14 Aralık 2017 Perşembe

MÜFLİS


Susuyorsam asaletim den yoksa...
Cevap vermiyorum çünkü korkuyorum
Senden değil seviyene inmekten...
Elimi uzatacağım ama seni kaldırmak için
Acıdığımdan değil, utandığımdan...
Sana nasıl inandım, insan sandım
Yok tutamıyorum kusacağım...
Elimi yüzümü yıkayıp gidiyorum
Aralık 2017

5 Aralık 2017 Salı

OTOMOBİL UÇAR GİDER

yerli otomobil ile ilgili görsel sonucu



15 Temmuz kalkışmasından sonraki sürecin en hayırlı sonuçları, neo liberalizmin ve emperyalist dayatmaların karşısında ciddi kıpırdanmaların başlaması. İthalata dayalı ticaret ile üretimin önünü kapatan politikalardan kurtulma fikrinin yüksek sesle söylenmeye başlamasıdır bence. Tabi bu analizim sağcı ve liberal kanatta oluşan hava için geçerli. Sol ve sosyalist kanat ezelden beridir emperyalizm karşıtıdır zaten.
Bu  hava ile yaratılan son gündemlerden biri de yerli ve milli otomobil üretilmesi çalışmaları. Aslında bu yerli ve milli marka yaratma çabası ta Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar gider. Benim yaşıtlarım ilkokul sıralarındayken ‘’yerli malı haftası’’ ile bunun yansımalarını yaşamışlardı. Neydi sloganı? ‘’yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı’’ .
Cumhuriyet’in ilk kadroları kıt kaynakları ile bu yolda cesur adımlar atmışlardı. Kurulan fabrikalar, meslek okulları, üniversiteler. Parlak gençleri yurt dışındaki önemli eğitim merkezlerine göndererek ve Avrupa’daki faşizmden kaçan bilim insanlarına kucak açılarak oluşturulan eğitimli insan gücü. Toprak reformu , Köy Enstitüleri ve kooperatifler. Neticede çok parlak sonuçlar elde edildi. Türkiye Cumhuriyeti tüm dünyada hayretle izlenen ve saygı uyandıran bir büyüme sergiliyordu. Demir yollarının geliştirilmesini lokomotif ve vagon fabrikası izledi. Daha sonra tersaneleri asfalt yolları gördü insanlar. Kendi rafinerimiz, kağıt fabrikamız oldu. Onları barajlar köprüler izledi. Arada kendi uçağımızı yaptık. Biraz yakın tarih meraklıları ‘’Devrim Arabaları’nın” macerasını bilir mesela. Gölcük donanmasını ve askeri tersaneyi ise neredeyse herkes.
Çok partili dönem ülkeye liberal politikaları getirdi. O politikalar  da‘’Batı’’ya ve tabi ABD ye yakınlaşmayı. Bu yakınlaşma Komünizm karşıtlığı ile daha da batıcı politikaların etkisi altında kalınması sonucunu doğurdu. O kadar ki Kore’ye asker bile yolladık. Sonunda da ‘’NATO’’ üyesi olduk. Artık ülke savunmamızı da batıya entegre etmiştik. Ordumuzun ihtiyaçlarını da ağırlıklı olarak oradan karşılar olmuştuk. Savunma ve silah sanayisinin endüstriyel gelişmenin lokomotifi olduğu düşünülürse, yerli sanayimize vurulan sekte daha iyi anlaşılabilir. Siyasi eğilimdeki bu değişim (batıya yakınlaşma ve doğudan uzaklaşma) sosyal hayattan ekonomik  yapıya ülkeyi değiştirip dönüştürmeye başladı. Batı güdümlü politikalar, üreten ve ürettiğini tüketmeye çalışan, yani ayağını yorganına göre uzatmaya çalışan ülkeyi batının pazarı haline getirdi. Artık üretmekten çok ithal eder olduk. O kadar ki istihbaratı bile. Ülke süper devletlerin (bilhassa da Amerika’nın) oyun alanına döndü. Geliştirmeye çalıştığımız ekonomimiz, oturtmaya çalıştığımız demokrasimiz bir türlü rayına oturamadı. İstikrarsız ve dışa bağımlı bir ülke olup çıktık. Sonuç: sonucunda da kurtarmak için asker gönderdiğimiz Kore’nin bile çok gerisinde kalan bir ülke haline geldik. Bu gün ekonomik büyüklükte bizi katlıyorlar. Uluslararası marka değeri yaratmada ise uzak ara ilerideler.
Bunca hikayeyi niye anlattım peki. Yerli otomobilden buraya nasıl geldik? Ne der atalarımız hazıra dağ dayanmaz. Aklımız ancak başımıza geldi sanırım. Ama epeyi geç oldu. Değirmenin altından çok sular aktı. Dünyadaki geçerli durum artık çok farklı. Global hiçbir marka ürettiği ürünün %100 ünü kendisi yapmıyor. Sebebi ise gayet basit. Hem ekonomik değil hem de teknoloji o kadar hızla gelişiyor ki her şeyi yapmaya kalkan zaman ve para kaybediyor, geri kalıyor. Dolayısı ile yatırımları getiriye çeviremeden çöpe gidiyor. Yani yine sebep paraya dayanıyor.
Kendi otomobilini üretmek elbette ülke imajı ve tutulan yolun sembolü olması açısından önemlidir. Ancak mevcut dünya düzeninde bir marka değeri yaratılabileceğinden şüpheliyim.  Amaç ticari değer üretmekse kanımca Türkiye’nin daha büyük hedefler koyması gerekiyor. ‘’MİLGEM’’ milli gemi projesi, ‘’ALTAY’’ milli tank projesi ya da ‘’ATAK’’ helikopter yapma çabaları;  ordu donanımında, savunma gücümüzü bağımsız kılmak adına olumlu gelişmeler. Fakat yeterli değil. Kendi uydumuzu kendi roketimiz ile yörüngeye atabilmek. Kendi yolcu uçağımızı uçurabiliyor olmak. Alternatif enerji kaynaklarından daha iyi yararlanabileceğimiz teknolojiler geliştirmek. Bilişim sektöründe dünyada kabul gören bir ülke olmak. Bunları da toplumsal hayata katabilmek asıl hedef olmalı. Bunun için en büyük adım ise eğitim ile atılabilir. Tıpkı Cumhuriyetimizin ilk yıllarında olduğu gibi. Buna güncel jargonla ‘’Kuruluş ayarlarına geri dönmek’’ diyoruz. Yerli otomobil filan o kadar büyütülecek bir şey değil yani. Tarımı, hayvancılığı canlandırmak büyük ticari gelir getirmez belki. Kendini doyuran bir ülke olmak ise çok önemli. Doğal kaynakları sınırlı bir ülkeyiz sonuçta. Ama onları efektif olarak kullana biliriz. Bunun örnekleri çok yeryüzünde. Çalışmak ve üretmek gerek. Sözün özü: Sonsuz esin kaynağımız, Kurucu önderimiz  M. Kemal Atatürk’ün de dediği gibi  ‘’Çalışmadan ve üretmeden rahat yaşamak isteye toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonrada istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar’’. Yine onun sözüyle ‘’İstikbal göklerdedir’’. Bence de öyle.


Tahir ÖZCAN  02/11/2017

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...