4 Şubat 2018 Pazar

RÜŞVET

rüşvet ile ilgili görsel sonucu

Çocukların hiç bilmediği, gençlerin büyük çoğunlukla tenezzül bile etmediği, yaş ilerledikçe insanlarda temayüz eden gayri ahlaki bir davranış. Hatta öyle ki modernleşme ile şehirli kültürün gündelik hayatının bir parçası olmuş bu hastalık. Üstelik te bulaşıcı. Toplumsal yozlaşmanın katalizörü.  Diyebilirsiniz ki bu eskiden de böyle miydi?  Hem evet, hem hayır.

Gençliğimde okuduğum, ilk okuyuşumda çok komik gelen, aramızda şaka konusu olan bir  darb ı mesel vardı. ‘’Devlet'i Osmani Ali'de terfi-i temayüz ilim irfan ile olmaz. Ya olacak kuvvetli iltimas, ya olacak medeni haz, ya da olacak delikle temas.’’ Bu günlerde moda olan ecdadımız Osmanlıda, işlerin nasıl yürüdüğünü hicveden bir metin. Eskiden güldüğüm, güldürmek için başkalarına okuttuğum bu yazı, artık beni güldürmüyor. Tam tersine öylesine üzüyor ki kahroluyorum. Meseleye din ve ahlak yönüyle bakıyorum, evrensel insani değerler yönüyle bakıyorum, endişem daha da artıyor. İnsanlık nereye gidiyor diye düşünmeden edemiyorum. İleriye doğru akan evrimsel süreç olamaz bu diyorum.
Semavi veya değil bütün dinlerin öğretilerinde, kutsal metinlerinde bunun ne kadar yanlış olduğu tekrar edilip durmuş. Peki nasıl bu duruma gelinmiş?  Osmanlı Devletinin kuruluş sözleşmesi sayılacak ‘’Edebali’’nin Osman Gaziye vasiyetini, Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...” hatırlarım. O güzel ahlaktan yukarıdaki rezil duruma nasıl geliniyor. Ya da Cumhuriyet dönemine bakalım, ilk dönemlerin idealist, vatansever kurucu vatandaşlarına. Ne imkansızlıklara, ne zorluklara katlanıldığını ama ne şaşırtıcı bir hızla gelişme kaydedildiğini görüyoruz. Tebaadan, eşit vatandaş bilincine varan insanların paylaşımcılığına gıpta etmemek mümkün değil. “Yeni yıla girdik vekil maaşlarına zam yapmamız lazım. Ne kadar yapalım? Siz ne dersiniz” diyen bakanına; ‘’öğretmen maaşını geçmesin’’ diyen bir liderden. ‘’Benim memurum işini bilir’’ diyen lidere nasıl gelindi? Kendi açımdan anlatayım.
Mesele köy enstitülerinin kapanmasına kadar gider. Cumhuriyetin başlarındaki eğitim hamlesinin sekteye uğramasına kadar. Kalifiye insan yetiştiren bu kurumların azalması, ama buna nazaran nüfusun artması, mesleği olmayan yığınlara sebep oldu. “Yapmakla uğraşmayalım, müttefiklerimiz bize verir”, politikalarıyla üretkenlik azaldı. “Al sat, yolunu bul”,  “bir şey üreteyim emeğimle kazanayım”ın önüne geçti. Köyler kasabalara, kasabalar kentlere göçtü. Büyük insan yığınlarına hizmet götürmek ekonomik yükü arttırdı. Ülkenin ekonomisi dışa bağımlılığı arttıkça daha da bozuldu. Serbest çalışanlar, özel sektördekiler becerileri oranında bundan daha az etkilendi. Peki kamu çalışanları? Devletin hizmetlileri? Onlar o kadar şanslı değillerdi maalesef. Devletin ekonomisi ile paralel olarak onların da ekonomisi (yani kazancı) azaldı. Maaşlarının alım gücü düştü. Toplumsal sınıf içinde tanımlandıkları orta sınıf seviyesinde tutunamadılar. O kadar ki günümüzde dar gelirli seviyesinde sayılıyorlar. Şimdi bunu örnekle anlatmaya çalışayım.
Devletin hazinesini emanet ettiğin memuruna 2 bin 5 yüz lira maaş verirsen; kirasını mı ödesin, çocuğunu mu okutsun, evine ekmek mi götürsün, kılık kıyafet mi alsın, dolmuş parasını mı versin, elektrik-su-telefon-vesaireyi mi ödesin. Bunlardan en az birkaçını yapamayacaktır. Devlet memuruna başka bir işte çalışmayı kanunla yasaklamış. Sonra  rüşvet alan memurlara operasyon yapılıyor. Bence göstermelik, tepkiler arttığında toplumun gazını almak için mecburen yapılıyor. Birkaç günah keçisi bulunup iş kapatılıyor.  Almasın, alamasın kimse rüşvet tamam. Ama çalışan, insanca yaşayacak ücret alabilmeli. Yukarıda milyonları, milyarları götürenlere yol veriliyor. Okuyoruz, duyuyoruz, bazılarına şahit oluyoruz. Aşağıda geçinebilecek ücret yok, lojman yok, ücretsiz eğitim, ulaşım, sağlık yok. Ama Milletvekilleri daire amirlerinden en az sekiz kat fazla maaş alıyorlar bu ülkede. Ben memur değilim ama memur çocuğuyum. Yakın tanığıyım yıldan yıla nasıl bu günlere gelindiğinin. Babam ve annemin karı koca çalıştıkları halde, tek çocukları olan beni ne zorluklarla okuttuklarını biliyorum. Babamı kaybettikten on yıl sonra ve annemin emekli ikramiyesinin üzerine kredi çekip bir on yıl daha ödeyerek ev sahibi olabildik. Rüşveti aklamaya, suç olmaktan çıkarmaya mı çalışıyorsun diyenleriniz olabilir. Elbette rüşvet ahlaksızlıktır, dinen yasaktır. Peki bir dönemin Başbakanı'nın ''benim memurum işini bilir'' demesi nedir? Rüşvete elverişli bir sistem yerleşmiş ise ona sesimiz neden çıkmaz da, rüşvet alana bütün suçu yüklemek kolaycılığına kaçarız. Karısı ev hanımı olup da çocuğunu okutmakta zorlanan bir memura kaçınız yardım etmiştir ya da yardım edildiğini duymuştur. Cami imamları günde 1.5 saat çalışıp 3.500 lira maaş alır ve lojmanda oturur, başka işler yapabilir. Namaz çıkışı zorda olan bir memur için yardım toplandığını gördünüz mü camide? Onlarca yıl maaşlarından kesilen memurların zorunlu tasarruflarının üzerine yatmadı mı bu devlet. Yani demem o ki eleştirmek kolay. Zor olanı yapmak, çare üretmek için çaba sarf etmek gerekiyor. Biz millet olarak sadece şikayet eder ama değiştirmek için kılımızı kıpırdatmayız. İş o hale geldi ki hamudu ile götürenler aklanıyor, evinin nafakasını denkleştirmek için bırakılanı alanlar kamu haklarından mahrum bırakılıyor. Hapislere tıkılıyor. Ömür boyu sürünmeye terk ediliyor. Hiçbir suçu olmayan aileleri de onlar ile birlikte maalesef. Azı çoğu mu olur rüşvet rüşvettir mi diyorsunuz? Evet doğru! Zaten kastım az rüşvet alan az, çok rüşvet alan da çok ceza alsın değil. Bu da caydırıcılığı olan bir öneri belki. Benim vurgulamak istediğim ise gelinen durum. Yani aldığın rüşvet, yaptığın yolsuzluk ne kadar büyükse; bu kanuna (sözde) aykırı, ahlaksız eyleminin cezai sonuçlarından kurtulma ihtimalin o kadar artıyor. Bu en az fiili gerçekleştirenin yaptığı ahlaksızlık kadar büyük bir ahlaksızlık. Ortamı elverişli hale getirdiği, daha fazlasına, daha büyük meblağlara teşvik ettiği için de daha büyük suç. Toplumda bu göz yummacı, görmezden gelmeci düzen ise hiç yadırganmıyor. Benim en çok itirazım buna. İftiharımız atamız Devlet i Osmani deki durumu yazının başında yazmıştım. Sonu yıkılmak oldu. Tarihe karıştı. M. Akif Ersoy’un dediği gibi ‘’Tarih tekerrürden ibarettir, eğer ibret alınsaydı tekerrür eder miydi’’  Ahlaklı ve erdemli yaşamanın vebali olmasın. Yapanın yanına da kalmasın.

Tahir ÖZCAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...