ülkenin bu gününün ve geleceğinin büyük kazancını görüyor, bu gençlere şükran duyuyorum.
Tarih sizi yazacak,bizim ise tek avuntumuz sizi dünyaya getiren ebeveynler olmanın onuru olacak. Elbette sizi yalnız bırakmayacağız. Bu utanmazlığı, bu aymazlığı, bu acımasızlığı yapanlar da olacaktır. Elbette siz kimsenin desteğine muhtaç değilsiniz. Elbette ''İhtiyacınız olan kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur''. Ama yanınızdayız, arkanızdayız, peşinizdeyiz. Sevinç ve acının göz yaşları süzülerek yanaklarımızdan, direnişinizi alkışlıyoruz. Hepinizi sevgiyle kucaklamak geliyor içimden. Hak haklının yanındadır. Direnin! Zafer sizin.

Sevgilerim ve dualarım sizinle

15 Haziran 2013 Cumartesi

insan olan tepkisini gösterir

Bloger'lar...
Hala; ne giysem,sevgilime ne alsam,nere de tatil yapsam modunda takılmaya devam ediyorsanız,
Duyarsızlığınıza pes diyorum, cehenneme kadar yolunuz var.
İnsanlara gezi parkında neler yapıldığını görüp de tepkisiz kalıyorsanız insan olamazsınız.
Niye yaşıyorsunuz, neden varsınız?Amaçsız,ruhsuz,duygusuz ve zavallı hayatınızda mutluluklar...
Sizin için canını ortaya koyanlara dönüp bakmayın siz,
Her şey bitip normale döndüğünde onlar da size sırtlarını dönecekler...

ÖL DEDİN BANA

ananı da al git dedin bana
sanamı sorucam sus dedin bana
mesajın alındı dedin bana
duyarlılar geziden çıksın dedin bana

anamı da aldım geldim
susmam bağıracağım
hiç bir şey anlamamışsın
her yer gezi her yer direniş

NAZIM HİKMET'E İTHAFEN

HERKESİN BAŞBAKANI OLMAK



OLAMADIN,OLAMAZSIN,GİT!

14 Haziran 2013 Cuma

DİRENİŞ TEN SONRASI

Gezi olayları ile ilgili olarak yakalayabildiğim bütün yorumları takip etmeye çalışıyorum
Yazılı ve görüntülü basından,sosyal medyadan
Bizzat katıldığım eylemlerden tarafım elbette
Subjektif olmadığımı iddia edemem
17.günde gelinen noktaya baktığımda
''savaş'' yani gezi parkı savunması kazanıldı bence
Saldırganlar geri püskürtüldü
1.raunt bizim
Fakat masa başında kaybetmemek lazım şimdi
Müzakereler de en az direniş kadar önemli
Mondros u, Sevr i, Lozan ı unutmamalıyız

Faiz lobisinin içyüzünü açıklıyorum

Şu faiz lobisini bir de benden dinleyin. Size işin içyüzünü anlatacağım.
Üç ay kadar önceydi. Cep telefonum çaldı. Baktım, Zello üzerinden Houston'daki faiz lobisinden arıyorlar. "Buyrun" dedim. Karşıdaki ses biraz gergindi; "Bugünlerde sizin başbakan haddinden fazla başarılı, bu nedenle faizler çok düştü, bir şeyler yapmamız lazım" dedi. Tabii mesajı hemen aldım. "Sorun değil hallederiz" cevabını alınca "Senin gibi 200 bin kişiyi daha arayacağım" deyip aceleyle kapattı.
Bu tür durumlarda ne yapılması gerektiğini Faiz Lobisi'nin her adamı gibi ben de çok iyi biliyorum. Çünkü her yıl, dış mihrakların "Türkiye'nin Önünü Nasıl Keseriz" konferanslarına düzenli olarak katılırım. Uzatmayayım, hemen Zello örgütünün diğer üyelerini aradım. Sesimi duyunca hepsi çok memnun oldu. Bütün sol örgüt liderleri filan oturup bir plan yaptık. Emek Sineması eylemlerinin yarattığı ortam nedeniyle Türk halkının kültürel miras konusunda yükselen hassasiyetini mi kaşıyalım, yoksa Taksim'i yayalaştırma projesini mi kullanalım diye düşünürken belediyenin Gezi Parkı'nda beş ağacı tıraşlayacağını öğrendik. İşte beklediğimiz fırsat buydu. Rolex saatlerimizi şıkırdatarak viski kadehlerimizi tokuşturduk. Sonra hemen Zello'dan Cihangir'de, Galata'da uyuyan hücrelerimizi aradık. Uyuyan hücrelerin çoğunun içkiden kafası kıyaktı zaten. "Gidin Gezi'ye kendinizi atın kepçenin önüne" talimatını verince bir saniye bile kaybetmediler tabii. Kolay mı, her ay Cihangir'de Firuzağa kahvesinde, bavulla Houston'dan gelen parayı bizzat ben dağıtıyorum hepsine.
Neyse bunlar beş on kişi toplandı kepçenin önüne,. Zaten hepsi ne yapacaklarını çok iyi biliyor. Mehmet Ali'nin piyesinde eğitimlerini almışlar daha bir sene önceden. Attılar kendilerini makinenin önüne, yaparsın yapamazsın, polisler geldi tartışıyorlar. Ben de bu arada boş durmuyorum tabii. Zello'dan Sırrı Süreyya'yı çağırdım, paranın kokusunu alınca topukları vura vura geldi tabii kerata. Neyse O da attı kendini kepçenin önüne, gazeteciler, kameralar filan tam istediğimiz gibi dört kol çengi...
Stratejimizi anladınız; halkın beş adet ağaç konusundaki hassasiyetini biliyoruz ya, biraz kaşısak halk ayaklanması çıkacağından hepimiz eminiz. Sonra Başbakan'ın imajı sarsılacak, arkasından gelsin faizler... Basit ama şeytanca değil mi? Sonrasını biliyorsunuz, Sırrı Süreyya makineleri durdurur, basın açıklaması yapılır filan. Tabii hiç zaman kaybetmeden araya Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası ve diğerleri de girdi. Bu Türkiye'deki meslek odaları, tıpkı CHP ve diğer sol partiler gibi doğrudan Houston'daki merkeze bağlı olarak çalışırlar. Yani onların kaç para aldıklarını bile bilmeyiz. Derken iş iyice kızıştı en az bin adamımızı topladık ama hala bir şeyler eksik...
O sırada Türkiye'nin Önünü Nasıl Keseriz Toplantıları'nda Faiz Lobisi'nin dağıttığı "Faiz Lobisi Eylemcisi'nin El Kitabı'nı karıştırırken aradığımı buldum. Bizim çocukları toparlayıp "Şimdi" dedim "bu akşam burada kitap okuyacaksınız". Neden? Çünkü polis, kitap okuyana saldırır. Faiz lobisi eylemcisinin el kitabında öyle yazıyor. Başka ne yazıyor? "Halk ayaklanması çıkarmanın 101 yolu" bölümünden aynen okuyorum: "Ağaç için kitap okuma eylemi yapanlara polis bir hareket yaptı mı halk zıvanadan çıkar." İnanmazsanız göstereyim sayfa numarası vereyim. Sonrası malüm. Sabaha karşı polis bizim çocukların üstüne gelir, polis kılığına girmiş Zellocular çadırları yakar, bizim çocuklar kendini oradan oraya atar... Ama Allah'ı var hepsi on numara oyuncu. E tabii Lobi'nin en has adamı Mehmet Ali'den almışlar talimi terbiyeyi. Başta dedim ya Türkiye çapında 200 bin adamımız var. Hepsi de Twitter'da Facebook'ta örgütlü. Özellikle Twitter çok önemli çünkü zaten kuruluş amacı doğrudan faizleri yükseltmek. Bu görüntüleri Twitter'dan Facebook'tan hemen pompaladık, "Akşama Taksim'deyiz" dedik mi... Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Bizde hesap şaşmaz. Hatta Necati şaşar, biz şaşmayız. Toplum Mühendisliği doktoramız Houston'dan.
Ha tabii medyayı neden kullanmadınız diyeceksiniz, izah edeyim. Biz onları satın alamadık, hepsi de vatanına milletine bağlı temiz dürüst insanlar o yüzden. Bizzat ben pek çok patrona gidip bavulla para teklif etmeme rağmen defaatle reddedildim. Hepsi de paraları yırtıp yüzüme attı. Ama zaten pek de bir önemi yok bunun. Yüksek Faiz Lobisi'nin kendi medyası var. CNN, BBC, Reuters ve başkaları. Biz çağırmadan onlar çoktan buradaydılar gördünüz.
İnanın olan biteni 31 Mayıs'tan beri keyifle izliyorum. Nereden mi? Tabii ki Divan Oteli'nin en üst katındaki kral dairesinden, Sırrı Süreyya ve Mehmet Ali'yle bourbonlarımızı tokuşturarak... Eh arada bir görünmek için yakamızı paçamızı çekiştirip bin beşyüz dolarlık Armani gaz maskelerimizle iniyoruz tabii aşağıya. Dediğim gibi bizim çocuklar çok iyi iş çıkardılar. Cihangirlisi, Galatalısı, Kadıköylüsü, Okmeydanlısı, Gazilisi, Ankaralısı, İzmirlisi, Hataylısı. Bu arada tahmin edeceğiniz gibi Beşiktaş Çarşı'da dağıttığımız milyonları saymıyorum bile. Nasıl olsa faizden bin katını kazanıyoruz.

GÜVENTÜRK GÖRGÜLÜ 

Diren Gezi Parkı!



''Ve bizim bir haziranımız
Bir yıl kadar yetecektir dünyaya
Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış
Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız
Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen
Bir olgu olmayacaktır sana
Ölülerimiz toplanacaktır
Doldurulan bir kıyı gibi.''

Turgut Uyar / Biraz Daha

GEZİ VE MUHALEFET


GEZİ OLAYLARININ NEDENİ 3-5 AĞAÇ DEĞİL, MUHALEFET EKSİKLİĞİDİR.
BU DİRENİŞTEN BİR MUHALEFET ALTERNATİFİ ÇIKMALI DENİYOR.
KATILIYORUM, YENİ BİR PARTİ DE KURULABİLİR BELKİ.
ANCAK SEÇİMLER YAKIN VE BU SÜRECE YETERLİ GELMEYEBİLİR.
YÜZDE ON BARAJI VARKEN ZOR BİR MÜCADELE BU.
NASIL BUNUN ALTINDAN KALKILIR DİYE DÜŞÜNÜRKEN AKLIMA BİR ŞEY GELDİ.
MECLİSTE ŞU AN DÖRT PARTİ VAR, B.D.P. DE BUNLARDAN BİRİ VE %10 BARAJINI DELEREK MECLİSE GİRDİ.       BUNU DİRENİŞİN AKTÖRLERİ NEDEN YAPAMASIN?
BİLİYORUM Kİ İÇİMİZDE BENİM GİBİ OYUNU HAK EDEN PARTİ BULAMAMIŞLAR VAR VE ÇOK SAYIDALAR. 
BEN KENDİ ADIMA OYUMU KİŞİYE GÖRE ATAN BİR SEÇMENİM VE SEÇECEĞİM KİŞİ İÇİN TANIMADIĞIM HATTA GÖRÜŞLERİNİ PAYLAŞMADIĞIM GURUPLARA OY VERMEK İSTEMİYORUM.
BU SEBEPLE DİRENİŞİN İÇİNDEN GELEN İNANDIĞIM ADAYLAR GÖRMEK VE ONLARA OY VERMEK 
GEÇİYOR GÖNLÜMDEN.
ÖNERİM DE BU ANLAMDA ÇALIŞMALARIN ARTIK BAŞLAMASIDIR.


13 Haziran 2013 Perşembe

Mektup....!!




Sevgili genç arkadaşlarım,

Hepinizi yüreğimdeki isyan ve itiraz ateşi ile sevgiyle kucaklıyorum.

Gezi’de yakılan itiraz ateşi bütün Türkiye’yi ısıtıyor; bu ateşin ışığı bütün Türkiye’yi aydınlatıyor.

Bu ülke sizden kardeşliği, özgürlüğü, dayanışmayı, değişik görüş, ideoloji ve inançların bir arada yaşamasının mümkün olduğunu yeni baştan öğreniyor.

Kutuplaştırılan, birbirine düşürülen, öfke ve nefret dilinin egemenliği altına giren umutsuz bir topluma, yeni ve kavgasız bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyorsunuz.

Meydanlarda barışın güzel dilini konuşarak; kadın-erkek, sağcı-solcu, laik-dindar, Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayrımlarını ortadan kaldırıyor, her türlü yaşam tercihine saygı göstererek, dışlayıcı tavra önemli bir ders veriyorsunuz.

Kibarsınız, dürüstsünüz, zekisiniz, sevecensiniz, mizahla ve yaşam sevinciyle dopdolusunuz.

Geçmişte çok acılar çekilen, masum insanların kanıyla yıkanmış Taksim meydanında, yeni bir Türkiye’nin çiçeğe durmuş tomurcukları gibi rengârenk görünüyorsunuz.

Üzerimize serpilmiş ölü toprağını söküp attığınız için, örselenmeye çalışılan onurumuzu ve umudumuzu bizlere geri verdiğiniz için, aydınlık bir Türkiye yolunda hepimize asla hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dedirttiğiniz için var olun, sağ olun...

Umudumu geri verdiniz

Taksim’de yaktığınız ışık Türkiye’ye ve dünyaya; sevginin, dayanışmanın, paylaşmanın, tencere ve tavaların ne kadar büyük silahlar olduğunu; gaz bombalarının, plastik mermilerin bunlar karşısında ne kadar etkisiz ve aciz duruma düştüğünü gösterdi.

Onurlu insanlar olarak dimdik ayakta durmanın en büyük silah olduğunu, şiddete başvurmadan neler yapılabileceğini kanıtladı.

Sadece evimizin penceresini açarak, ışığı yakıp söndürerek, tencere ve tavalarla, halayla, türküyle ve birbirimize dayanarak yeter artık diyebileceğimizi gösterdi.

Bunu bize kanıtladığınız için bir yurttaş olarak size minnettarım.

Yok olmaya yüz tutmuş umudumu bana geri verdiniz,

Bireyci bir gençlik anlayışının gerçek olmadığını, yeni kuşakların, dayanmanın sonuna geldiğinde ayağa kalkabileceğini, hepimizin güvencesi olduğunu ve bu saygıyı hak ettiğini bize gösterdiniz.

Böyle bir gençliğe sahip olduğumuz için gururluyuz, onurluyuz.

Zülfü Livaneli

12 Haziran 2013 Çarşamba

HOPİ'LER

Hopiler, kovboy filmlerindeki Kızılderililerdendir… Başındaki tüyleriyle, kendilerine has danslarıyla, Güney Amerika’da M.Ö.12. yüzyılda yaşayan Pueblo Kızılderililerinin adıdır. Hopi sözcüğünün anlamı ‘“iyi, barışçı” ya da “akıllı”’ anlamına gelir. Hopi dilinde zamanı tanımlayan herhangi bir sözcük bulunmaz. Yani Hopiler “geçmiş, gelecek ve şimdi”yi tarif etmeden iletişim kurmakta hiç zorlanmamışlardır. Hopiler, doğanın bir parçası olduklarını inanır, astroloji ve şifacılık konusunda zamanı aşan bir bilgi düzeyleri vardır. Aynı zamanda döneminden ileri bir mimari üslupla katlı evler inşa etmişlerdir… Yani Hopiler, gelişmiş bir medeniyetin insanlarıdır.



Biber gazları, tomaları, nükleer santralleri, HES’leri vs. yoktur… Silahsız olmak medeniyet demektir. Bunu çözen her toplum geleceği kurgularken suyun, ağacın, ormanın, kaplanın, insanın, kelebeğin bir olduğunun, birlikte var olduğunun bilincindedir. Uygarlık dediğimiz de budur zaten. Hopilerin yaşam felsefesi, doğayla iç içe yaşamaktır.



Sanayileşmiş Hollywood filmlerinde uzun yıllar kızılderililer ve kovboyların arasındaki toprak savaşlarını izledik. Günümüzde ise uzayda başka medeniyetler bulup onlarla savaşan yeni kahramanları izliyoruz. Avatar filminde olduğu gibi ve konu hep aynı: Yaşam kaynaklarını ele geçirmek...



Hopilerden günümüze 3200 yıl geçmiş… Devam eden savaşların amacı ise hep aynı… Madem savaşın amacı hep aynı, düşman da aynı olsa gerek. Kovboy filmlerinden bilimkurgu ve macera filmlerine geçiş sürecinde ise senaryolar topraktan, doğal rezervlere dönüştü… Malum, insanoğlu doğal yaşam kaynaklarını hızla tüketiyor.



Gezi’deki direnişin bir ağacının tek yaprağına zarar gelmesin diye başlamasına sebep olan bilinç, Hopilerin 3200 yıl önceki bilincinden farksız değil. Kuşkusuz bu doğanın bilincidir. İstanbul 400.000 bin yıl önce de bir yaşam alanıydı. Kısa ömürlerimiz, Gezi Parkı’ndaki bir çınarın yaşının çeyreği bile değil. İstanbul’un ve Anadolu’nun kadim topraklarının sonsuzluğa ulaşan ömürleri karşısında küçüğüz; pek küçüğüz…



İşte tam da bu sebepten ötürü Kızılderililer zamanın ötesinden bizlere ulaşır… Çünkü onlar bilirler “Kartalı vuran kendi tüyünden yapılmış oktur.” Asıl görevimiz doğanın yüz binlerce yılda oluşturduğu ve evimiz olan toprakları korumak, suyu ve ormanları hoyratça tüketmemek… Yaprakla insanı bir tutmak… Kovboy filmlerindeki gibi “güçlü olan kazanır” demek yerine enerjimizi sürdürülebilir bir yaşam kurmak için kullanmak…



Gözümüz ile değil, yüreğimiz ile doğadan yana karar verme zamanıdır… Yoksa doğa, onu korumamız gerektiğini farklı yollardan bize hatırlatacaktır…



Yeşim Dizdaroğlu / ÇEKÜL Vakfı Eğitim Koordinatörü / 11.06.2013

CEMAL SÜREYA'DAN HER DAİM GEÇERLİ BİR TÜRKİYE PORTRESİ:



555K

Şimdi Bursa'da ipek çeken kızlar
Bir karasevda halinde söylemektedir:
Görmeğe alıştığımız nice yazlar
Kimleri alıp götürdüler ama kimleri
Karanfil bıyıklı genç teğmenleri
Ak saçlı profesörleri, öğrencileri
Adları şuramıza işlemektedir
Ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler
Bir karasevda halinde söylemektedir
Şimdi Bursa'da ipek çeken kızlar”
Şimdi Erzurum'da çift sürenlerin
Geçit vermez kaşlarının altında
Derindir, ıssızdır, korkunçtur gözleri
Sabanın demiri girdikçe toprağa
Sınçlarını gömmektedir içine yerin.
Çünkü millet hayınları Ankaralarda
Çünkü İzmirlerde, çünkü İstanbullarda
Çünkü başka yerlerinde memleketin
Kanına girdiler masum gençlerin
İşte onun için karanlıktır gözleri
Şimdi Erzurum'da çift sürenlerin.
Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
Gündüzü kısalttılar geceyi uzattılar
Şimdi acının ve hüznün göklerinde
Umudun yıldızı sarı yıldız mavi yıldız
Uykumuzun bir ucunda bombalar
Bir ucunda hürriyet inancı sabaha kadar
İngiliz usulü piyade tüfekleriyle
İnsanca yaşamanın onuru arasında
Milletcek bir gidip bir geliyoruz
Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
Şimdi ay doğar bulutlar arasından
Kavat derebeyleri yüreksiz Bolu beyleri
Hırsızlar, yüzde oncular, kumar erleri
Cebren ve hile ile haklarımızı alan
Zulmü ve alçaklığı yöneten murdar üçgen
Biliyor musunuz bir orman gelişiyor şimdi
Türküleri duyuyor musunuz nice derin
Yakılmış çoban ateşleriyle dağlarda
Karanlığı tutuşturup bir köşesinden
Geceyi gündüze çevirenlerin
Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.

İŞİN ÖZÜ

PASİF DİRENİŞ İŞİN ÖZÜ
PROVOKASYONA GELMEDEN
SİYASİLEŞTİRMEDEN
YOZLAŞTIRMADAN
ÖTEKİLEŞTİRMEDEN
OMUZ OMUZA
ŞARKILAR SÖYLEYEREK
MİTİNGLER YAPARAK
ELEŞTİREREK
ORANTISIZ ZEKANIN SLOGANLARIYLA
KORKMADAN
YILMADAN
HEP BİR AĞIZDAN
ÖZGÜRLÜK İÇİN...

GEZİ OLAYLARI ÜZERİNE



Biat kültüründen gelme kişilerden anlayış beklemek budalalık
Onlar buyurmayı, yasaklamayı,cezalandırmayı bilirler
Bırakın hakkımız olan özgürlükleri vermeyi
Elimizde olanları da almak için her şeyi deneyecekler
İktidarları giderse kaybedecek çok şeyleri var
Bu yüzden var güçleriyle saldıracaklar
Bunun inançla ilgisi yok
Bunun birkaç ağaçla ilgisi yok
Bunlarda allah korkusu da yok
Bu güçle ilgili
Güçlü olduklarını ve her şeye muktedir olduklarını zannediyorlar
İktidarlarının devamı için her şeyi kendilerine hak görüyorlar
Görsünler
Gücün kendilerinde olduğunu düşünsünler
Kendi yalanlarına kendileri inansınlar
Yarattıkları ilüzyonu gerçek sansınlar
Yaşadığımız evrende en gerçek şey HAK tır
HAKLIYIZ
GÜÇLÜYÜZ
KAZANACAĞIZ

12/06/2013  Tahir ÖZCAN

10 Haziran 2013 Pazartesi

BAK



O eller senin değil, biliyorum.
Ama bu gözler benim;
bak,
iyi bak,
bakabilir misin?..

R. ODABAŞ

9 Haziran 2013 Pazar

GEZİ DEYİM HER DAİM

GÜNÜN ŞİİRİ



"Böylesi çok iyi, değiştirmeyelim hiçbir şeyi!"
Bunu mu diyelim güle oynaya?

Bardağı görelim de ölmeyi mi seçelim susuzluktan?

Boşunu mu alalım dururken dolu bardak?
Soğukta oturup kalmışlar vardır hani,
hani, bir şey istemeyen kişiler,
onlar gibi mi yapalım,
onlar gibi, "biz dışarıda kalsak?" mı diyelim
hoş olsun diye şu bayların gönlü,
bize günlük nafakamızı veren hani şu ...


Bizce en iyisi, kalkmak, yeter artık, demektir,
vazgeçmemek için kırıntısından bile yaşamanın,
karşı çıkmaktır var gücümüzle acıyı doğuranlara,
yaşanır kılmaktır dünyayı tüm insanlara!...



                                                   Bertolt Brecht

7 Haziran 2013 Cuma

İŞTE O GÜN


İŞTE O GÜN

biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya...
sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya...
anamız çay demliyor ya güzel günlere...
sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa...
sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız...
bu, böyle gidecek demek değil bu işler
biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz.
ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını,
işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.

Cemal Süreya

6 Haziran 2013 Perşembe

DİRENİŞ

önce bir damlaydı dere
aktı ve tatlı suya kavuştu deniz
meydanlarda milyon genç nefes
haykırırken okyanusa benzeriz

sessiz kalanların da sesiyiz
az da çok da çıksa sesimiz
bir umut meyvesi çiçek açtı
bırakamayız, vazgeçemeyiz

      Tahir ÖZCAN  07-06-2013


5 Haziran 2013 Çarşamba

gezi parkı-kızılay-gündoğdu-türkiye

Akp ye rahat battı

%50 ya varan oy potansiyeli yükselme eğilimindeydi
Alternatifsizlikten,muhalefet eksikliğinden,yada iktidarın başarısından diye düşünebilirsin
Dışarıdaki yarım ın sesi pek çıkmıyordu(basın ve ifade özgürlüğümü var nasıl çıkacak)
%10 barajı çoğulcu katılımı baltalarken
İnsanlar karnını doyurma, banka, kart, zart, zurt borcunu ödeyemezken
Yaşamaya çalışıyorduk ancak
İktidar da rahat rahat işine bakıyordu
İşi olmayan şeylere daha da fazla burnunu sokarak

Ve bir başbakan düşünün

İcranın başı

Şehir bölge plancısı (helikopterden kentsel dönüşümden,köprüye,taksim alanından,kanal istanbula iş başında)

Aile plancısı (3 de yetmez 5 tane çocuk)

Jinekolog, kadın doğum uzmanı (sezeryan mı normal doğum mu)

Din adamı (içki -sigara yasağı,ahlak zabıtalığı, cami-cem evi meselesi ,mele ler, vb.)

Pedagog (dindar kindar nesiller istiyoruz,4+4+4, gibi)

Toplum bilimci (çapulcular, ergenekoncu onlar, terörist, marjinal, tencere tava hep aynı hava, bir kaç kendini bilmeze mi kulak asacağız,onlar her şeye muhalefet)

Ekonomist (imf ye borç bitti (dış borç 40 katı oldu ama neyse),milli gelir 10.000$ (yoksulluk sınırı 1.800TL
ve 25 milyon insan bunun altında yaşıyor.)

İleri demokrat (kaddafiye,bin ali ye, mübareğe, esad a ''halkına zulmeden devlet adamı olamaz'' göstericilere
gaz bombası, tazyikli su, jop, gözaltında dayak, yüzlerce aydın, akademisyen, asker ve hatta millet vekilleri hapiste üstelik yıllardır tutuklu olarak yargılanmak üzere tutuluyor.)

Dış ilişkiler uzmanı (sıfır sorun derken sorun yaşamadığımız komşu ülke kalmadı)

Cambaz davosta van minüt, sonra israille el ele

Eş başkan hop kalktık bop oturduk elde var sıfır (gerçek sıfır sorun bu olsa gerek)

Devlet adamı (yandaşa ihale, kendi seçmenine kömür, makarna, nohut, diğerlerine nasihat, azarlama)

Gazeteci ,yazar ,edebiyatçı (öyle eleştirimi olur, soru mu bu şimdi, kaleminden pislik damlıyor, sen kimsin)

Sanatçı (heykele ucube, müzisyene müfteri, şarkıcıya anarşist)

Uzman doktor (ben aşı olmadım olmam, yeni sağlık yasaları, performansa dayalı ücret vb.)

Büyük komutan (askerlik yan gelip yatma yeri değildir, şehitlere kelle, 3-5 mehmet öldü diye meclisi meşgul edemeyiz)

Yargıç (onlar ergenekoncu terör örgütü mensubu bizim önümüzü kesmeye çalışıyorlar)

Savcı (onlar tutukluların avukatıysa bende bu davanın savcısıyım)

Tarihçi, şair, spor adamı, pazarlamacı (memleketini pazarlayan), en çevreci o, en özgürlükçü o.

Her şeyi bilen, her şeye hakim olmak isteyen, tek karar merci, tek adam oldu.

İnsan (olamadı malesef, hoşgörüden yoksun, empati yapamayan, kinci, affetmeyi bilmeyen, ağzı bozuk, suçlayan, ötekileştiren, ayrıştıran, nefret pompalayan bir karakter çizdi)

Sonunda kenardan seyreden  sessizlerin sabrı taştı hepsi sokağa çıktı.

Bağırıyorlar avaz avaz, istersen duyma. Artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacak.

Bekle ve gör GÜZEL ŞEYLER OLACAK



2 Haziran 2013 Pazar

Gezi eylemlerindeki teröristler!

Gezi eylemlerindeki teröristler!
Gezi Parkı eylemlerinin iki gecesi de parka gidip ‘kim bu eylemciler’ ve ‘ne istiyorlar?’ diye baktım. Kızlı erkekli gruplar parkın Divan Oteli tarafına yayılmıştı. Daha çok bir gece pikniği ya da konser havası hâkimdi. Ortalıkta bazı kalemlerin iddia ettiği gibi ‘Ergenekoncu karanlık’ tipler gözükmüyordu. Tam tersi belki de hayatında ilk kez eyleme katılan üniversiteli gençler, farklı iş gruplarından insanlar bir araya gelmişlerdi. Bir ara Siya Siyabend kurulan mütevazı sahneye çıkıp şarkılarını söyledi. Özellikle ikinci gece davulların ritmi ve kitlenin coşkusu ile kendinizi Rio’da bir karnavalda bile hissedebilirdiniz. Polis parkın bir tarafında uyukluyor, eylemciler de hiç kimseye bir zararları olmadan parkın diğer tarafında ‘takılıyorlardı.’

İşleri zıvanadan çıkartan polisin sabah baskını oldu. Polis ilk gün gaz bombaları ile kimseye zararı olmayan bu eylemcilere hoyrat bir şekilde girişti. Bununla da kalmadı eylemcilerin çadırlarını toplayan ‘birileri’ yaktı. Eylemciler yine toplandı, polisin bu hoyrat tavrı ertesi gece katılımı büyütmüştü. Eylemcilerin arasında dolaşırken üç genç yanıma geldi. “Abi biz hamalız, eyleme desteğe geldik” dediler. Ertesi sabah işe gideceklerini söylerken kafalarında Gezi Parkı’nda ağaçları korumaktan başka bir şey yoktu. Ertesi sabah polis bu sefer daha da abartılı bir şekilde sabah baskınını gerçekleştirdi. Ortalık savaş alanına dönünce de 1 Mayıs’larda gördüğümüz meşhur ‘Taksim savunmasına’ girişti. Bu sefer olayın büyümesinin en büyük nedeni 1 Mayıs’taki politize kitle ile Gezi Parkı eylemcilerinin arasındaki farktı. Kimsenin derdi ortalığı yakıp yıkmak değildi. Ellerinde pankartı bile olmayan gençler sadece Gezi Parkı’na çıkmak istiyorlardı, o kadar. Ortalıkta provokatörler değil üniversiteliler vardı. Polis bu ayrımı yapamadı. Yapamayınca gaza bastı. Gaza bastıkça tepki büyüdü. Müdahale sosyal medyadan milyonlara dağıldı. Bu sefer polisin bu tavrı marjinalize oldu.

Gezi Parkı eylemleri aslında uzun süren bir gerilimin sonucu. Benim tabirimle ‘düdüklü tencere demokrasimiz’in baskıya dayanamamasının beklenen bir sonucu. Hatırlarsanız daha iki gün önce İstanbul’daki yeni oluşan havayı sizlere aktarmıştım. Konuştuğum insanlardaki tedirginlikten ve ‘yılgınlıktan’ bahsetmiştim. Özellikle son aylarda iktidarın ‘dediğim dedik’ tavrı, hoşgörüsüzlüğü ve hoyratlığının toplumun bir kesiminde yarattığı havayı aktarmıştım. Gezi Parkı eylemlerinin çevreci başlayıp hükümet karşıtı bir havaya bürünmesinin nedeni tam da bu. Mehmet Ali Alabora eylemlerin ilk gecesinde “Olay sadece Gezi Parkı değil anlamıyor musunuz?” diyordu. Peki neydi? İşte tam da şu saydıklarımdı. Bugün gerek Gezi Parkı’nda gerekse Türkiye ve dünyanın farklı yerlerinde bu eylemlere destek verenlerin adını koyamadıkları şey aslında Türkiye’de son zamanlarda oluşan bu ‘yeni’ hava. Daha doğrusu oluşturulan siyasi basınçtan artık hava alınamıyor olması. Binlerce insanı sabaha doğru köprüyü yürüyerek geçirten, dünyanın pek çok ülkesinde Türkleri bir araya getirten Cem Yılmaz’ından Kenan Doğulu’suna, Tarkan’ından Sezen Aksu’suna ‘Çarşı’sından ‘Ultra Arslan’ına, hayatlarında ilk kez siyasi bir olay hakkında açıklama yaptıran, tavır koyduran, omuz omuza getiren bu işte: DEMOKRASİ.

Bu insanlar artık Gezi Parkı’ndaki ağaçları savunacak kadar bile demokrasi havası kalmamasına karşı çıkıyorlar. Masum demokratik bir eylemin bile bu kadar gazlı ve böylesine kanlı bastırılmasına öfke duyuyorlar. Ne bir liderleri var ne de bir partileri. Hiç boşuna örgüt mörgüt aramayın, Ergenekoncu diye yaftalamayın bu sefer bunu hiç kimseye yutturamazsınız.
Gelelim haber kanallarının içler acısı durumuna. Çuvaldızı biz habercilere batırmaya... Farkındaysanız eylemlerde başrolde sosyal medya vardı. Türkiye’de bugün 28’den fazla haber kanalı var. Bu, bir dünya rekoru. Gelin görün ki haber kanallarında (birkaçını saymazsak) olayla ilgili haber yoktu. Nedenini ben size söyleyeyim: KORKU. Hem haber kanalları yöneticileri hem de sahipleri tam da biraz önce sözünü ettiğim bu ortamda başlarına bir iş gelmesinden korkuyorlar. Tarafsız haber vermek, objektif yayıncılık yapmak bile hükümetin tepkisini çekebilir. Bu eylemlerde açığa çıkan, Türkiye’de haber kanallarının nasıl bir baskı altında olduğudur.

Elbette bunun nedenlerine medyanın sermaye yapısından başlayabiliriz ancak bu korku iklimini de konuşmamız, tartışmamız gerekmiyor mu?

CNN muhabirinin Amerikalılara Türkiye medyasında oluşan bu baskı atmosferini “New York’un göbeğinde Times Square’de olaylar olduğunu ve hiçbir kanalın haber yapmadığını düşünün” diyerek dehşetle anlatması Türkiye demokrasisi adına gurur duyulacak bir durum mudur?

Evet bu ülkenin insanları ekonominin düzgün olmasını istiyorlar, evet bu ülkeyi sevenler barışın gelmesini ayakta alkışlıyor, evet askeri vesayetin kalkmasına minnettarlar ama bu ülkenin insanları demokrasiyi de olmazsa olmazları olarak görüyorlar.

Bir ağaç gibi tek ve hür olamıyorsanız bir orman gibi kardeşçesine de olamıyorsunuz.

‘Mesele sadece ağaçlar değil’ şimdi anlıyor musunuz?
CÜNEYT ÖZDEMİR

BİR KUŞUN İNSANLIK DERSİ



Bir kuşun kanadına takılsaydım,
bu kadar tökezlemeyecekti hayat,
bir kuş,
özgürlük,
nefes,
yaşam...
hepsini var edebiliyordu,
hiç bilmeden,
hepsini bilip,
yapamayanların içinden.

Serkan AYDEMİR

gezi parkı(günün sözü)

5 yaşındaki oğluma "birileri ağaçları kesmek istiyor o yüzden kızgınız" dedim, "neden polisi aramıyorsunuz" dedi. güler misin ağlar mısın.........!!!
[Bir Baba]

Testi kırılmadan...


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bunca senedir tek kişilik bir parti gibi büyük şahsî gayret ve emek sarfedip risk göğüsleyerek bir noktaya getirdiği siyasi mücadelesi kritik bir eşiğe geldi. Eskiden bu gibi halleri tarif için “işbâ” kelimesi kullanılırdı; doyma, doygunluk, hattâ tıkanma. Bir kab içindeki tuzlu suya o kadar tuz ilâve edersiniz ki bir raddeden sonra artık tuz ıslanmaz bile.


Başbakan, muhaliflerinin siyasi mücadeleyle on yıldır elde edemediği psikolojik üstünlüğü kendi elleriyle sunuyor onlara. Yanlışların ardı ardına, neredeyse sistematik bir ritimle sökün etmesi endişe verici.

Namlı bir kabadayının rakiplerini sindirmek için silahına davrandığında kendini kazâen baldırından vurması bir defalığına komedi unsuru gibi algılanabilir; tekrarı ise artık komedi hissi uyandırmaz, insanı hüzünlendiren bir tesir yapar.

Anlıyorum, kamuoyunun siyaseti algılama seviyesi ile televizyon seyircisinin reyting tercihleri birbirinden farklı değil. Mâlum, Türkiye’de siyasetin seviyesini de muntazam aralıklarla ne düşündüğü merak edilerek anketlere yansıtılan kamuoyu araştırmalarının barometresi belirliyor. Kamuoyumuz, aşırıya varmamak kaydıyla gerginlikten, hakarete varmamak üzere lâf dalaşından, ezici olmamak şartıyla gövde gösterisinden haz ediyor. Kamuoyu zâlimdir, tuttuğu tarafın güçlü olmasını, zengin ve muktedir görünmesini ister ama aynı gücün kendisine rahm ü şefkatla yaklaşmasını bekler. Oysa ki güç zehirlenmesi diye adlandırılan şey siyaset biliminin temel kabullerinden biri.

“Ben yaptım oldu ve olacak, o kadar!” retoriği, bir örnek hadisede tutum olarak doğru olsa bile tekrarlanacak bir kalıp değil. Fena halde antipatik. “Benim dediğim olacak” asabiyeti ile -velev ki- siyaseten doğru adımları ardı ardına atmak mümkün değil. Sizi sevmeyenleri gittikçe yoğunlaşan bir nefrete, takdir edenleri ise kırgınlık ve ye’se sevkederken aslında yapmakta olduğunuz şeyin mâhiyet ve mânâsı kayboluyor. Boğaz’ın üçüncü köprüsünün açılışına sevineceğimiz gün, “Yavuz” buluşu ile ortamı germenin kime ne hayrı oldu şimdi? Yavuz’a da yazık ediliyor; ağzını açan Hâdim’ül Haremeyn Sultan Selim’e insanlık kasabıymış gibi ağzını yaya yaya dahletmekte. Aslında fiilen mevcut bulunmayan mezhebî gerginliği tetiklemekten başka ne işe yaradı bu adlandırma? Asıl önemlisi, 3. Köprü sevinci veya doğuracağı şehirleşme problemlerinin anlamı artık kimin umurunda?

İnsanın kendini baldırından vurması böyle bir şey olsa gerek; üstelik burada bir istihbarat koordinasyonsuzluğundan veya zaafiyetinden de bahsedemeyiz!

Biliyorum İstanbul’a yüz binlerce ağaç diktiniz, binlerce dönüm park ve bahçeyi şenlendirip hizmete soktunuz, belediyecilikte gerçekten önemli hizmetlerde bulundunuz ama Taksim’in böğründeki birkaç dönümlük parkta tarihi eser (!) ihyâ etmek inadı yüzünden bütün yaptıklarınız görünmez hale geliverdi. Doğrusu sizi sevenleri ve sevmeyenleri aynı incinmişlik seviyesinde buluşturmak için bundan daha iyi bir proje olamazdı; sahibine hayırlı olsun lakin hatırlatmak isterim, böyle bir sicille İstanbulluların karşısına çıkıp belediyeler için oy istemek şu anda çok kötü bir fikir gibi görünüyor. Hatırlatmış olayım.

Kalbimden geçeni söyleyim; bu ahval ve şerait dahilinde meselâ güz aylarında yapılacak mahallî seçimden hükümetin muvaffakiyetle çıkması çok zor görünüyor. Beceriksiz algı yönetimi yüzünden iktidar karşısındaki (muhalefet değil, dikkat!) husûmet blokunu kendi eliyle güçlendiriyor ve onlara kendi eliyle mâkul sebepler veriyor. İlk sandıktaki yıkımın tesiri nerelere kadar uzanır, düşünmek bile sıkıntılı.


Zaman yazarı a. Turan Alkan

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...