26 Aralık 2016 Pazartesi

Anayasa Değişikliği ve Başkanlık Sistemi hakkında

Anayasa Değişikliği ve Başkanlık Sistemi hakkında

Kanserli hastaların tedavi edildiği bir hastane var. Yıllardır bu hastanede tedavi yapılıyor fakat başarı oranı pekte tatmin edici değil. Başhekim ve hastane yönetimi, yönetim içindeki bazı doktorlar yeni bir tedavi uygulamaya karar veriyorlar. Bu tedavinin kesin sonuç vereceğini savunuyor bütün hastalara bu tedavinin uygulanmasını, eski tedaviden vazgeçilmesini telkin ediyorlar. Bu öyle bir tedavi ki daha önce hiçbir hastanede denenmemiş, hiç test edilmemiş, hatta tam olarak nasıl bir tedavi olduğu da pek bilinmiyor.Teklifleri hastanede bunun oylanması, yarıdan bir fazla hastanın kabul etmesi durumunda hemen yeni tedaviye geçilmesi.
Ancak hastanede bazı doktorlar var ki, bu tedavinin geri dönüşü olmayacak yan etkileri olacağı fikrinde. Bu muhalif doktorlar tabipler toplantısında bu fikirlerini dillendiriyor ancak yönetimdeki doktorları ve Baştabip'i ikna edemiyorlar. Baş tabip ise her ziyaret ettiği hastaya, bütün doktor ve hemşirelere bu tedavinin faziletleri hakkında telkinlerde bulunuyor. Hatta hastane çalışanlarına bile ikna toplantıları düzenliyor. Muhalif doktorların ise yeni tedavi hakkındaki şüphelerini giderecek bir faaliyet pek yok. Hatta hastane genelinde yeni tedavi aleyhinde öyle ulu orta konuşmak, tartışmak yasak. Muhalif doktorlar bu şüphelerini ancak kendi hastalarına anlatmaya çalışıyorlar. Hastanenin her yerinde yeni tedavinin reklamını yapan afişler asılı. Hastanedeki bütün ekranlardan bu yeni tedaviyi öven, eski tedavinin başarısızlığından bahseden propaganda konuşmaları yayınlanıyor. Bazı hastalar da şüpheci fakat yeni tedaviyi anlatacak, şüphelerini giderecek bilgi verecek kimseyi bulamıyorlar. Bazı hastalar ise görece daha hafif seyreden derecede hastalık taşıyor. Bazıları erken teşhis. Bu hastalar yeni bir tedavi denemeye sıcak bakmıyor. süren tedavilerinin bitirilmesini ve taburcu olmayı bekliyorlar. Bazıları ise çok ağır durumda. Zaten hastalık son evrede. Pek umutları yok. Ölümü bekliyorlar ve eski yada yeni tedavi umurlarında değil. Başka hasta profilleri de var. Mesela daha önce böyle yeni diye lanse edilen tedavi ve ilaçlardan canı yanmış olanlar. Meraklı oldukları için bu yeni tedavi hakkında bilgi toplamaya çalışan ve topladıkları bilgilere göre reaksiyon gösteren. Hiç azımsanmayacak bir hasta grubu da var. Eğer yeni bir tedaviye geçilecek ise bunun açıkça anlatılması, her yönüyle açıklanması, eğer oylanırsa hastaların tamamının (en azından tamamına yakınının) rızası ile uygulamaya geçirilmesini istiyor.
Hastanede giderek tansiyon yükseliyor. Bütün bunlar olurken hastanenin arazisinin bir kısmının istimlak edilme tehlikesi var. Alınan kredilerin geri ödenmesinde sıkıntı yaşanıyor. Bazı tazminat davalarının kaybedilme tehlikesi var. Tıbbi gereç ve ilaç kartellerinin dayatmaları, enerji temini yetersizliği ve komşu hastanelerle olan yıkıcı rekabette cabası. Bu ortamda yeni bir tedavi uygulamasının ne getirip ne götüreceğini bilmek mümkün değilmiş gibi görünüyor. Bazılarına göre bu hastaneyi batıracak bir çılgınlık. Bazılarına göre tek çıkış yolu. Bazılarına göreyse sonuç ne olursa olsun zamanlama çok yanlış. Hele bir kesim var ki, yönetimin bunu kendisi için dayattığı fikrinde. Başka iş mi var işin içinde? Belkide kesin olan tek şey, hastalar iyileşmek ümidiyle sessizce bekleyişte.

12 Aralık 2016 Pazartesi

KİBRİTÇİ KIZ

KİBRİTÇİ KIZ

Sihrini esirgeme gece perisi.
Saklanma. Oradasın biliyorum
Gözlerimi kapayıp açınca,
Kıvılcımlarını görüyorum.
Ama başka hiçbir şey yok karanlıkta.
Uyumak istemiyorum.
Yalnızlıktan mı üşüyor yüreğim?
Yoksa ayazdan mı?
Bedenimi donduran soğuk
Kimsesiz hissettiriyor beni.
Gece perisi hadi yap artık sihrini.
Kibritim bitti.
Çok var daha günün doğmasına...

Tahir ÖZCAN Aralık 2016

8 Aralık 2016 Perşembe

EFENDİ

EFENDİ

"Atatürk, Enver Paşa tarafından Sofya'ya askeri ataşe olarak gönderilir. Bulgaristan henüz 5 yıllık bir ülkedir. Üzgündür Atatürk İstanbul'dan gittiği için. Bir pastane vardır Sofya'da. Diplomatik erkan genel olarak o pastanede kahvaltı yapmaktadır. Atatürk de orada yapar kahvaltısını.

Bir sabah bir köylü girer pastaneye. Bohçası vardır yanında,bırakır bir masanın yanına,oturur. Bir garson gelir,köylü süt ve kek ister. Garson ise köylünün pastaneden ayrılmasını ister. İtiraz eder köylü. Birkaç garson daha gelip tekrarlarlar dışarı çıkmasını.

Köylü öfkelenir ve bağırmaya başlar. " Senin sattığın sütü ben üretiyorum, senin sattığın pasta,börek,çöreğin ununu ben üretiyorum. Peynirini,yoğurdunu ben üretip veriyorum. Pastana koyduğun meyveyi ben üretiyorum ve sen benim ürettiklerimi bana vermiyorsun öyle mi? Hayır çıkmıyorum ve kahvaltımı burada yapacağım" der..

Herkes suspus olur. Köylünün istedikleri masasına gelir, kahvaltısını yapar ve bir miktar parayı masaya fırlatarak çıkar ve gider.

Tüm her şeyi izler Atatürk. Küçük kareli not defterine şu notu düşer. "Bir gün benim köylüm de bu köylü gibi olursa millet olduk demektir "der ve ekler; 

" KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR"....

6 Aralık 2016 Salı

ARALIK GÜNEŞİ

kış güneşi tumblr ile ilgili görsel sonucu
ARALIK GÜNEŞİ
Çatılara serilip kalmış,
Can çekişen bir Aralık güneşi.
Ruhsuz bir orospunun,
Baştan çıkaramayan sahte kışkırtmaları gibi.
Bahçede yarım asırdır bitmeyen kavak ağacı davası,
Bir bahar daha yaşasın diye düşünmeden devrilen.
Halil GÜMÜŞ

4 Aralık 2016 Pazar

BUNA NE TUAL YETERDİ NE BOYA..










BUNA NE TUAL YETERDİ NE BOYA...

kokusu buram buram tüten
limanda simit satan çocuklar
martıların telaşı bambaşka
işçiler gözler yolunu.
inebilseydin o vapurdan
ayağında Varna’nın tozu
yüreğinde ince bir sızı.
mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
bağrımıza bassaydık seni Nazım,
yapardım mutluluğun resmini
başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
bahriyeli adımlarla düşüp yola
gidebilseydik meserret kahvesine,
ilk karşılaştığımız yere
ve bir acı kahvemi içseydin.
anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
ne günler biterdi,
ne geceler...
dinerdi tüm acılar seninle
bir düş olurdu ayrılığımız,
anılarda kalan.
ve dolaşsaydık Türkiye’yi
bir baştan bir başa.
yattığımız yerler müze olmuş,
sürgün şehirler cennet.
işte o zaman Nazım,
yapardım mutluluğun resmini
buna da ne tual yeterdi;
ne boya..


ABİDİN DİNO

KÜBA'DAN DÖNDÜM BU SABAH

küba sokakları ile ilgili görsel sonucu
Küba'dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir
çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
resmini yapabilir misin üstat
yazık yazık Havana'da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin
bir el gördüm Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısına yakın
bir duvarın üstünde bir el gördüm
ferah bir türküydü duvar
el okşuyordu duvarı
el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının
on yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu avucu nasır
nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu
yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun
yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan
otuz yaşındaydı el ve Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz
kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu
okşuyordu duvarı
sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini
Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem
kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya kavuşan ve
okşamayı bir daha yitirmeyecek Kübalı balıkçı Nikolas'ın elini
kocaman bir el
deniz kaplumbağası bir el
ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el
artık bütün sevinçlere inanan bir el
güneşli denizli kutsal bir el
Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla fışkırıp
yeşerip ballanan umutların eli
1961'de Küba'da çok renkli çok serin ağaçlar gibi evler ve çok rahat evler
gibi ağaçlar diken ellerden biri
çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri
mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el
yalansız hürriyetin eli
Fidel'in sıktığı el
ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü
yazan el
hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların balkutusu bir
karpuzu kesiyorlarmış gibi
ve gözleri parlıyor erkeklerinin
ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne
ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum içiyor
mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının
Nazım HİKMET RAN

25 Kasım 2016 Cuma

KUTSAL

öğretmen ile ilgili görsel sonucu
KUTSAL
Öyle aşkla yaparlar ki mesleklerini
İnsanın gerçek aşk bu diyesi gelir
Öyle mağrur ama özverilidir ki o
Ayaklarının altına serilesin gelir
Hayata başlarken ne edindiysen
Aklına, kalbine, ruhuna değen
Sana bahşedene Öğretmen denir

T.Özcan 24.11.2016

ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN

8 Kasım 2016 Salı

RUBAİ

Dilemek ile ilgili görsel sonucu
Rubai
Bu kaçıncı tövbe ediş, kaçıncı af dileme
Ya tövbeni tut, ya da günahta yüz af dileme.
Günler değil ne çok yıllar geçti fırtına gibi
Günü yaşa iyi kullan başka zaman dileme

Hulusi Arısal

SON BAHAR...
















Son Bahar...
Ilık bir lodos esiyor bu akşam.
Haber veriyor, yağmur yakın
Sonbahar dönüyor usulca kışa.
Dönmesi gibi şu ömrümün.
Kafam direnmeyi bıraktı artık.
Bedenim gibi orta yaşa.
Yetişemiyor bu yavaş gövde,
Nasılsa zaman denilen akışa.
Ve poyraza meyleder ruhum.
Fırtınalı, soğuk, felaket
Hapis bedende nicedir.
Çıkıp kurtulacak nihayet.
Usul usul koyulduk ya yokuşa.
Varacağız o menzile işte
Ya sonbaharın sonundadır
Acelemiz de yok elbet
Bilemedin önümüzdeki kışa
Ben Kasım 2016

16 Ekim 2016 Pazar

KORKU


KORKU
Ödüm kopuyor yaşamaktan
Daha ne kaldı diyorum görülecek
Savaşlar, felaketler, acılar
Cehalet, vahşet, ihanet
Nasıl içmesin insan
Yavaş yavaş öldüresiye kendini
Hayat daha ne kadar sürecek
Şahitlik ederek yok oluşa
Elinden bir şey gelmeden
Duvarlara şikayet ederek
Söyle nasıl sövmesin
Bu yalan ne kadar sürecek
Kutsa sanda, akla sanda
Söz yalan, öz yalan
Palavra tüm yaşanan
Yapanın yanına kalan
Hiç bitmeyecek diye
Ödüm kopuyor...
Ben Ekim 2016

12 Eylül 2016 Pazartesi

BAYRAM

BAYRAM

Bayramlar ne güzeldir
Hele çocuklar için
Mutluluk getirsin bayramlar
Ölüm getirmesin
Bütün canlılar
Bayram etsin...

Tahir Özcan 12.09.1971

5 Eylül 2016 Pazartesi

HOMİNİD

hominid ile ilgili görsel sonucu

Hominid
İnsan olmak zor mesele.
Hani yok edecek deniyor ya
Bu gidişle kendini
Etrafımda yok denecek kadar az.
Yani çoktan etmiş.
Kendimi ayırmıyorum hiç.
Sen kendini ne sanıyorsun diyen
Vicdansız piç.
Ben ve Eylül 2016

27 Ağustos 2016 Cumartesi

NİYE...

NİYE...
Ne oluyor
Bombalar değil mi patlayan
Onca insan ölmüyor mu her gün
Kimsenin umurunda değil mi
Bir zümreye ait olmak istiyor herkes
Niye
Niye dini olanın ihtiyacı yok ahlaka
Kimse paylaşmak istemiyor varını
Hiç kimse aldırmıyor
Yanındakinin feryadına
Dönüp bakmıyor düşene
Yazık değil mi karartmak yarınlarını
Çocukların
Sende çocuktun
O zaman bu nefret niye
Bunca saçmalık varken
Kuşatmışken kötülük her yanı
Ben de şiir yazmak istiyorum
Niye
Niye müzik sanat edebiyat
Sevginin ama gerçek sevginin
Zerresi yokken
Kahpelik bencillik ihanet ne çok
Tüketerek tükenirken hızla
İnsanlık denen varoluş
Niye
Etrafındaki herkesi satarak mı
Gidiliyor Cennete
Yoksa burada mı satılıyor
Bunca para kazanma hırsı
Yalnız cennetini almak için mi
Orada tek başına kalacaksan
O cennet Niye
Aslında niye iyi olmak için
Bir şeylerden korkman gereksin
Korksan da öleceksin
Gerçekten hiç düşündün mü
Kendi icadın olan zamana esirken herkes
Özgürlükten bu kadar çok bahsediyor
Niye
Kendini görmek için baktın mı hiç aynaya
Yada çevrene dünyaya evrene
Ne oluyor
Ne olacaksa oluyor işte
Sen neye karşı duruyorsun
Ağla kaybettiklerine
Ve sor kendine
Bunca başarısızlık çıkarmış ortaya
Sonu gelmez ihtiraslarıyla insan
En ufak bir pişmanlık duymamak
Niye...
T. Özcan ağustos 2016

21 Ağustos 2016 Pazar

OKUMAK



Bursa’da tanıştığım başka bir kitapçıya gittim.
-“İngilizce ders verilir.” diye bir kağıda yazsam da, sizin dükkanın camına kağıdı yapıştırsam, nasıl olur?
-İş çıkmaz! dedi.
-Neden?
-Şimdi herkes İngilizce ders veriyor. Manav dükkanlarından, berber dükkanlarına kadar bak, hepsinin camında “İngilizce ders verilir” diye kağıtlar asılı… Ağaçlara, duvarlara bile kağıt asmışlar. İngilizce dersi bu hızla giderse, ders verenler dersi alanlardan fazla olacak. O zaman, Türkçe ders verenlere iş çıkacak. En iyisi, siz Türkçe dersi verin.
Güldüm.
-Şaka değil, dedi, şuraya “Eski Türkçe dersi verilir” diye bir kağıt asalım, bak kaç kişi gelecek.
Dediğini yaptık. Bir hafta sonra dört öğrencim oldu. Bunlar, dokuzla on üç yaş arasında çocuklardı. Eski kitapları okumak isteyen gençlerden gelir sanmıştım, oysa çocuklar geldi.
Önce bir baba geldi.
-Kuran dersi verir misin? dedi.
Bu, hiç hesapta yoktu.
-Veririm… dedim.
Adam, çocuğunu göndermeden önce, beni Kuran’dan bir sınava çekti. Vaktiyle hafız olmanın bir zaman gelip yararını göreceğimi hiç ummamıştım. Kuran öğrencileri birken iki, ikiyken üç oldu.
Her sabah Ulucami’ye gidiyoruz. Öğrencilerime Kuran dersini camide veriyorum. Öğrenciler sekize çıkınca, başıma bir iş gelecek diye korkmaya başladım. Çocuklarının iyi yetiştiğine memnun babalar birbirlerine haber veriyorlar. Çocuklardan birinin babası, bigün,
-Maaşallah, çok çabuk öğretiyorsunuz, dedi. Bizim oğlana bir hoca ders veriyordu. Oğlan bir yılda “Amme”ye gelemedi.
Durum iyi. Hani içimden, “Sürgünden sonra da Bursa’da kalsam, bu Kuran dersi hiç de kötü iş değilmiş…” diye geçiriyorum.
Bir sabah yine Ulucami’de bekledim. Öğrencilerimden hiçbiri gelmedi. Ertesi gün de gelmediler. Camide yanış olduğum, müezzin ya da kayyum gibi biri vardı, ona nedenini sordum. Kem küm ediyor, ağzından baklayı çıkarmıyor.
-Hastalanmışlardır, diyor.
-Salgın hastalığına tutulmadılar ya bunlar… Hiçbiri gelmiyor.
Bir daha öğrencilerim gelmedi. Sonradan öğrendim.
Öğrencilerimden birinin babasına,
-Oğlunuza kim Kuran okutuyor? Biliyor musunuz? diye sormuşlar.
-Hafız Aziz! Demiş.
-Hafız mı? Ne hafızı? Tam hafızı bulmuşsunuz maaşallah…
Ne olduğumuzu anlatmışlar.
Bunu bana bigün, kahvede ahbap olduğum, ama kim olduğumu bilmeyen bir adam anlattı.
-Ah kardeşim ah, dedi, İstanbul’dan buraya sürgün ediyorlarmış, burada hafızız diye ortaya çıkıyorlarmış. Bu heriflerin girmediği kılıf yok… Az kaldı ben de çocuğumu gönderecektim. Öyle de güzel, çabuk öğretiyormuş ki… Az kaldı çocuğu zehirletecektik… Böyle bir adamın Ulucami’de hafızlık edeceği kimin aklına gelir?
[Bir Sürgünün Anıları | Aziz Nesin]

25 Temmuz 2016 Pazartesi

BEKLEYİŞ




BEKLEYİŞ

Ve sen geldin

Güneş nöbetini erteledik
İlk pilaki kalkıp gitti
Anasonlu gece şahit
Şerbetçi otu küskün...

22 Temmuz 2016 Cuma

İYİMSER DEĞİLİM


İYİMSER DEĞİLİM

Erkeklik var ya ser de
Korktuğumu göstermesem de
İyimser değilim temkinliyim

İtikada saygım var desem de
Ortak bir çözüm beklesem de
İyimser değilim endişeliyim

Örtülemeyen bir sinsi niyet
Kurumsallaşmış zihniyet
İyimser değilim öfkeliyim

Kalabalık ama tek bir ağız
Medeniyetten çok uzağız
İyimser değilim bezginim

Gündem seni aldatmasın
Sakın ruhunu harcatmasın
Ben İyimser değilim...

Ben Temmuz 2016

3 Mayıs 2016 Salı

YAZGI



YAZGI
Yazgımı değiştirmek istedim ama okuyamadım
Yabancıydı bana dili yada ben o dile yabancı
O günden beri okur yazarım, yazgım da dahil.
Ben mayıs 2016

26 Nisan 2016 Salı

DERS

DERS
Saksımda narin bir çiçek
Tomurcuklanmış yeni
Daha açmayı bilmiyorki
Ha verdi ha vericek...
Başımda kara bir bulut
Nemle dolmuş yeni
Ama yağmayı bilmiyorki
Sağanağa dönüşecek...
Aklımda binbir soru
Sıralanmış dizilmiş yeni
Cevap bulamıyorumki
Gerçeği öğrenecek...
Ben Nisan 2016

27 Şubat 2016 Cumartesi

SORU


SORU
tanrıya şöyle soruyordu gözü tok yoksulun biri:
“yoksulum bu derdimden hiç mi hiç yakınamam sana
ama, bağışla n’olur, meleklerine izin veren sen misin
kişiliksiz alçaklara devleti ve zenginliği dağıtmak için?”

Muhammed İKBAL

12 Şubat 2016 Cuma

UZAK

UZAK

Oradan bakınca uzak
Gel birde buradan bak
Uçak bileti kadar yakın
Ama aldanma sakın

Söz vermişsen eğer
Serde erkeklik var
Beni bana bırakın
Hasret belki oyalar

10 şubat 2016 ve Ben...

MUTLULUK

MUTLULUK

Mutluluk önünde uçsuz bucaksız bir deniz
Mutluluk bende sen, sende o ve biz
Özleriz, bekleriz, isteriz şüphesiz
Kedimize göre tarif de ederiz
Gümbür gümbür gelir bazen
Kimi zamanlarda sessiz
Denize nazır yakalanır bir kadehte
Bazen bir telefon mesajından bekleriz
Ve bir nefes bir kahkaha bir an
Bir çırpıda keyfine varılamayan
Sen ve o, o ve ben hepimiz
Geçip gittikten sonra ona mutluluk deriz.

11/02/2016. Tahir özcan

31 Ocak 2016 Pazar

GURBET


GURBET
Taş olsa çatlar demişler gurbette
Kulağımda romantik şarkılar gözlerimde yaş
Yalnızlığı katık ettim akşam yemeğim de
Kitaplar uzun gecelerime arkadaş
Er geç alışırsın da derler, elbette
Hiç kolaylaştırmasa da bunu kış
Dışarısı hareketli, cıvıl cıvıl kentte
Kalabalıkta yalnızlık penceresinden bu ilk bakış
Tahir ÖZCAN Şubat 2016

27 Ocak 2016 Çarşamba

ŞÜPHE

ŞÜPHE
Aç ve üşumüş sokak hayvanlarının
Üzerine yağan kar gibi karadır süphe
Bakmayın siz onun göz önündekileri
İnce oyalı şal gibi örttüğüne
Boşuna karakış demezler
Sinsice örter iyi taraflarını
Dondurur sevgiyi, kurutur yüreği
Geçmişi, anıları kurcalar durur
Kara çarşafıdır ayıbını örten kadının
Kılıfı olacak sanırken mahreminin
Yapışınca rüzgarda bedene
Seriliverir her şey gözler önüne
Düğmeyi ararken karanlık odada
Bir kibrit çakar ya birisi
Beyaza çalar ortalık birden
Yaktığı orgazm sigarası değilse
Ruhunla bakarsın odaya bir umut
Belki hiç tanımadığın bir beden
Uzanmış yatıyor öyle
Ya da boş bir yatak bulursun
Örtülmüş simsiyah bir örtüyle
Artık bambaşka görünür oda
Zemheri kışın, felaketin olacakken
Ayak parmaklarına sıcaklık yürür
Aklındakileri beyaz kaplı kabına koyarken.
T. Özcan. ocak 2016

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...