31 Temmuz 2013 Çarşamba

ROCKEFELLER'DEN İTİRAFLAR!...


DÜNYAYI YÖNETEN AİLE ROCKFELLER : ABD’li Yahudi bankacı iş adamı David Rockefeller den...
son yüzyılın en büyük itirafları.....
Türkiye üzerinde oynanan oyunlar.....
yazı biraz uzun ama ...
okumanızı tavsiye ediyorum.......

İşte David Rockefeller’in söyledikleri:

TÜRKİYE'YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA "MARSHALL YARDIMI" İLE EL ATTIK

Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bize desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.

1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI

Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.

BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ

En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.

ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI

Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.

TÜRKİYE'DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AİLE GİBİ KAVRAMLAR UNUTULDU

Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.

"KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ" HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK

Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.

TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ... SU KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA

Rockefeller de sözü devralarak başlıyor;

Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:

Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.

İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.

Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır. Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.

EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR

Dördüncüsü, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.

Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurlular’ın da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.

Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.

Fakat biz bunu örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.

MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU MİRASA EL KOYMALIYDIK

Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.

Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.

Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.

OSMANLI'YI YIKMAK ZOR OLMADI

“Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordum. Rothschild kendimden emin bir tavırla konuşmayı sürdürdü.

Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı. İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı. Tabii Hürem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar. Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Mason örgütleri tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I. Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i yani sentezi oluşturdu.

HİTLER, BİZİM TARAFIMIZDAN GETİRİLDİ, ÇÜNKÜ BURADAKİ YAHUDİLER İSRAİL DEVLETİNİ KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR

İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler’in babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.

ATOM BOMBASI, YAHUDİLERİN YAŞADIĞI ALMANYA'YA ATILAMAZDI, BU NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI

Almanlar’dan nefret eden o zaman ki Siyonist başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı Roosevelt’e bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.

İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ'NİN CÖMERT MALİ DESTEĞİ İLE KURULDU

Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.

SOVYETLER BİRLİĞİ'NE YETERİ KADAR ÜLKE TAHSİS EDİLMİŞ, MALİ DESTEK VERİLMİŞTİ

Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A Harriman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.

ÇİN, HENÜZ KONTROL EDEMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE AMA ABD EKONOMİSİNE KATKISI BÜYÜK

Çin ise Amerikan Bechtel Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.

VİETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND, ENDONEZYA, AFGANİSTAN, İRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRİSİ'NİN DENEME VE GELİŞMESİNE YARADI

Size dünyadan kısa örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim; Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.

Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı.

Kamboçya’da Amerika ile ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.

Tayland’da yine ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize çalıştı.

Endonezya devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü.

Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz altındadır.

İran-Irak savaşı Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.

Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.

1990 Yugoslav savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.

Rotthschild konuşmasına “Bu ülkelerin şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek yok” diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.

ZAİRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ, BREZİLYA, DOMİNİK, SOMALİ, PANAMA, EL SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY, ANGOLA'DAKİ SAVAŞLAR VE DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI

Zaire devletinin başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bush’un deyimiyle Afrika’daki en iyi adamımız oldu.

Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on binlerce insan öldü.

Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.

Guatemala’da hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.

Şili’de General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik Devletleri’ne aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.

Brezilya da komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney Amerika’daki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.

Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.

1990’lı yıllarda Kolombiya’da uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.

Fiji, Grenada, Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.

Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.

BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL ALTINDA TUTUYORUZ, AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ

Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.

İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.

New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.

Ben “dünyada el atmadıkları başka ülke kaldı mı acaba” diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı;

DÜNYADA HİÇBİR YERDE MAFYA VE KAÇAKÇILIK OLAYLARI BİZİM İZNİMİZ OLMADAN YAPILAMAZ

“Bu arada, bütün organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur. Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dahildir.

NEDEN KUZEY AMERİKA VE BATI AVRUPA VARLIKLI BİR YAŞAM SÜRER DÜNYADAKİ 5 MİLYAR İNSAN, BİZİM 1 MİLYAR İNSANIMIZ İÇİN ÇALIŞIR

Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insanı bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize atkılıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar.

Bizimle işbirliği yapanlar, çok yakında yeni dünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar. Bu sınıfa giren ülke insanları için cumartesi günleri dışında bütün bayram ve tatil günleri kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir maaş karşılığında, bütün yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar. Bizim insanlarımız günün çok az bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün geri kalan kısmını zevk ve eğlenceyle geçirecekler.

İlk önce bütün bu anlatılanları çok büyük hayaller olarak görmüştüm; ama diğer ülkelerin durumu aklıma gelince gerçekleşme olasılıklarının olduğunu hesapladım. Gerçekten de çok az televizyon seyretmeme rağmen savaş ve ayaklanma haberleri gözüme çarpıyor, açlıktan ve sefaletten sürünen insanları seyrettiğimi hatırlıyorum. Ama ben medya adamıydım ve bütün bunların sebeplerini araştıracak zamanım yoktu...

29 Temmuz 2013 Pazartesi

İÇİMDEN KONUŞTUM

Bir gün bir şeyler anlatmak istedim. 
O gün bana öyle bir "SUS" dedin ki;
Ben o gün bugündür, hep içimden konuştum.
Hem de sana konuştuklarımdan çok daha fazlasını konuştum..

pehito

ADDICTION-BAĞIMLILIK

22 Temmuz 2013 Pazartesi

HAYATI YAŞAMAK


"Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer;
Hastayken yatağa girer dinlenirdim.
Ben olmadığım zaman her şey
kötüye gidecek diye düşünmezdim..

Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım..
... Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim..
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha
çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim..

Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer.
Yerler leke olacak diye korkmazdım.. Bana gençliğini
anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım..
Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım..

Saçım bozulmasın diye,
arabanın camının açılmasını önlemezdim..

Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum..
TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok
ağlar ve gülerdim.. Ömür boyu garantilidir denilen
hiçbir şeyi satın almazdım..

Hamileliğimin bir an önce sona erip,
doğum yapmayı dilemek yerine,
hamile olduğum her anın tadını çıkarır
ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar
harika olduğunu fark ederdim..
Bu o kadar nadir bir olay ki..
Mucize gibi bir şey..

Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla
"Önce git ellerini yüzünü yıka" demezdim..
Onlara daha çok "seni seviyorum",
ondan da daha çok "özür dilerim" derdim..

Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey;
her dakikasını değerlendirmek olurdu..

Dikkatle bak.. Gerçekten gör.. Yaşa.. Vazgeçme..
Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç..
Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye
sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi..

Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım..
Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal
her şey için şükredin..

Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor..
Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz.."

20 Temmuz 2013 Cumartesi

ŞEHİRLİ GENÇLER



Beş altı sene önce, O’nun isteği üzerine çocukluğumu anlatmıştım, Can'a. Bir kasabada geçtiğini, yazları köyde olduğumuzu, neredeyse bütün meyveleri dalında yediğimizi; üzümün siyahını, beyazını; elmanın, eriğin dört beş çeşidini; domates ve salatalık toplamaya giderken, bahçenin uzaktan koktuğunu; pirinç tarlalarını, fındık bahçelerini vesaire. “Mısırı” demiştim, “Henüz süt mısırıyken, bir miktar toplar; geniş avludaki taş fırında koçanlarıyla kızartır, tanelerini ayıklar, çuvallara doldurur; avluyu ikiye ayıran küçük dereye kurulu su değirmeninde un haline getirir, o undan yapılan ekmekleri yerdik. Yılkı atlarımız, mandalarımız, ineklerimiz, koşuşturan(!) tavuklarımız vardı. Birden durdum! Bunları anlattığım torunum değildi. Ben de dede olacak yaşta değildim. Oğluma anlatıyordum ve anlattıklarım bir masal uzaklığındaydı. 

Peki, böyle oldu da, n’oldu?... Köyler kasabalar boşaldı, daha da boşalmaya devam ediyor! Yaşlılar mezarlığa defnedilecek zamanı bekliyorlar; göçe verdikleri çocukları gelip, onları defnetsin diye! 

Ya şehre göçenler?... Sahip çıkamadıkları, sözde sosyal devletin anlatamadığı, aydınlatamadığı; kıymetini bilemedikleri, işleyemedikleri toprağın bereketini, barınabilmenin çaresini; şişmiş, deforme olmuş, palyatif çözümlerle gelecek kurmayı hayal eden şehirlerde arıyorlar. Toplumsal değişim ve göç, insanın gerçeğidir elbette; ama, bölgesel kalkınmaların planlanmadığı, herkesin üç beş şehri hayal edip, sahiden de göçtüğü bir ülkenin ve onun gençliğinin sorunlarını dikkatli okumak; sahici çözümler üretmek; sadece şefkat ve merhamet göstermek değil, saygı duymak gerekir!

* Mehmet Aslantuğ

19 Temmuz 2013 Cuma

WORLDOMETERS



Nüfus,kamu,ekonomi,toplum,medya,çevre,gıda,su,enerji ve sağlıkta anlık dünya istatistikleri.Dünya nüfusunun anlık ölçümleri,karbondioksit co2 emisyonu,dünyadaki açlık,kamusal harcamalar,üretim rakamları,tüketim verileri ve daha birçok konuda büyüleyici.

http://www.worldometers.info/tr/

18 Temmuz 2013 Perşembe

HASTA SİEMPRE

Aprendimos a quererte 
Desde la historica altura 
Donde el sol de tu bravura 
Le puso cerco a la muerte 
nakarat:
Aqui se queda la clara 
La entraniable transparencia 
De tu querida presencia 
Comandante Che Guevara 
Tu mano glorioso y fuerte 
Sobre la historia dispara 
Cuando todo Santa Clara 
Se despierta para verte 
  
Vienes quemando la brisa 
Con soles de primavera 
Para plantar la bandera 
Con la luz de tu sonrisa 
Tu amor revolucionario 
Te conduce a nueva empresa 
Donde esperan la firmeza 
De tu brazo libertario 
Seguiremos adelante 
Como junto a ti segimos 
Y con Fidel te decimos 
Hasta Siempre, Comandante 
..............................................
SONSUZA KADAR
biz seni sevmeyi 
tarihin yükseklerinden öğrendik 
cesaretinin güneşi 
ölümü kuşattığında (pusu kurduğunda) 
nakarat: 
işte burada (duruyor) 
tatlı varlığının 
kalbe sıcaklık veren saydamlığı 
kumandan che guevara 
şanlı ve güçlü elin 
tarihe ateş açar 
bütün santa clara (halkı) 
seni görmek için uyandığında 
rüzgarı yakarak gelirsin 
bahar güneşleriyle.. 
gülüşünün ışığıyla 
bayrağı dikmek için 
devrimci aşkın 
seni yeni bir davaya götürüyor 
ki orada senin kurtarıcı kolunun 
gücünü (sıkılığını) bekliyorlar 
biz mücadelemize devam edeceğiz 
tıpkı sen yanımızdayken olduğu gibi 
ve fidel'le sana diyoruz ki 
sonsuza kadar, komutan


17 Temmuz 2013 Çarşamba

BOĞANIN MERHAMETİ



Fotoğraftaki matador Alvora Munera kariyerine son verdi.

Öyle ki, yarışın son mücadelesinde gücünü yitiren Alvora yıkılır. Boğanın ona yaklaştığını görünce korkulu sonun yaklaştığını hissetti. Lakin boğa ona hiç bir şey yapmadı. Yarıştan sonra matador açıklamasında şöyle diyor: "Boğa gözümün içine bakarak bağırdı, böyle sadece bağırdı. Sırtına oklar batırdığım hayvan bana zarar vermedi, istese beni orada öldürebilirdi fakat sadece gözlerime bakıp bağırdı. Her hayvanda olduğu gibi onun gözlerinde de masumluk vardı. Yüreğimde adaletin hıçkırarak ağladığını işittim. Belki de bağışlanırdım, lakin itiraf edemedim. Kendimi dünyanın en vahşi mahluğu gibi hissediyordum."

_Sem

16 Temmuz 2013 Salı

Bob Dylan-Knockin' on Heaven's Door

Roy Orbison - Oh, Pretty Woman (from Black & White Night)

Nathalie Cardone Comandante Che Guevara Hasta Siempre

Orquesta Buena Vista Social Club - Chan Chan - LIVE Bucharest - iConcert.ro

ÖNYARGI


Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda, genç bir kadın uçağına binmek üzere bekliyordu.

Uçağın hareketine saatler olduğu için zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye satın aldı.


Dinlenmek ve kitabını okumak için vıp salonunda bir koltuğa yerleşti.


Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu; dergisini açıp okumaya başladı.


Genç kadın ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Bayan çok rahatsız hissetti kendisini ve:

“Sinir bir şey! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı ona haddini bildirirdim!”diye düşündü.


Bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak gibiydi bayan ama olay çıkarmak istemiyordu.


Nihayet son kurabiye kalınca kadın: “Bu küstah adam şimdi ne yapacak?” diye düşündü.

Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçayı kadına verdi


Aaaa! Bu kadarı da fazla! Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın sinir içinde kitabını ve diğer şeylerini alıp bir fırtına gibi giriş salonuna oradan da uçağın içine yöneldi.


Uçaktaki koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu.


Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu.


Adam kendi kurabiyelerini, hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı,


Kadın kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok sinirlenmişti. Ve şimdi bu durumu açıklama şansı yoktu. Özür dileme olanağı da kalmamıştı.


Telafi edemeyeceğiniz dört durum vardır.


Taş atıldıktan sonra!

Söz ağızdan çıktıktan sonra!

Fırsat kaçtıktan sonra!

Zaman geçtikten sonra!

14 Temmuz 2013 Pazar

13 Temmuz 2013 Cumartesi

ESKİ BİR TAPINAK YAZITI


Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş, sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun.Bağısla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol, telaşsız anlat. Kısa,açık ve net konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil olduklarında bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır. Yalnız yaptığın planlarin değil, başarılarının da tadını çıkar. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağin odur. Seveceğin bir iş seçersen, hayatin boyunca bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle sev ki; başarıların,bedenini ve yüreğini güçlendirirken,yaptiklarin da yepyeni hayatlar başlatmış olsun.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmedigin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama asla hükmetmeye kalkma. İnsanlari yargılarsan onlari sevmeye zamanin kalmaz. Ve unutma ki, insanlığın asırlardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek kum taneciğinden daha fazla değildir. Aşka burun kıvırma sakın, o çöl ortasindaki yemyeşil bir vahadır. O bahçeye layik bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakima ihtiyaci olduğunu unutma.Kaybetmeyi,ahlaksiz bir kazanca tercih et, ilkinin acısı bir an,ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki,o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür. Yılların geçmesine öfkelenme, gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman,yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın firtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle bariş içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları? Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldügünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır.

Xsentius, M.Ö IX. yy

12 Temmuz 2013 Cuma

BİRAZ İTİDAL

Ayrışmayı körükleyen nefret rüzgarına bende kapıldım galiba.
Agresif ve tahammülsüz oldum.insanları kırar oldum.
Halimden hiç memnun değilim.
Ama bunun en büyük müsebbibi olarak hükümet'i görüyorum hala.

Gacur, gucur!......


AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Cumhuriyet Bayramı’nın yasaklara ve engellemelere rağmen halkın büyük bölümü tarafından kararlılıkla ve coşkuyla kutlanmış olmasını hazmedememişe benziyor!

İktidar bağımlısı bir kanala çıkmış ve iktidarın dayattığı “müsamerelere” değil de yurdun dört bir yanındaki gerçek halk buluşmalarına katılan vatandaşları eleştirmiş...

Eleştirmekten de öte onlara hakaret etmiş!

Söylediklerini yedi maddede özetleyeyim:

1) “Bunlar, Türkiye’nin bürokratik cumhuriyetten demokratik cumhuriyete geçişini hazmedemeyenlerdir.”

2) “Marjinal gruplardır.”

3) “Eski alışkanlıkların söküp atılması, paslı çivilerin sökülüp atılmasından daha zordur. Paslı çivileri söktüğünüz zaman gacur gucur ses çıkar. Bugün çıkan gacur gucur seslerin esas sebebi budur.”

4) “Siz gerçekten cumhuriyeti iliklerinize kadar hissetmek mi istiyorsunuz, şenlikler, şölenler mi düzenlemek istiyorsunuz? Valilikler size yer gösterir bunu yine yaparsınız. Ama bütün devlet mekanizması, buradaki düzeni, tertibi, güvenliği sağlamaya kilitlenmişken kamu düzenini altüst edercesine, alternatif bayram kutlamaları yapmaya çalışıyorsunuz. Bu hangi amaca hizmet ediyor?”

5) “Herkesin gösteri ve yürüyüş yapma, slogan atma hakkı vardır. Ama ‘Ben istediğim zaman, istediğim yerde, canımın istediği şeyi yapar ve söylerim’ derseniz, bunun siyaset bilimindeki adı anarşidir.”

6) “Ankara’daki olaylarda polisin, yöneticilerin sağduyusuyla kimsenin burnu kanamamıştır. Su sıkılmıştır, keşke bunlar da olmasa. Ama siz gidiyorsunuz, alınan bir düzeni altüst ediyorsunuz.”

7) “Bu bayramlara katılanların ‘Cumhuriyet’e sahip çıkmak’ gibi bir iddiaları varsa gülerim.”

***


Sırayla yanıt vereyim:

1) Türkiye’nin bürokratik cumhuriyetten, demokratik cumhuriyete geçtiğini söylüyorsunuz Sayın Çelik... Pardon; nerede bu demokratik cumhuriyet? Binlerce gazetecinin, siyasetçinin, sivil toplum örgütü yöneticisinin, öğretim üyesinin, ordumuzun en üst rütbeli subaylarının, öğrencilerin bir türlü kanıtlanamayan iddialarla ve sahteliği ortaya çıkan sözüm ona delillerle cezaevine tıkıldığı ve yedi yıla varan bir süredir tahliye edilmediği bir ülke mi size göre “demokratik” cumhuriyet? Basılmamış kitapların toplatıldığı, yüz binlerce kişinin yasa dışı izlemeye ve dinlemeye tabi tutulduğu, muhalif olan herkesin bir şekilde bedel ödediği, iktidar partisi temsilcilerinin yerel seçimler öncesinde ‘Bizi seçmezseniz hizmet falan alamazsınız’ diye halkı tehdit ettiği bu ülke mi demokratik? Eğer demokrasiden anladığınız buysa; üstü kalsın; beyefendi! Biz istemiyoruz böyle bir ‘demokrasi’yi...

2) Bir topluluğun marjinal olup olmadığını, “bilinen duruma aykırılığı” ve “sayıca azlığı” belirler Sayın Çelik. Kutlamalara Türkiye genelinde en az 3-4 milyon kişi katıldı. Ve hepsi; bu ülkenin tam 89 yıldır bilinen ve uygulanan değerlerine sahip çıkıyor. Kafasına göre demokrasi, kafasına göre özgürlük tanımı yapmıyor. Bir politikacının böyle bir kitleye ‘Marjinal’ demesi için, ancak kendisinin marjinal olması gerekir!

3) “Paslı” kısmı hariç; bu saptamanız doğru... Evet; bu ülkenin tüm çivilerini yerinden söküyorsunuz ve bizim de buna ses çıkarmamamızı bekliyorsunuz... Bu arada, meydanlardan yükselen sesler size ‘gacur gucur’ geliyor olabilir. Ama sorun meydanlarda değil, sizin kulağınızda... Hemen bir doktora görünün...

4) Evet, biz cumhuriyeti iliklerimize kadar hissetmek istiyoruz. Bunun için de Cumhuriyet Bayramı’nı, Cumhuriyet’in ilan edildiği Meclis binasının önünde kutlamak istiyoruz. Valilere düşen görev, halka bayram kutlaması yapacağı mekânı göstermek değil; halk nerede kutlama yapıyorsa oranın güvenliğini sağlamaktır.

5) Evet, “herkesin gösteri ve yürüyüş yapma, slogan atma hakkı” vardır. Ve bunu isteyen istediği zaman, istediği yerde, canının istediği şekilde yapabilir! Eğer bunun herkesin anayasal hakkı olduğunu bile bilmiyorsanız; yazık, demek ki Anayasa’dan bile haberiniz yok! Dolayısıyla bu söylediğiniz tavrın anarşiyle falan ilişkisi yok... Eğer anarşist arıyorsanız; bu ülkedeki en yanlış yere bakıyorsunuz...

6) Ankara’daki olaylarda polisin sağduyulu tavrından söz ediyorsunuz... Pehhhh! Bayram kutlamak için İzmir’den kalkıp Ankara’ya koşan benim 70 küsur yaşındaki Gülseren ablamı iç çamaşırlarına kadar ıslatan polis; sağduyulu falan değil, olsa olsa duyarsız ve duygusuz olarak tanımlanabilir.

7) Ve son saptamanıza bayıldım. “Bu bayramlara katılanların ‘Cumhuriyet’e sahip çıkmak’ gibi bir iddiaları varsa gülerim” diyorsunuz...

Valla ister gülün, ister ağlayın; onların ne yazık ki “Cumhuriyet’e sahip çıkmaktan başka bir amaçları ve seçenekleri” kalmadı...

Siyasi görüşleri ayrı, dünyadan beklentileri ayrı, kültürleri, hayat standartları, yaşları, cinsleri, zevkleri ayrı...

Tek ortak yanları, Türkiye Cumhuriyeti.

Eğer; buna gülüyorsanız, ben kendi adıma size gülmem... Sadece sizin için elimden bir şey gelmediği, yapacağım bir şey olmadığı için üzülürüm!

*****


GÜNÜN SORUSU

Polis, Ulus’taki yürüyüşe katılmak için farklı illerden yola çıkan yurttaşların bindiği otobüsleri “ceset torbası ve kar lastikleri olmadığı” gerekçesiyle engelledi. Sorum Emniyet Genel Müdürü’ne:

Farları yanmayan, sinyal lambaları çalışmayan, ilkyardım çantası ve kurtarma araç gereci taşımayan, lastikleri kabaklaşmış binlerce polis arabasını bağlamayı da düşünüyor musunuz?...

MUSTAFA MUTLU

10 Temmuz 2013 Çarşamba

TMMOB ERDOĞAN BAYRAKTARA BAĞLANDI

TMMOB'NİN BİR GECEDE BAĞLANIVERDİĞİ ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANINI TANIYALIM

Erdoğan Bayraktar: (d. 10 Ekim 1948 Of, Trabzon), Türk siyasetçi. 61. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'nin Çevre ve Şehircilik Bakanı.
Evli ve 5 çocuk babasıdır. İstanbul Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi İnşaat Mühendisliği Bölümü'nü bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü İnşaat Anabilim Dalı’nda, Metropol Şehirlerde Alternatif Yerleşim Birimleri konusunda Yüksek Lisans derecesi aldı. Bükreş Üniversitesi’nde de İnşaat Sözleşmeleri konusunda tez hazırlayarak derece almıştır.

TOKİ NİN İCRAATLARI
81 il 800 ilçe, 1.920 şantiyede 486.784 Konut üretti.
54.218 i gecekondu dönüşümü adına yapıldı.

Kuruluş amacı alt gelirli ailelere konut edindirmek olan toki nin bu amaçla üretiği konut
oranı genelin % 11.1'i kadardır.

Kalanını rant (kazanç kapısı) saymak yanlış olmaz. Zira sadece 2500 sosyal konut üretmiştir.

TOKİ nin imar kanunlarının,planlarının üzerinde,doğrudan başbakana bağlı olduğunu.
Hazine arazilerini(Kamu yararına ayrılanlar dahil) istediği gibi tasarruf edebildiğini.
Kamu ihale yasasına tabi olmadan taşeron kullanabildiğini.
Burada sıralamaya kalksam uzayıp gidecek bir sürü hukuksuzluk,keyfilik.

İşte bu kurumun(sözde)eski başkanı,yeni çevre ve şehircilik (evre katli ve beton dikicilik) bakanına bağlandı tmmob'nin odaları.

NEREYE KADAR


Ne doktor,ne avukat...
Ne mimar,ne mühendis...
Ne aydın,ne sanatçı...

Aileler çocuklarına artık...
Yandaş olmayı mı telkin edecekler.
Kız babaları,yandaş olmayana kız vermeyecekler mi?
İktidar,karşıtlarına yaşam hakkı tanımayacak mı?

Nereye kadar bu zulüm,bu talan?
Bu telaş,bu hezeyan...
Vakti geliyor hesap gününün.
Kaçmak,saklanmak nereye kadar?

Tahir ÖZCAN  10-07-2013

AŞKIN YÜZÜ

Saraylar saltanatlar çöker 
kan susar birgün 
zulüm biter. 
menekşelerde açılır üstümüzde 
leylaklarda güler. 
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...

ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Adnan YÜCEL

TMMOB'A DOKUNMA



TMMOB'ye bu yapılan ilk değildir, son da olmayacak biliyoruz, gezi parkındaki direniş ve hukuk mücadelesinin öncülerinden olan örgütümüze dün gece akıl almaz bir önergeyle kesilen ceza, bu örgütü daha da güçlendirecektir. Halkın çıkarları, meslek etiği, meslek hakları ve meslek onuru için her türlü yanlışa direnen TMMOB, bugüne dek nasıl hiçbir siyasi gücün elinde oyuncak edilemediyse, bundan sonra da aynı yolda yürümeye devam edecektir. Bu ülkede yapılmaya çalışılan her türlü haksız, adaletsiz, uygunsuz, plansız, çevreye, doğaya, insana, milli çıkarlara zarar veren uygulamaların karşısında yine TMMOB'yi göreceksiniz. Kendine muhalif olunmasına katlanamayan, ileri demokrasinin(!) en güzel örneklerinden birini canlandıran bu iktidar, gün gelecek, muhaliflikle suçlayarak baltaladıklarını yine bir bir karşısında görecektir.

Kamu yararı ilkesine aykırı olarak; insana, doğaya, tarihe, kültüre ait değerlerin yok olmasının yolunu açan; tarihsel geçmişe, dünyadaki gelişmelere, evrensel meslek kuram ve kurallarına ve hatta benimsenmiş serbest rekabet ilkesine aykırı olarak, ülke MÜHENDİS VE MİMARLARINI YOK SAYAN; MİMARLARIN TELİF HAKLARINI YOK EDEN düzenlemelerin en kısa sürede yargıya taşınması için, Odamızca yürütülen çalışmamız paralelinde; ülke gerçeklerine ve meslek mensuplarının sorunlarına ihtiyaç verecek; üyelerimizin hak kaybının önüne geçecek düzenlemelerin gerçekleştirilmesi amacıyla başlattığımız imza kampanyasına katkı ve katılımınızı dileriz.

Saygılarımızla
TMMOB MİMARLAR ODASI


bu imza kampanyası da oda sicil kaydı veya meslek mensubiyeti gerektirmeyen bir kampanya

http://imzakampanyam.com/-TMMOBaDokunma-TMMOB-nin-yetkileri-elinden-alinamaz-imza-kampanyasi

TMMOB'u "kapattılar"



"MESLEK ODALARINA GEZİ PARKI DİRENİŞİ CEZASI"

Dün mecliste görüşülen torba yasaya son anda verilen önerge ile, gezi parkı direnişinin aktörleri olan mühendis ve mimar odalarına ceza kesildi.Oda yöneticilerinin gözaltı süreçlerine bu sefer gezi parkı intikam yasası eklendi. Ya hükümetin istediği gibi olacaksınız. yada aykırı sesler çıkardıkça, mesleğinize ait, kurumlarınıza ait herşeyi kaybedeceksiniz. Telif hakları mimarların atardamarıydı. Atardamarlarını koparttılar.Mesleki denetim, odaların topluma karşı evet bu proje mimar tarafından çizilmiştir, sizin güvenliğinizi ve yaşamınızı düşünen birileri varın onayıydı. Öte yandan, odaların muhalif sesini kesmeye çalışmak için, gelir kaynaklarını yok etmek de odaların atardamarlarını kesmeye benzer...para kaynaklarını kesersek gezi parkını topçu kışlası yaptıklarında, Atatürk Orman Çiftliğini talan ettiklerinde , binaların cephelerini medres kılıklarla değiştirdiklerinde,parkları ormanları meraları dereleri sattıklarında ,çocukları medrese içerikli kampüs okullara hapsettiklerinde dava açacak bilirkişi ücreti ödeyecek, kampanya yürütecek paraları olmayacak diye düşünüyorlar.Lakin yanılıyorlar...bazı şeylerin parasal karşılığı yoktur...dayanışma büyüyor...insanlar daha biz talep etmeden odaların hesaplarına dayanışma bağışları yatırıyorlar... Bizleri susturamayacaksınız. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi,Mısırda darbeye karşı çıkmaksa,buradada muhalif seslere tahammülü olmayanlara, karşı çıkmaktır...Her yer Taksim Her Yer Direniş. Bitmedi daha...sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek...


         Tezcan Candan

8 Temmuz 2013 Pazartesi

GELECEKTE BİR CENAZE DEN


MEFTA'YI NASIL BİLİRDİNİZ ?
DESPOTUN,DİKTATÖRÜN BİRİYDİ !
HAKKINIZI HELAL EDİYORMUSUNUZ ?
HARAM OLSUN !
HELAL EDİYORMUSUNUZ ?
HARAM OLSUN !
HELAL EDİYORMUSUNUZ ?
HARAM OLSUN !
BİZİ KURTARDIĞI İÇİN YÜCE ALLAH A ŞÜKÜRLER OLSUN
EL FATİHA...


ANONİM

6 Temmuz 2013 Cumartesi

UMUT

Bir bebek geldi
Umudun yeşerdiği günlerdi
Biraz erkendi gelişi
O da kaçırmak istemedi belli
Ablalarını,ağabeylerini
Duyuyordu meydanlardan gelen seslerini
Kalamadı daha fazla
Attı dışarı kendini
Endişelendirdi,sevindirdi
Umuduyla geldi
Hayatı kundak gibi giyerek
Minicik elleri yumruk
Minicik gözleri neler görecek
Sözü var söyleyecek
Ve nefeslerce şarkıları
Daha bestelenmemiş
En insani duygu yükseldi
Umut geldi
Bir bebek

03-07-2013  Tahir ÖZCAN

5 Temmuz 2013 Cuma

CESARETİN BEDELİ



Günlerdir “Facebook”ta bir fotoğraf dolaşıp duruyor. Siyahbeyaz bir fotoğraf. 1936 Almanyası‘ndan. Fotoğrafta bir insan seli var. Hepsi de parmaklarını birleştirdikleri sağ ellerini ileriye doğru uzatmışlar. Nazi selamı veriyorlar. Ve o insan selinin ortasında bir kişi, sadece bir kişi kollarını kavuşturarak oturuyor. Nazi selamı vermeyi reddeden o adamın adı August Landmesser.
August Landmesser, o siyahbeyaz fotoğrafın çekildiği 1936 yılında 26 yaşındaydı. 1931'de Nazi Partisi’ne üye olmuştu. Ama 1935'te Hitler rejimine meydan okuyarak Yahudi kökenli 22 yaşındaki Irma Eckler ile evlenmişti. Meydan okumuştu; çünkü Nazi yasaları bir Alman’ın bir Yahudi ile evlenmesini kesinlikle yasaklamıştı. Evliliği duyulur duyulmaz Landmesser’i Nazi Partisi’nden ihraç ettiler. Aldırmadı; ikinci kez meydan okudu: Irma ile evliliğinden iki kız sahibi oldu. 1935'te Ingrid geldi dünyaya, 1937'de ise Irene.
1936'nın bir günü o siyah beyaz fotoğraf, Hamburg’da “Blohm&Voss” savaş gemisinin denize indirilmesi töreninde çekildi. İnsan selinin ayağa fırlayıp Nazi selamı verdikleri o an, tören yerine Adolf Hitler gelmişti. Ve o insan selinin ortasında August Landmesser kollarını kavuşturmuş oturuyordu. “Hayır demek cesareti”ni gösteriyordu. Hitler’e ve Nazi rejimine. August Landmesser ve eşi Irma Eckler, 1938'de tutuklandılar. “Alman ırkını kirletmek” suçundan mahkûm olup çalışma kamplarına gönderildiler. August Landmesser 1941'de salıverildi ama hemen cepheye sevk edildi. Sonra da bir daha ondan haber alan olmadı. Irma Eckler ise 1942'de çalışma kampında öldü. İki çocukları yurda verildiler ama hayatta kalmayı başardılar. Aradan yarım yüzyıl geçti, Irene bir Alman gazetesinin yayınladığı o siyah-beyaz fotoğrafta babasını tanıdı. Ve gurur duydu. Nazi selamı yapan bir insan selinin ortasında kollarını kavuşturarak Hitler’e “Hayır demek cesareti”ni gösteren bir genç adam.
Cesaret nedir? Bir Latin atasözü, “Cesaret ölümsüzlüğe, korkaklık ise ölüme götürür” der. August Landmesser cesaretinin bedelini hayatıyla ödedi ama ölümsüzleşti. Ölümsüzleşmese, o siyah-beyaz fotoğraf bugün cesaretin en somut örneği olarak belleklere yerleşir miydi?

4 Temmuz 2013 Perşembe

bir defaya mahsus olan bir hayatta bin defa hata yapma lüksün yok.

hayatın için bir plan yap.
yolundan sapma.
planına sadık kal.
eğlenmek mi?
inan bana, ertelemek işe yaramıyor.
hayatını bir bütün olarak yaşa.
sevişmek istersen seviş, ölmek istersen öl.
her şey oldukça basit temelde.
karıştıran, zorlaştıran sensin.
yolunu bil ve devam et.
fire mi verdin?
siktir et.
yolun bir yerinde mutlaka o eksiği gidereceksin.


ama unutma;
bir defaya mahsus olan bir hayatta bin defa hata yapma lüksün yok.

mirage dan alıntıdır.

'Yaşamak insan kalarak'

(..........)

"Bir otel odasında gencecik çocuklar 
Çırpındıkça bir yudum soluk için 
Üzerine benzin döküp oynayanlar 
Onlar birgün öpmeye eğilince çocuklarını 
Dudaklarında duman ve yanık et kokusu 
Boğum boğum tıkamaz mı soluklarını?.. "
                                                          Ş. Erbaş

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...