15 Temmuz kalkışmasından sonraki
sürecin en hayırlı sonuçları, neo liberalizmin ve emperyalist dayatmaların
karşısında ciddi kıpırdanmaların başlaması. İthalata dayalı ticaret ile
üretimin önünü kapatan politikalardan kurtulma fikrinin yüksek sesle söylenmeye
başlamasıdır bence. Tabi bu analizim sağcı ve liberal kanatta oluşan hava için
geçerli. Sol ve sosyalist kanat ezelden beridir emperyalizm karşıtıdır zaten.
Bu hava ile yaratılan son gündemlerden biri de yerli
ve milli otomobil üretilmesi çalışmaları. Aslında bu yerli ve milli marka
yaratma çabası ta Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar gider. Benim yaşıtlarım
ilkokul sıralarındayken ‘’yerli malı haftası’’ ile bunun yansımalarını
yaşamışlardı. Neydi sloganı? ‘’yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı’’ .
Cumhuriyet’in ilk kadroları kıt
kaynakları ile bu yolda cesur adımlar atmışlardı. Kurulan fabrikalar, meslek
okulları, üniversiteler. Parlak gençleri yurt dışındaki önemli eğitim
merkezlerine göndererek ve Avrupa’daki faşizmden kaçan bilim insanlarına kucak
açılarak oluşturulan eğitimli insan gücü. Toprak reformu , Köy Enstitüleri ve
kooperatifler. Neticede çok parlak sonuçlar elde edildi. Türkiye Cumhuriyeti
tüm dünyada hayretle izlenen ve saygı uyandıran bir büyüme sergiliyordu. Demir
yollarının geliştirilmesini lokomotif ve vagon fabrikası izledi. Daha sonra
tersaneleri asfalt yolları gördü insanlar. Kendi rafinerimiz, kağıt fabrikamız
oldu. Onları barajlar köprüler izledi. Arada kendi uçağımızı yaptık. Biraz
yakın tarih meraklıları ‘’Devrim Arabaları’nın” macerasını bilir mesela. Gölcük
donanmasını ve askeri tersaneyi ise neredeyse herkes.
Çok partili dönem ülkeye liberal
politikaları getirdi. O politikalar da‘’Batı’’ya
ve tabi ABD ye yakınlaşmayı. Bu yakınlaşma Komünizm karşıtlığı ile daha da
batıcı politikaların etkisi altında kalınması sonucunu doğurdu. O kadar ki
Kore’ye asker bile yolladık. Sonunda da ‘’NATO’’ üyesi olduk. Artık ülke
savunmamızı da batıya entegre etmiştik. Ordumuzun ihtiyaçlarını da ağırlıklı
olarak oradan karşılar olmuştuk. Savunma ve silah sanayisinin endüstriyel
gelişmenin lokomotifi olduğu düşünülürse, yerli sanayimize vurulan sekte daha
iyi anlaşılabilir. Siyasi eğilimdeki bu değişim (batıya yakınlaşma ve doğudan
uzaklaşma) sosyal hayattan ekonomik
yapıya ülkeyi değiştirip dönüştürmeye başladı. Batı güdümlü politikalar,
üreten ve ürettiğini tüketmeye çalışan, yani ayağını yorganına göre uzatmaya
çalışan ülkeyi batının pazarı haline getirdi. Artık üretmekten çok ithal eder
olduk. O kadar ki istihbaratı bile. Ülke süper devletlerin (bilhassa da
Amerika’nın) oyun alanına döndü. Geliştirmeye çalıştığımız ekonomimiz,
oturtmaya çalıştığımız demokrasimiz bir türlü rayına oturamadı. İstikrarsız ve
dışa bağımlı bir ülke olup çıktık. Sonuç: sonucunda da kurtarmak için asker
gönderdiğimiz Kore’nin bile çok gerisinde kalan bir ülke haline geldik. Bu gün
ekonomik büyüklükte bizi katlıyorlar. Uluslararası marka değeri yaratmada ise
uzak ara ilerideler.
Bunca hikayeyi niye anlattım peki.
Yerli otomobilden buraya nasıl geldik? Ne der atalarımız hazıra dağ dayanmaz.
Aklımız ancak başımıza geldi sanırım. Ama epeyi geç oldu. Değirmenin altından
çok sular aktı. Dünyadaki geçerli durum artık çok farklı. Global hiçbir marka
ürettiği ürünün %100 ünü kendisi yapmıyor. Sebebi ise gayet basit. Hem ekonomik
değil hem de teknoloji o kadar hızla gelişiyor ki her şeyi yapmaya kalkan zaman
ve para kaybediyor, geri kalıyor. Dolayısı ile yatırımları getiriye çeviremeden
çöpe gidiyor. Yani yine sebep paraya dayanıyor.
Kendi otomobilini üretmek elbette
ülke imajı ve tutulan yolun sembolü olması açısından önemlidir. Ancak mevcut
dünya düzeninde bir marka değeri yaratılabileceğinden şüpheliyim. Amaç ticari değer üretmekse kanımca Türkiye’nin
daha büyük hedefler koyması gerekiyor. ‘’MİLGEM’’ milli gemi projesi, ‘’ALTAY’’
milli tank projesi ya da ‘’ATAK’’ helikopter yapma çabaları; ordu donanımında, savunma gücümüzü bağımsız
kılmak adına olumlu gelişmeler. Fakat yeterli değil. Kendi uydumuzu kendi
roketimiz ile yörüngeye atabilmek. Kendi yolcu uçağımızı uçurabiliyor olmak.
Alternatif enerji kaynaklarından daha iyi yararlanabileceğimiz teknolojiler
geliştirmek. Bilişim sektöründe dünyada kabul gören bir ülke olmak. Bunları da
toplumsal hayata katabilmek asıl hedef olmalı. Bunun için en büyük adım ise
eğitim ile atılabilir. Tıpkı Cumhuriyetimizin ilk yıllarında olduğu gibi. Buna
güncel jargonla ‘’Kuruluş ayarlarına geri dönmek’’ diyoruz. Yerli otomobil filan o kadar
büyütülecek bir şey değil yani. Tarımı, hayvancılığı canlandırmak büyük ticari
gelir getirmez belki. Kendini doyuran bir ülke olmak ise çok önemli. Doğal
kaynakları sınırlı bir ülkeyiz sonuçta. Ama onları efektif olarak kullana
biliriz. Bunun örnekleri çok yeryüzünde. Çalışmak ve üretmek gerek. Sözün özü: Sonsuz
esin kaynağımız, Kurucu önderimiz M.
Kemal Atatürk’ün de dediği gibi ‘’Çalışmadan
ve üretmeden rahat yaşamak isteye toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra
hürriyetlerini, daha sonrada istiklal ve istikballerini kaybetmeye
mahkumdurlar’’. Yine onun sözüyle ‘’İstikbal göklerdedir’’. Bence de
öyle.
Tahir ÖZCAN 02/11/2017