25 Nisan 2018 Çarşamba

NİSAN

bahar çiçekleri ile ilgili görsel sonucu


Nisan da tomurcuklar dönerken,
Dallarda baharın bütün çiçeklerine
Çocukların bayramına katılır.
Onlar da ağacın çocukları
Bütün çocuklarsa doğanın meyveleri.
Güneşimizin rahmeti işte.
Kiraz ağacının pembe çiçekleri,
Kızaracak Haziranda.
23 Nisan tomurcukları,
Umudun meyveleri onlar.
Bu toprağın çocukları.
Bizim Geleceğimiz, her şeyimiz.
T. Özcan 26.04.2018

1 Nisan 2018 Pazar

BOĞAZİÇİ, ODTÜ ve DİĞERLERİ

Komünizm/komünist, kapitalizm/kapitalist, sosyalizm/sosyalist, demokrasi/sosyal demokrasi, anarşizm/anarşist, terörizm/terörist, kapitalizm, emperyalizm gibi birçok kavram var artık günlük hayatımızda. Kimi okuyarak, kimi dinleyerek, kimi konuşarak bu siyasi terimleri kullanıyor ya da bilmeden yerli yersiz kullanıp bir şeyler anlatıyor.
Kimi anlıyor, kimi dinliyor, kimi anlamasa da alkışlıyor…
Her geçen gün yeni bir yorum, yeni bir tanım, yeni bir idrak…
Sosyalist denince (sosyal politikalar söyleminin yaygınlaşmasından da dolayı) artık halka yakın bir siyasi eğilim anlaşılırken ve hatta kabul görüp her siyasi yapı tarafından dillendirilirken,
Komünist dendiğinde Allahsız, kitapsız, din ve toplum düşmanı, terörist, hain algılanıyor.
Sosyal Demokrasi, Sosyal Devlet söylemleri dillerden düşmüyor.
Örgüt deyince, DHKP-C, PKK, DEV SOL akla geliyor.
İsmail Ağa, Menzil, Süleymancılar olunca “sivil toplum kuruluşu” algılanıyor.
IŞİD, EL KAİDE, TALİBAN olunca “Kızgın çocuklar” deniyor.
FETÖ, Müslüman Kardeşler olunca “Cemaat” deniyor.
15 Temmuz dan sonra FETÖ’nün terör örgütü olduğu ancak idrak edildi.
Teröristin, terörün sağı solu olur mu? Bu neyi değiştirir?  O da algı merkezimize sokuldu.
Yanlış aksettirilen kavramlar ve algılarla siyaset yapılması; karmaşa, kaos, korku yaratırken, toplumumuz hala; meslek örgütlerinin, sendikaların, çevre dostlarının ve benzerlerinin sosyal yaşam için, adalet için, insanca yaşam için ne kadar önemli olduğunun farkında değil. Tabi bir de hepsinden daha önemlisi Üniversiteler var. Onun öneminin de farkında değil…
Eğitimli, bilgili, çağdaş, bilinçli gençler yetiştirmek için, körü körüne inanan değil sorgulayan, kabullenen değil araştıran bireyler yaratmak için, geleceğimizi inşa etmek için oluşturduğumuz bilim yuvaları üniversitelerimiz.
Eğitimine devam eden gençlerimiz belli bir sınav sistemiyle seçilerek alınıyorlar. Ülkenin her bölgesinden, her ekonomik ve siyasi çevreden gelen heterojen bir yapıdalar. Doğal olarak içlerinde her siyasi görüşten, her ideolojiden bir tarafa meyletmiş gençler mevcuttur. Tamamen kendisini eğitim aldığı bilim veya sanat koluna adamış, bir kısmı apolitik bir kısmı mukaddesatına düşkün, bazısı milletçi hissiyatı yüksek veya 1.Dünya Savaşından sonra Kapitalist, Emperyalist Batı siyasetinin düşmanlaştırdığı Sosyalizm ve Komünizm ideolojisinin bilincine varmış,  genç idealist beyinlerdir onlar.
Bizim ülkemizde; meslek sahibi olsun, okusun diye bu kurumlara gönderilmiş  gençlerimizin, sol  ideolojilerin peşine takılması  pek hoş karşılanmaz. Kıt kanaat geçinen ailelerin, nice fedakarlıklarla üniversiteye gönderdikleri çocuklarının eğitimini sekteye uğratmasından endişelenmesi anlaşılabilir. Ama bilinçlenen gençlerin de,  hayata ve çevreye olan duyarlılığının artması, yanlış gördükleri olgulara tepki göstermeleri de anlaşılabilir olmalı. Ses verdiklerini duymaya ve anlamaya çalışmak o kadar zor olmasa gerek. Kimi  doğanın tahribatına, kimi eğitim sistemindeki yanlışlara, kimi haksızlığa, kimi kentsel sorunlara, kimi tarihi olgularını korumaya ses vermiyor mu. Elbette çatlak sesler, kaos yaratmaya çalışanların olma ihtimali de vardır, bu negatif sesleri pozitif taleplerden ayırt etmek hiç de zor değildir.
Anlaşılması zor olan ise, siyasi erk’in henüz toplumda kimlik edinme arayışındaki gençleri kategorize ederek ayrıştırması, siyasi görüşüne yakın görmediklerini ötekileştirmesidir.
Batı toplumunda da yükselmeye başlaması ile Komünizm demokrasinin karşıtı olarak gösterilmiştir. Sosyalizm de yumuşatılarak, içine liberal soslu politikalar eklenerek Sosyal Demokrasi (ben ona sulandırılmış Sosyalizm diyorum) diye hibrit bir akıma dönüştürülmüştür. Aşağı yukarı yüz yıldır devam ediyor bu süreç. Ekonomisi ile hatta kurumları ile de tıkanmış, iflas etmiş Kapitalist düzenin egemen Devletleri (biz onlara Emperyalist Devletler diyoruz) gerilemeye başlayan hakimiyetlerini sürdürebilme telaşındalar. Giderek daha da saldırganlaşarak kaybetmekte oldukları hakimiyetlerini uzatmak peşinde (ki biz buna da vahşi Kapitalizm diyoruz) saldırganlaşıyorlar. Aralarından bazıları dönüşümü kabullenmiş ve en az hasarla bu evreyi atlatmaya çalışmaktalar.
Gelişmiş devletlerin iradesine boyun eğmiş az gelişmiş devletlerde ise ciddi kafa karışıklığı devam ediyor. Ekonomisi zayıf, eğitim düzeyi düşük, neredeyse tamamen dışa bağımlı bu ülkelerde hala 19. yy bakış açısı hakim. Orta çağdan kalma gelenekçilik, kökten dincilik, tabu ve cehaletin hakim olduğu bir siyasi kültür süregeliyor. Oysa hızla gelişen dünyaya ayak uydurabilen genç nüfusları var. Mevcut durumdan memnun olmayan, ileriye dönük talepkar bir kalabalık. Bütün tartışmanın özü bu. Statükocu, değişime kapalı bir siyasi yapı ve onun konsolide ettiği yandaş kitle, bastırılmaya çalışan gelişime açık bir gençlik ve onlarla aynı aydınlığa dönük ilerici topluluk.
Sadede gelirsek: Afrin için lokum yemeyen Boğaziçi’liler, kampüslerinin ortasından otoyol geçmesini istemeyen ODTÜ’lüler, Atatürk’e alenen hakaret etmiş birinin okullarında konferans vermesini istemeyen üniversiteliler ‘’Bunlar komünist, bunlar hain. Bu marjinallere eğitim hakkı vermeyeceğiz’’ söylemlerine maruz kalıyor. Ne zavallı argümanlar. Neresinden bakılırsa bakılsın gerçekliği olmayan gündelik siyasi söylemlerden ibaret. Başı örtülü diye üniversiteye alınmayan kardeşlerine destek verirken ne idiyse o komünist, o marjinal simdi de aynı. Popüler tabiri ile türbanlı kardeşleri şimdi onlara destek verecek mi bilemem. Onlar mücadelelerinden vaz geçmeyecek. Nehirler nasıl geriye akamıyorsa modernitenin de önüne geçilemez. Zamanla her şey değişir. Sonuçta hep ilericiler kazanır, muhafazakarlar kaybeder. Bu çekişme bile hızını kesemez. Değişmeyen tek şey değişimdir. Değişmeye direnenlerin verdiği zararı onarmak da çoğunlukla modernistlere düşer.  Ne kadar ortaklaşılabilirse o kadar çabuk yaralar iyileşir, barış ve adalet ortamı gelişir. Toplum gelişir.

Tahir ÖZCAN (30 Mart 2018)

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...