Bazen, dünyanın tepetaklak olduğunu düşünüyorum. Oysa tepetaklak olan –henüz- dünya değil. Biziz. Düşüncelerimiz, ideallerimiz, ölçülerimiz, değerlerimiz, hatta zeka ve mantığımızla, biz.
Düşünce dedim ya, öyle siyasal, sosyolojik, felsefi çıkarımları da kastetmiyorum. En güncel sorunlara nasıl yaklaşılır sistematiğinde bile tepetaklak oldu ölçüler.
Örneğin, Türkiye’de yediğimiz patates, sorunlu bir patates. Nasıl yaptılar bilmiyorum, yerel tat ve renkler taşıyan tüm patates türlerini ortadan kaldırdılar, dünyanın en lezzetsiz, en kötü kalite patatesini –kuşkusuz GDO’lu- üretmeyi başardılar ve bizlere tek tip bu patatesi yediriyorlar.
Eskişehir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Ekrem Birsen, çıkıp bu patates hakkında konuşmak gereğini duymuş. Ne demesini beklersiniz ? Elbette ya kalitesinden, ya da üretiminden söz etmesini, değil mi ?
Ne gezer…
İlmi azam, esnafı muazzam Ekrem Birsen ; meğer Türkiye’de üretilen yabancı marka bir cips paketinde bir mangal resmi, mangalın üstünde bir domates resmi, yarıya kesik domatesin iç dilimlerinde ise HAÇ işareti görmüş! “Hristiyanlık propagandası yapılıyor,” diye tutturmuş, hazret.
Sıkı tutun da takla atmasın algı ve mantık sistematiğiniz. Zeka, bilinç gibi gereksiz fazlalıkların sahibi sizlerde sinir kalır mı ki, katıla katıla gülerek tepetaklak olmayasınız ?
Esnaf Ekrem Birsen cips paketlerinden Haçlı orduları çıkarınca, Bakan Ertuğrul Günay’dan beklenecek en düşük performans da Emek sinemasını asansöre bindirmek olmalıdır, elbet.
Yıkılması planlanan Emek Sineması, « Kesinlikle AVM olamaz, » diye güvence veriyor, Sayın Kültür ve Turizm Bakanı. « Belki sinema müzesi yapılabilir. Sinema salonu da hiç bozulmadan, asansör sistemiyle aynen binanın üstüne taşınabilir. »
Hangi binanın üstüne ? Tabii ki Emek Sineması’nın yerine yapılacak AVM’nin tepesine. Ne olarak dikilecek ? Sinema salonu. Peki önceden neydi ? Sinema salonu. Öyleyse niye asansöre bindi ? AVM olmasın diye. O zaman neden altında AVM var ? Üstünde olmasın, diye…
Buyrun, buradan yakın. Emek Sineması zaten tepetaklak olacak, bir de siz amuda kalkmayın.
Ben çok düşündüm, bu damda gezerken beline kazma vurulan saksağan işleri üstüne, kim kimi ti’ye alıyor, diye. Kimsenin kimseyi ti’ye aldığı yok. Zaten mantığımızı tepetaklak ettirenlerin hiç birinde herhangi bir mantık sistematiği, düşünce tutarlılığı da yok. Hatta düşünce yok ki, tutarlılığı olsun. Mantık olmayan yerde sistematiği ne gereksin ki « ti »ye alacak zeka bulunsun, ilaç için, birinde de…
Eflatun’un «mutlak kötülük » dediği cehaletten hala akıl, fikir beklemek yanılgısını sürdürdüğümüz için tepetaklağız. Nafile umutları bir yana bırakıp, çevremizde herşeyin yıkılmasına doğru bakıp ayakta kalmayı başarırsak, belki kafasına vurulmasından iki üç kuşakta gına getirince bu çarkı tersine çevirecek dördüncü kuşaklara örnek bir düşünce sistematiği bırakabiliriz. O da belki.
Peki nereden türedi bunca cehalet, neden çoğaldı damdaki saksağanlar ve peşlerinden kazmayla koşturanlar, diye soracak olursanız…
İşte size Yiğit Okur’un son kitabı Tır Kamyonları *ndaki « Telif Ücretinin Kıstası » başlıklı öyküsünden bir bölüm :
Bir dostum vardı. Mesleğine, genç yaşında Yargıtay’da tetkik hakimi olarak başlamıştı.
Yüksele yüksele sonunda daire başkanı oldu. Cesur, çalışkan, araştıran bir yargıçtı. Önemli kitaplar yazıyordu. Emekli olunca, zamanının tamamını yazmaya ayırdı. Her yıl bir eseri yayınlanıyordu. İkişer-üçer cilt. Her cilt, yaklaşık bin yaprak.
Ama dertliydi. Mektuplarında kağıdın pahalılığına, matbaa masrafına değiniyor; kitapların yüzde yetmişini satmadan maliyetini çıkaramadığını yazıyordu.
Demek ki, kitabın içindeki düşünce, fikir, yani kitabın özsuyunun değeri, maliyetin üçte biri kadardı. Fiyatı saptayan, basılmış kağıdın maliyetiydi. Basılmış, ciltlenmiş kağıt, kiloyla satılsa, kilo bedeli basılmamış kağıdın toplam değerinden düşük çıkıyor, yüzde bir-ikiyi geçmiyordu.
Hemen kaleme sarıldım, Yargıtay Daire Başkanlığı’ndan emekli yargıç dostuma yazdım:
“Beyefendi, toptan aldığınız kağıdı baskıya vermeyin. Gözlerim rahatsız, diyordunuz. Artık yazmayın, fikir üretmeyin. Kağıdı koyun bir depoya, bir süre bekleyin. Sonra satın. Kitaplarınızdan kazandığınızın birkaç katını kazanırsınız.”
Yanıt açık değil mi ?
*Can Yayınları, 2011
« Düşünürün hası, şaşırmak duygusunu yitirmeyendir. » PLATON
« G » NOKTASI
Yiğit Okur, benim en saydığım ve sevdiğim yazarlarımızdan biri. Belki de en bilgesi. « Tır Kamyonları »’nda, monarşiyle demokrasiyi şöyle kıyaslıyor.
« Demokraside iktidara talip olanlar kürsüden halka seslenirler : ‘Siz patates yiyorsunuz. Biz devletin başına geçersek, hepiniz biftek yiyeceksiniz ! ‘ Devletin başına geçerler, biftek yemeye başlarlar. Halk gene patatese talim eder. Monarşide ikiyüzlülük yoktur. Monark, kral, hükümdar, her neyse der ki: ‘Ben biftek yemeye devam edeceğim. Siz de patates yemeye devam edeceksiniz. İtirazı olan varsa, içeri tıkarım.’… »
Size bu gece ne yiyorsunuz, diye sormayacağım, aziz okurlarım. Ana haberlerden izlerim, nasılsa, patatesi nasıl yedirdiklerini, hepimize…
Mine G. Kırıkkanat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder