31 Temmuz 2011 Pazar
HerbiRenk: Anılara Yolculuk
HerbiRenk: Anılara Yolculuk: "Hayatımızdaki özel anlar, hatırlandığında hep özel kalıyor. İnsan bazen geri dönüp o anı yaşamak istese de, anılar, bazen yüzümüzde oluşan t..."
23 Temmuz 2011 Cumartesi
Stonhenge
Stonehenge çember halinde yerleştirilmiş, büyük taş bloklardan oluşan bir yapıttır. Ortalama 4.5 metre yüksekliğinde, her biri ortalama 25 ton ağırlığında yaklaşık 30 adet taş bloğun biraraya gelmesiyle oluşmuştur. İngiltere’de bulunan bu yapıt araştırmacıların çok ilgisini çekmektedir. Yapımı ve yapılış amacı hakkında pek çok teori ortaya atılmıştır. Burada üzerinde durulması gereken bu teorilerden hangilerinin doğruluk içerdiği değildir. Önemli olan bu yapıtın, evrim teorisinin insanlık tarihini açıklamak için öne sürdüğü iddiaları geçersiz kılan örneklerden biri olmasıdır.
Yapılan araştırmalar Stonehenge’in üç inşaat aşamasında meydana geldiğini ortaya koymaktadır. Birçok kaynağa göre, Stonehenge’in en eski dönemi MÖ 2800 yılına dayanmaktadır. Yani Stonehenge’in tarihi bundan yaklaşık 5000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Tarihi kaynaklar, ilk inşaat sırasında arazide dev taşlardan küçük bir çember yapıldığını ve bu çemberin dışına da bir topuk taşı yerleştirildiğini ortaya koymaktadır. Daha sonra, yine dev taşlarla ikinci bir çember oluşturulmuş, bundan sonra da çemberlerin iç kısmına “mavi taş” denilen taş bloklar yerleştirilmiştir.
Bu yapının en dikkat çekici yönlerinden biri, burada kullanılan mavi taşlardır. Çünkü Stonehenge’in yakınında herhangi bir mavi taş kaynağı yoktur. Yapılan araştırmalar, bu taşların Prescelly dağlarından, yapıtın olduğu yere getirildiğini ortaya koymuştur. Burada ise karşımıza yine olağanüstü bir durum çıkmaktadır. Çünkü, söz konusu mavi taş kaynağı, Stonehenge’den yaklaşık 380 km (kara yoluyla) uzaklıktadır. ilkel koşullarda yaşayan, ellerindeki tek malzeme ağaçtan kaldıraçlar, kütükten yapılmış sallar ve taş baltalar olan insanlar olsaydı, tonlarca ağırlığındaki bu taşlar Stonehenge’in olduğu bölgeye nasıl getirilmiş olacaktı? İşte bu cevaplanması mümkün olmayan bir sorudur.
Stonehenge ahşap bir binanın temel taşları olarak yapılmış olabilir. Bunun üstüne kurulacak ahşap bir bina rüzgardan ve fırtınadan etkilenmez. Muhtemelen binanın sadece temelleri kalmış olabilir. Nasıl ve ne şekilde yapılmış olduğu halen tartışılmakta olan Stonehenge’in bilim adamlarınca ortaya çıkarılan bir diğer önemli özelliği de, astronomiyle olan bağlantısıdır. Elde edilen bulgular, bu yapıtı inşa edenlerin mühendislik bilgilerinin yanı sıra, astronomi bilgilerinin de gelişmiş olduğunu göstermektedir.
Bir grup araştırmacı, o dönemin koşullarını canlandırarak mavi taşları Stonehenge’e kadar taşımaya çalışmışlardır. Bunun için ağaçtan kaldıraçlar kullanmışlar, üç sandalı birbirine bağlayarak benzer büyüklükteki taşların sığabileceği bir sal meydana getirmişler, ağaçtan sırıkları kullanarak salı nehir yukarı taşımaya çalışmışlar, daha sonra da kabaca hazırlanmış tekerlekler üzerinde taşları tepeye doğru çıkarmaya uğraşmışlardır. Ancak tüm bu uğraşıları sonuçsuz kalmıştır. Bu, mavi taşların Stonehenge’in olduğu yere nasıl taşındığını anlayabilmek için yapılan denemelerden sadece biridir. Daha pek çok deneme yapılmış ve dönemin insanlarının nasıl bir nakliye imkanı kullandığı anlaşılmaya çalışılmıştır. Ancak evrimci ön yargıların ışığında yapılan bu araştırmalar neticeye ulaşmaktan hep uzak kalmışlardır. Çünkü tüm bu denemeler, Stonehenge’in yapıldığı dönemde yaşayanların sadece taş ve ağaç gibi kaba malzemeler kullandıkları ve geri bir medeniyete sahip oldukları yanılgısı ışığında yapılmaktadır.
Burada üzerinde durulması gereken bir husus daha vardır. Söz konusu denemeler yapılırken gemi tersanelerinde yapılan çeşitli modellerden yararlanılmakta, gelişmiş fabrikalarda üretilen halatlar kullanılmakta, detaylı hesaplar ve planlamalar yapılmaktadır. Yani günümüz teknolojisinin imkanlarından faydalanılmaktadır. Buna rağmen sonuç elde edilememektedir. Bundan yaklaşık 5000 yıl önce yaşayan insanlar ise, tonlarca ağırlığındaki bu taşları taşımışlar, coğrafi konumlarını hesaplayarak bir çember haline getirmişlerdir. Tüm bunları taş baltalar, kütükten yapılmış sallar, ağaçtan inşa edilmiş kaldıraçlarla yapmadıkları açıktır. Stonehenge ve diğer pek çok megalit, belki de bizim dahi tahmin edemeyeceğimiz bir teknoloji kullanılarak inşa edilmiştir.
Yapılan araştırmalar Stonehenge’in üç inşaat aşamasında meydana geldiğini ortaya koymaktadır. Birçok kaynağa göre, Stonehenge’in en eski dönemi MÖ 2800 yılına dayanmaktadır. Yani Stonehenge’in tarihi bundan yaklaşık 5000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Tarihi kaynaklar, ilk inşaat sırasında arazide dev taşlardan küçük bir çember yapıldığını ve bu çemberin dışına da bir topuk taşı yerleştirildiğini ortaya koymaktadır. Daha sonra, yine dev taşlarla ikinci bir çember oluşturulmuş, bundan sonra da çemberlerin iç kısmına “mavi taş” denilen taş bloklar yerleştirilmiştir.
Bu yapının en dikkat çekici yönlerinden biri, burada kullanılan mavi taşlardır. Çünkü Stonehenge’in yakınında herhangi bir mavi taş kaynağı yoktur. Yapılan araştırmalar, bu taşların Prescelly dağlarından, yapıtın olduğu yere getirildiğini ortaya koymuştur. Burada ise karşımıza yine olağanüstü bir durum çıkmaktadır. Çünkü, söz konusu mavi taş kaynağı, Stonehenge’den yaklaşık 380 km (kara yoluyla) uzaklıktadır. ilkel koşullarda yaşayan, ellerindeki tek malzeme ağaçtan kaldıraçlar, kütükten yapılmış sallar ve taş baltalar olan insanlar olsaydı, tonlarca ağırlığındaki bu taşlar Stonehenge’in olduğu bölgeye nasıl getirilmiş olacaktı? İşte bu cevaplanması mümkün olmayan bir sorudur.
Stonehenge ahşap bir binanın temel taşları olarak yapılmış olabilir. Bunun üstüne kurulacak ahşap bir bina rüzgardan ve fırtınadan etkilenmez. Muhtemelen binanın sadece temelleri kalmış olabilir. Nasıl ve ne şekilde yapılmış olduğu halen tartışılmakta olan Stonehenge’in bilim adamlarınca ortaya çıkarılan bir diğer önemli özelliği de, astronomiyle olan bağlantısıdır. Elde edilen bulgular, bu yapıtı inşa edenlerin mühendislik bilgilerinin yanı sıra, astronomi bilgilerinin de gelişmiş olduğunu göstermektedir.
Bir grup araştırmacı, o dönemin koşullarını canlandırarak mavi taşları Stonehenge’e kadar taşımaya çalışmışlardır. Bunun için ağaçtan kaldıraçlar kullanmışlar, üç sandalı birbirine bağlayarak benzer büyüklükteki taşların sığabileceği bir sal meydana getirmişler, ağaçtan sırıkları kullanarak salı nehir yukarı taşımaya çalışmışlar, daha sonra da kabaca hazırlanmış tekerlekler üzerinde taşları tepeye doğru çıkarmaya uğraşmışlardır. Ancak tüm bu uğraşıları sonuçsuz kalmıştır. Bu, mavi taşların Stonehenge’in olduğu yere nasıl taşındığını anlayabilmek için yapılan denemelerden sadece biridir. Daha pek çok deneme yapılmış ve dönemin insanlarının nasıl bir nakliye imkanı kullandığı anlaşılmaya çalışılmıştır. Ancak evrimci ön yargıların ışığında yapılan bu araştırmalar neticeye ulaşmaktan hep uzak kalmışlardır. Çünkü tüm bu denemeler, Stonehenge’in yapıldığı dönemde yaşayanların sadece taş ve ağaç gibi kaba malzemeler kullandıkları ve geri bir medeniyete sahip oldukları yanılgısı ışığında yapılmaktadır.
Burada üzerinde durulması gereken bir husus daha vardır. Söz konusu denemeler yapılırken gemi tersanelerinde yapılan çeşitli modellerden yararlanılmakta, gelişmiş fabrikalarda üretilen halatlar kullanılmakta, detaylı hesaplar ve planlamalar yapılmaktadır. Yani günümüz teknolojisinin imkanlarından faydalanılmaktadır. Buna rağmen sonuç elde edilememektedir. Bundan yaklaşık 5000 yıl önce yaşayan insanlar ise, tonlarca ağırlığındaki bu taşları taşımışlar, coğrafi konumlarını hesaplayarak bir çember haline getirmişlerdir. Tüm bunları taş baltalar, kütükten yapılmış sallar, ağaçtan inşa edilmiş kaldıraçlarla yapmadıkları açıktır. Stonehenge ve diğer pek çok megalit, belki de bizim dahi tahmin edemeyeceğimiz bir teknoloji kullanılarak inşa edilmiştir.
İktidarın Meşruluğu
Büyük İskender, yakalanan bir korsana niçin denizi kötü niyetle kullandığını sorunca, korsan ona şu cevabı vermiştir:
“Ya sen niçin bütün dünyayı eline geçiriyorsun? Ben bu işi küçük bir gemiyle yaptığım için bana haydut deniyor, sen aynı işi büyük bir filoyla yapınca imparator diye anılıyorsun”
(Aziz Augustinus, De Civitae Dei, Kitap IV, Bölüm 4).
Neden organize bir egemene (kaba kuvvete başvursa dahi) devlet deriz de, onun hiyerarşisi dışındaki tüm erklere haydut deriz?
ister inan ister inanma
- Bayan Carson, Amerika'nın New York Kenti'nde yaşıyordu. Bir gün eğlenmek için cenaze işleri yapan bir şirketle anlaştı. Şirket eve telefon etti ve bayan Carson'un kalp krizi geçirip öldüğünü söyledi. Aile hemen koştu. Bu sırada tabutun içinde yatan bayan Carson, birden doğruluverdi. Ama kızı o anda kalp krizi geçirip öldü.
- Romollo Ribaldo, işsizdi. Pisa Kenti'nde oturan 42 yaşındaki bu İtalyan, bir gün tabanca ile intihar etmeye hazırlandı. Eşi onu engellemek için dil döktü. Sonunda Romolo, ağlamaya başladı ve intihardan vazgeçip silahını yere fırlattı. Ateş alan tabancadan çıkan mermi eşine isabet etti ve eşi öldü.
- Sibirya'nın köylerinden birinde cenaze mezarlığa götürülüyormuş. Mısır tarlasının ortasında, tabut köylülerin ellerinden düşüvermiş. Tabutun içindeki ceset düşüp dereye yuvarlanmış. Akıntı, cesedi dinamitle avlanan balıkçıların yanına sürüklemiş. Balıkçılar "Acaba adamı dinamitle biz mi öldürdük?" diye endişeye kapılarak, cesedi askeri kışlanın tellerine bırakmışlar. Nöbetçi er, bölgeye birinin yaklaştığını düşünerek cesedi yaylım ateşine tutmuş. Hemen ambulans çağrılmış. Delik deşik olan ceset, hastaneye kaldırılmış. Operasyon 6 saat sürmüş. Ameliyattan çıkan doktor, alnından akan terleri silmiş ve "Çok zor oldu ama galiba yaşayacak" demiş
- Romollo Ribaldo, işsizdi. Pisa Kenti'nde oturan 42 yaşındaki bu İtalyan, bir gün tabanca ile intihar etmeye hazırlandı. Eşi onu engellemek için dil döktü. Sonunda Romolo, ağlamaya başladı ve intihardan vazgeçip silahını yere fırlattı. Ateş alan tabancadan çıkan mermi eşine isabet etti ve eşi öldü.
- Sibirya'nın köylerinden birinde cenaze mezarlığa götürülüyormuş. Mısır tarlasının ortasında, tabut köylülerin ellerinden düşüvermiş. Tabutun içindeki ceset düşüp dereye yuvarlanmış. Akıntı, cesedi dinamitle avlanan balıkçıların yanına sürüklemiş. Balıkçılar "Acaba adamı dinamitle biz mi öldürdük?" diye endişeye kapılarak, cesedi askeri kışlanın tellerine bırakmışlar. Nöbetçi er, bölgeye birinin yaklaştığını düşünerek cesedi yaylım ateşine tutmuş. Hemen ambulans çağrılmış. Delik deşik olan ceset, hastaneye kaldırılmış. Operasyon 6 saat sürmüş. Ameliyattan çıkan doktor, alnından akan terleri silmiş ve "Çok zor oldu ama galiba yaşayacak" demiş
20 Temmuz 2011 Çarşamba
GÜNDÜZ KÖPEĞİ
Pencerenin aralığından sızıyor,
Kış rüzgarının heyecan veren kokusu,
Açıp pencereyi çarptırayım göğsüme,
Sabah aksın yürüsün neşesi,
Üşüyen tenimden dikilen tüylerime,
Sündürme ver çoraplarımı gündüz köpeği,
Parkta turlayalım kahvaltıdan önce seninle.
Tahir ÖZCAN
AŞK
Emekli bir kadının para cüzdanı gibi sevme beni
Tutumlu hesaplı
Baş aşağı bırak kendini
Küçük adam öpsün seni
Halil GÜMÜŞ
13 ŞEHİT EVLADIMIZIN ANISINA
|
AHMET ARİF
HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
“Demokrasi“
Yönetilen insanlar tüm branşlarda doğrudan veya dolaylı olarak yönetime katıldıkları zaman bu yönetim demokratiktir ve eğer üç güce (yasama, yürütme ve yargı) yayılan katılımları sadece fiziksel olarak doğrudan olamayacakları zaman dolaylı olurlarsa bu yönetim tam demokratiktir. Kadınları dışarıda tutmamak için tüm insanlar diyorum; ve aslında, pratikte zorunlu hale gelen savaş olgularının dışında, kadınları dışta tutmaya yolaçacak hiçbir ilke olamaz. Ne olursa olsun katılım istisnaları, yurttaşların yönetiminin ancak dolaylı olması ve bunun sonucu genelde fiziksel bir olanaksızlığın bahane edildiği birçok durumda etkisiz hale getirilmesi olgusu, başkasının ve kendisinin yönetimi için çağrıldıkları sürece bazı insan kitlelerinin yetersizliği, alçaklığı gibi olguların üreteci olan ahlaksal olgu, demokrasinin tam ve içten gerçekleşmesine her zaman engel olmaktadırlar. Çok sayıda kabileye ve yerel örgütlere bölünmüş veya çok sınırlı bazı eski toplumlar, büyük bir oranda dinsel olan geleneklerin hükümranlığı ve hemen hemen kendiliğinden olan yönetimlerle demokrasiye yaklaşmışlardır ki diğer toplumlar bunları sistematik düzenlemeler ve kesin yasalarla gerçekleştirememişlerdir.
Bununla birlikte yalnızca ikinci tür toplumlar akılcı biçimde amacı görmüşlerdir; ama amaç bir ideal olarak kalmış ve aslında aklın ve ahlakın egemenliği ile karıştırılmıştır. Tarihsel olarak demokrasi, belirli bir toplumda çoğunluğun tutkularını, azınlığın tutkularının üstüne çıkarmak için belirli dönemlerdeki bir seri çabadan başka birşey değildir; bu da çoğu zaman aristokrasiye ve monarşiye özgü yönetim araçlarının kullanımı veya tehdidi ile olur. Demagoglar, hatipler, diktatörler, yargıçlar, despotlar, bazı konseyler veya kurullarda tutkunun demokrasilerde, amaçlarını, yönetme hakkından az veya çok vazgeçerek egemen kılmak için devreye soktuğu araçlardır. Böyle bir durumda araç kolaylıkla işçinin karşısına çıkmaktadır; ama ne olursa olsun, ayaklanan kitleleri canlandıran tutku kör de olsa, genelde tekel yönetimlerin ortak itkisinden daha haklıdır. Bencillik doğal olarak küçük sayıya göre büyük sayıda daha az kötüdür, çünkü tasarımlanan araçlar haksız ve korkunç olabilseler de, ilkede ortak oldukları için amaçlar itiraf edilebilirler.
|Charles Renouiver|
12 Temmuz 2011 Salı
" Dede Korkut "
Beni dinleyin bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Sonucu ölümlü dünya
Aşık Veysel Şatıroğlu - (1894 - 1973)
"Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır.
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır.."
Benim sadık yarim kara topraktır.
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır.."
Veysel Şatıroğlu, 1894’te Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Babası “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel’in doğduğu sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresinde etkisini çok şiddetli gösteriyordu. Çiçek yüzünden Veysel’den önce, iki kız kardeşi yaşamlarını yitirmişti.
John Ronald Reuel Tolkien - (d. 3 Ocak 1892 - ö. 2 Eylül 1973)
John Ronald Reuel Tolkien (d. 3 Ocak 1892, ö. 2 Eylül 1973), İngiliz yazar, şair, filolog ve üniversite profesörü. Uzmanlık alanı Anglo-Saxon Dili ve Edebiyatıdır. Hobbit, Yüzüklerin Efendisi ve Silmarillion gibi fantastik kurgu eserleriyle tanınır.
İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika'nın Bloemfontein şehrinde doğdu. Ronald'ın babası Arthur Tolkien banka müdürü idi. İngiltere Birmingham'lı olan aile kendilerine yeni bir hayat kurmak amacıyla Güney Afrika'ya yerleşmişti. Fakat iklimin getirdiği olmusuzluklar kısa zamanda anne Mabel 'i Ronald ve küçük kardeş Hilary'i de alıp İngiltere'ye dönmeye itti. Aile bir süre sonra baba Arthur'un da dönmesi ile eski günlerine kavuşacaktı. Fakat 15 Şubat 1896'da Güney Afrika'dan Arthur'un ölüm haberi geldi. Bunun üzerine Mabel çocukları alıp küçük bir köy olan Sarehole'a yerleşti. Bu köy Ronald'da derin etkiler bırakacak ömrünün kısa bir süresini burda geçirmesine rağmen hayallerinde yarattığı Hobbit diyarı Shire ile defalarca Sarehole'u ziyaret edecekti. Sarehole'da Tolkien'i etkileyen sadece yemyeşil doğası değildi. Köy yakınındaki Moseley Bataklığı, kardeşi Hillary ile her zaman oynamaya gittikleri Cole Bank Road değirmeni ve devamlı kendilerini kovaladığı için "Beyaz Ogr" adını taktıkları değirmencinin oğlu da Ronald üzerinde derin izler bıraktı.
Ronald, Birmingham'daki King Edward's Okulu'na başlayınca aile bir kez daha taşınmak zorunda kaldı. Ronald yeni taşındıkları Olver Road'a yakın olan St. Philips okuluna verildi. Bir yıl sonra burs kazanınca tekrar King Edward's Okulu'na dönen Ronald birkaç yıl sonra 1904 yılında şeker hastalığı yüzünden annesi Mabel'i kaybetti. Bunun üzerine çocuklar teyzeleri Beatrice'in yanına gitti ve Peder Francis Morgan'ın gözetimine verildi. King Edward's Okulu'nda iken Ronald'ın dillere büyük yatkınlığı olduğu ortaya çıktı ve bu dönemlerde Ronald kendine ait bir dili tasarlamaya başladı. Böylece Elf dillerinin temelleri atılmıştı.
Çocukluktan delikanlılık yıllarına geçerken Ronald'ı etkileyen iki büyük yapı vardı oturdukları Birmingham kentinde. 29 metrelik Perrott's Folly kulesi o yıllara göre olağanüstü büyüklüğü ile Ronald'ın beynine kazınmıştı.
1758 yılında John Perrott tarafından yapılan bu kule tuhaf mimarisi ile "Perrott'un divaneliği" ismini almıştı. Hemen bu kulenin yanında ise bir başka kule vardı. Ve bu iki kule daha sonra yazacağı Yüzüklerin Efendisi için esin kaynağı oldu. Ronald'ın gençlik yıllarına dair bir diğer önemli not ise Gamgee ismi ile o yıllarda tanışmış olmasıdır. Bu yerel pamuk markası Gamgee, Ronald'ı etkilemiş olmalı ki Frodo'nun sadık dostu Sam'e bu soyadı vermiş.
16 yaşındayken hayatını değiştirecek bir olay oldu ve hayattaki tek gerçek aşkı olan Edith ile tanıştı. Fakat Peder Morgan iki gencin görüşmelerini yasakladı. 1911 yılında Tolkien klasik diller eğitimi almak için Exeter Koleji'ne gitti ve 21 yaşını doldurduğunda hiçbir zaman unutamadığı Edith'i buldu (Söylenir ki Edith ormanda dolaştıkları bir gün onun için dans etmiş ve bu dans genç Tolkien'i çok etkilemiştir). Gençler 22 Mart 1916'da evlendiler. Üstelik Tolkien onu ikinci kez bulduğunda Edith bir başkası ile nişanlıydı.
Bu arada I. Dünya Savaşı başlamıştır. Kısa bir süre sonra Tolkien de orduya katılır ve Fransa cephesinde savaşır. İki yakın dostunu bu savaşta kaybeden Tolkien çok yakınında patlayan bir bomba yüzünden İngiltere'ye geri döner. Fakat savaş bu genç insan üzerinde unutulmaz etkiler bırakmıştır. Savaş bittiğinde Oxford English Dictionary'de iş bulan Tolkien, savaştan döndükten sonra hayatının büyük bir kısmını Oxford'da geçirir. 1945 yılında Oxford'da profesör olmasına kadar geçen zaman içerisinde 4 çocuk sahibi olur. Bu süre içerisinde devasa hayal dünyası Orta Dünya'yı oluşturmaya devam eder. İlk kitabı bir çeviri olan "Sir Gawain and The Green Knight" yayınlanır. Entelektüel bir topluluk olan "Inklings" i yakın dostu C.S. Lewis ile kurar ve 1937 yılında Hobbit'i yayınlar. Roman hem olumlu hem de olumsuz tepkiler alır. Oxford'da profesör olan Tolkien'den nasıl olup da bir masal kitabı çıktığını sorar bazıları. Ama olumsuz eleştiriler bir işe yaramaz ve Hobbit kısa zamanda popüler olur.
Hobbit, aslında, Yüzüklerin Efendisi serisinin başlangıcıdır. Orta Dünya ilk kez bu kitapta okuyucuların karşısına çıkar. Bundan sonra Tolkien Yüzüklerin Efendisi (The Lord Of The Rings) için çalışmaya başlar.
29 Kasım 1971'de karısı Edith vefat eder. Tolkien bunun üzerine sadece iki yıl yaşayabilir ve 2 Eylül 1973'de Kraliçe'den CBE unvanını almasından kısa bir süre sonra 81 yaşında ölür.
Vikipedi
İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika'nın Bloemfontein şehrinde doğdu. Ronald'ın babası Arthur Tolkien banka müdürü idi. İngiltere Birmingham'lı olan aile kendilerine yeni bir hayat kurmak amacıyla Güney Afrika'ya yerleşmişti. Fakat iklimin getirdiği olmusuzluklar kısa zamanda anne Mabel 'i Ronald ve küçük kardeş Hilary'i de alıp İngiltere'ye dönmeye itti. Aile bir süre sonra baba Arthur'un da dönmesi ile eski günlerine kavuşacaktı. Fakat 15 Şubat 1896'da Güney Afrika'dan Arthur'un ölüm haberi geldi. Bunun üzerine Mabel çocukları alıp küçük bir köy olan Sarehole'a yerleşti. Bu köy Ronald'da derin etkiler bırakacak ömrünün kısa bir süresini burda geçirmesine rağmen hayallerinde yarattığı Hobbit diyarı Shire ile defalarca Sarehole'u ziyaret edecekti. Sarehole'da Tolkien'i etkileyen sadece yemyeşil doğası değildi. Köy yakınındaki Moseley Bataklığı, kardeşi Hillary ile her zaman oynamaya gittikleri Cole Bank Road değirmeni ve devamlı kendilerini kovaladığı için "Beyaz Ogr" adını taktıkları değirmencinin oğlu da Ronald üzerinde derin izler bıraktı.
Ronald, Birmingham'daki King Edward's Okulu'na başlayınca aile bir kez daha taşınmak zorunda kaldı. Ronald yeni taşındıkları Olver Road'a yakın olan St. Philips okuluna verildi. Bir yıl sonra burs kazanınca tekrar King Edward's Okulu'na dönen Ronald birkaç yıl sonra 1904 yılında şeker hastalığı yüzünden annesi Mabel'i kaybetti. Bunun üzerine çocuklar teyzeleri Beatrice'in yanına gitti ve Peder Francis Morgan'ın gözetimine verildi. King Edward's Okulu'nda iken Ronald'ın dillere büyük yatkınlığı olduğu ortaya çıktı ve bu dönemlerde Ronald kendine ait bir dili tasarlamaya başladı. Böylece Elf dillerinin temelleri atılmıştı.
Çocukluktan delikanlılık yıllarına geçerken Ronald'ı etkileyen iki büyük yapı vardı oturdukları Birmingham kentinde. 29 metrelik Perrott's Folly kulesi o yıllara göre olağanüstü büyüklüğü ile Ronald'ın beynine kazınmıştı.
1758 yılında John Perrott tarafından yapılan bu kule tuhaf mimarisi ile "Perrott'un divaneliği" ismini almıştı. Hemen bu kulenin yanında ise bir başka kule vardı. Ve bu iki kule daha sonra yazacağı Yüzüklerin Efendisi için esin kaynağı oldu. Ronald'ın gençlik yıllarına dair bir diğer önemli not ise Gamgee ismi ile o yıllarda tanışmış olmasıdır. Bu yerel pamuk markası Gamgee, Ronald'ı etkilemiş olmalı ki Frodo'nun sadık dostu Sam'e bu soyadı vermiş.
16 yaşındayken hayatını değiştirecek bir olay oldu ve hayattaki tek gerçek aşkı olan Edith ile tanıştı. Fakat Peder Morgan iki gencin görüşmelerini yasakladı. 1911 yılında Tolkien klasik diller eğitimi almak için Exeter Koleji'ne gitti ve 21 yaşını doldurduğunda hiçbir zaman unutamadığı Edith'i buldu (Söylenir ki Edith ormanda dolaştıkları bir gün onun için dans etmiş ve bu dans genç Tolkien'i çok etkilemiştir). Gençler 22 Mart 1916'da evlendiler. Üstelik Tolkien onu ikinci kez bulduğunda Edith bir başkası ile nişanlıydı.
Bu arada I. Dünya Savaşı başlamıştır. Kısa bir süre sonra Tolkien de orduya katılır ve Fransa cephesinde savaşır. İki yakın dostunu bu savaşta kaybeden Tolkien çok yakınında patlayan bir bomba yüzünden İngiltere'ye geri döner. Fakat savaş bu genç insan üzerinde unutulmaz etkiler bırakmıştır. Savaş bittiğinde Oxford English Dictionary'de iş bulan Tolkien, savaştan döndükten sonra hayatının büyük bir kısmını Oxford'da geçirir. 1945 yılında Oxford'da profesör olmasına kadar geçen zaman içerisinde 4 çocuk sahibi olur. Bu süre içerisinde devasa hayal dünyası Orta Dünya'yı oluşturmaya devam eder. İlk kitabı bir çeviri olan "Sir Gawain and The Green Knight" yayınlanır. Entelektüel bir topluluk olan "Inklings" i yakın dostu C.S. Lewis ile kurar ve 1937 yılında Hobbit'i yayınlar. Roman hem olumlu hem de olumsuz tepkiler alır. Oxford'da profesör olan Tolkien'den nasıl olup da bir masal kitabı çıktığını sorar bazıları. Ama olumsuz eleştiriler bir işe yaramaz ve Hobbit kısa zamanda popüler olur.
Hobbit, aslında, Yüzüklerin Efendisi serisinin başlangıcıdır. Orta Dünya ilk kez bu kitapta okuyucuların karşısına çıkar. Bundan sonra Tolkien Yüzüklerin Efendisi (The Lord Of The Rings) için çalışmaya başlar.
29 Kasım 1971'de karısı Edith vefat eder. Tolkien bunun üzerine sadece iki yıl yaşayabilir ve 2 Eylül 1973'de Kraliçe'den CBE unvanını almasından kısa bir süre sonra 81 yaşında ölür.
Vikipedi
Platon'un Felsefî mirası
Felsefede, gerçek varlıkların nesneler ve bunların kavramlarının ise zihnimizdeki yansımaları olduğunu kabul eden “materyalizm”e karşılık, kavramların, ideaların gerçek varlıklar olduğunu ileri süren Platon’un bu tutumuna, “İdealist Felsefe” veya “Epistomolojik İdealizm” diyoruz. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak Platon, Empirizmi yani deneylerle, duyular yoluyla bilgi toplamayı, usul yönünden reddetmektedir.
Modern filozoflar, günümüzde kullanılmakta olan bir çok kavramın insanlar tarafından yaratılmış olduğu argümanını ortaya koyarak, Platon’un İdealar Kuramının geçersizliğini ispat çabasına girmişler ve hatta ispat da etmişlerdir. Şu anda onun siyasi felsefesine inanan siyaset bilimci ve etikçi yok denecek kadar azdır. Fakat “Platonik” kelimesi her kullanıldığında, onun insani ilişkilerin bir boyutuna 2400 yıl önce getirdiği tarif tekrar güncelleşmektedir. Platon tarihin yetiştirdiği ilk gerçek idealisttir. Metafiziksel çalışmalar onunla birlikte başlamıştır. Felsefenin temel kuramlarını ilk sorgulayan ve üzerlerinde ilk defa açık ve belirgin fikirler ortaya koyan odur. Soyut akıl yürütme yöntemlerini kullanarak politikanın genel prensiplerine varmak üzere çıktığı yolda Platon’u takip ederek politik başarı sağlayan siyasetçiler politika sahnelerinde kim bilir ne kadar daha varlıklarını sürdüreceklerdir.
Modern filozoflar, günümüzde kullanılmakta olan bir çok kavramın insanlar tarafından yaratılmış olduğu argümanını ortaya koyarak, Platon’un İdealar Kuramının geçersizliğini ispat çabasına girmişler ve hatta ispat da etmişlerdir. Şu anda onun siyasi felsefesine inanan siyaset bilimci ve etikçi yok denecek kadar azdır. Fakat “Platonik” kelimesi her kullanıldığında, onun insani ilişkilerin bir boyutuna 2400 yıl önce getirdiği tarif tekrar güncelleşmektedir. Platon tarihin yetiştirdiği ilk gerçek idealisttir. Metafiziksel çalışmalar onunla birlikte başlamıştır. Felsefenin temel kuramlarını ilk sorgulayan ve üzerlerinde ilk defa açık ve belirgin fikirler ortaya koyan odur. Soyut akıl yürütme yöntemlerini kullanarak politikanın genel prensiplerine varmak üzere çıktığı yolda Platon’u takip ederek politik başarı sağlayan siyasetçiler politika sahnelerinde kim bilir ne kadar daha varlıklarını sürdüreceklerdir.
|Pablo Neruda|
"İnsanlarla yüz yüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin"
Cemaat Şampiyon Olur Mu?
Olur!
Türkiye’de hızla el değiştiren sermaye, son üç sezondur futbola da el atmaya başladı. Endüstriyel futbolun sermaye-rant ekseninde uluslararasılaşması futbol alanında da büyük sermaye sirkülasyonunu dünya ölçeğinde gündeme getirdi çünkü.
Çünkü, iktidar burada. Yani tüm bir toplumsal sistemin egemenlik altına alınmasının bir ayağı da futbolda. Çünkü, on milyonlarca taraftarın yeşil sahalarda cemaatleştirilmesi söz konusu. Çünkü, iktidarı korumanın ve genişletmenin yolu bu. Çünkü, cemaatleşmek burdan geçiyor.
Cemaat, futbolu görüyor, biliyor; sermayenin bu alandaki gelgitlerini ve akışkanlığını takip ediyor. Futbol kulübü deyip geçmiyor. İktidarının bir ayağının da buraya yaslanması gerektiğini öğrendi. Murat Aksu’nun Beşiktaş’ta Yıldırım Demirören’e karşı adaylığı bunun ilk işaretiydi. Laik anti-laik eksenli bir cepheleşme yarattılar. Denediler olmadı. Adnan Öztürk’ün Galatasaray’da Adnan Polat’a karşı adaylığı bir sonraki hamleydi. Alevi- Sünni eksenli bir cepheleşme yarattılar. Denediler, çok yaklaştılar olmadı. Sırada Fenerbahçe var. Göreceğiz.
Üç büyükler de iktidarı almak istiyorlar! Çünkü sermaye orda, rant orda, iktidar olmaları gerek! Yine deneyecekler. Bırakmayacaklar peşini.
Beşiktaş’ta Ertuğrul Sağlam'la denediler. Hakan Şükür'le yarattıkları futbolcu tipinin benzerini teknik adamlıkta Sağlam'la denediler. Dirençle karşılaştılar; yanıt Denizli oldu. Olmadı ama bırakmadılar. Bülent Uygun'la Sivas’ta denediler, yine çok yaklaştılar ama Uygun’un çapsızlığına, 1978 Sivas Katliamı ve 1993 Madımak’ına takıldılar. Olmadı. Bırakmadılar.
Bırakmayacaklar da… Bırakamazlar da… Dünya futbol endüstrisine bakın. Milyar dolarlar ortalıkta geziniyor. Üstelik bu gezinen sermaye büyük kitleleri peşinden sürüklüyor. İkili bir yönü var açıkçası. Para ve kitleler…
Şimdi sırada ve yine beyefendiliğiyle Ertuğrul Sağlam ve Bursasporu var. Olur mu? Neden olmasın!
Hakan Şükür TRT 1’in spor yorumcusu ne zamandır. Dikkat edin, tam bir olgunluk abidesi ve bir başka beyefendi. Buna çalışıyor. Görüntüyü iyi veriyor. Futbol yorumlarını, maç analizlerini dikkatle izleyin; analizlerinin içinde dinsel temalar küçük, rahatsız etmeyici biçimde yer alıyor. Şükür, iyi çalışıyor. Bir futbolcu idolü yaratıyorlar.
Daha modern ve batılı bir kent buldular: Bursa. Sivas’ın bir İç Anadolu kenti olması, görece muhafazakarlığı ve alevi-sünni yarılmalı kentinin yerine Marmara’da İstanbul’un burnun dibinde yeni bir üs alanında denemeye karar verdiler. İstanbul burjuvazisinin karşısında, Bursa’da muhafazakar yeni sağ burjuvazi. Kimsenin diyeceği olmaz. Cemaatçi Ertuğrul Sağlam artık yeni idol! Bülent Uygun'sa çöpe atıldı. Üstelik Ertuğrul Sağlam Bülent Uygun’un çap olarak çok üstünde. Yani düzgün adam.
Milyar dolarlık bütçeli üç büyüklerin kontrolü altındaki parada gözleri var. Ona hükmetmek istiyorlar. Tefeci-tüccar-bezirgan dönemi bitti artık. Şimdinin büyük sermayedarıdırlar. Borsada, Gıdada, İnşaatta, Alışveriş Merkezlerinde, Özel Hastanelerde, Otomotivde, Bankacılıkta, Tekstilde, Medyada… Ya futbol!
Üç büyüklerin dağınık, savruk, plansız ve hesapsız muhasebesini ele geçirme peşindeler. Her şey egemenliklerinde olacak. İki şeyden birine razı olacak üç büyükler. Ya teslim olacaklar ya da entegrasyonu kabul edecekler. Dikkat edin, Galatasaray kongresinde Adnan Polat’ın listesinde Emir Sarıgül var.
-2-
Yani, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün oğlu. Cemaat bağlantısı biliniyor. 41S Belediye otobüsü Şişli Seyrantepe seferini yapıyor. Düşünün!
Bir yandan taraflaşma yaratıyorlar bir yandan da entegre oluyorlar. Karşı cepheyi oluşturuyorlar ama diğer cepheyi de boş bırakmıyorlar. Anlayın!
Dikkat edin bir yandan üç büyüklerdeki sermayenin el değiştirmesi için denemeler yaparlarken, diğer yandan da futbolun Ergenekon’unu yaratıyorlar!
Türkiye Futbol Federasyonu'nda, Merkez Hakem Kurulu'nda, Kulüpler Birliği'nde ve üç büyüklerin kulüp yönetiminde iktidar savaşı veriyor cemaat.
Futbolun tüm kurul ve kurumlarını şikeyle terbiye edecekler. Ergenefutbol!
Şaka değil!
Boğazına kadar mafyöz ilişkilere batmış futbolda iktidar olmak için bulunmaz fırsat ve zamanıdır.
Şike olayına yakından bakın ve anlamaya çalışın. Siyasal arenadaki ergenekonun bir benzeri futbolda yaşanıyor. Futbolcular, menajerler ve kimi kulüplerin yöneticileri gözaltına alınıyor, ifadeye çağrılıyor. Büyük oyunun küçük parçalarını ortaya sürüyorlar. Alt liglerden başladılar. Mesajı alın istiyorlar.
Ergenekon’da yaratılan imajla futbol şikesinde yaratılan aynıdır.
Korku, sindirme ve güvensizlik…
Duydukça, okudukça gözbebeklerimiz büyüyor. Vay canına neler yapmışlar da haberimiz yokmuş, dedirttiler insanlara. Ergenekon’da bunu yaptılar. Şimdi futboldaki şike olaylarıyla bunu yapıyorlar. Yalan mı? Elbette değil. Ama sorun şikenin olup olmaması değil ki! Verilen mesaja bakın siz. Kime veriyorlar mesajı? Elbette kulüp yöneticilerine. Ve elbette futbol kamuoyuna. Sadece bunlara değil, futbolun dışındaki geniş kitlelere.
İşte sizin futbol dediğiniz bu! Kirli ve yalan dolan. Saf taraftar! Dünyadan haberin yok! Ve ben bu pisliği temizleyeceğim. Her şeyi temizlediğim gibi…
Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav'ın, 1995 yılında kaleci ZOLTAN PETRY’in İnönü'de 2-0 Türkiye’nin kazandığı Türkiye-Macaristan maçında yirmi beş bin dolar karşılığı şike yaptığı yönündeki açıklamasına bakın. O dönemler adı geçen kaleci Gençlerbirliği’nin kalecisiydi. Ve iddia o ki rüşveti TFF (Türkiye Futbol Federasyonu) vermiş.
TRT 1'deki 'Akılda Kalan' programına konuk olan Erman Toroğlu, "Uluslararası organizasyonlara katılmak için federasyonlar da şike yapar... Bizim federasyon da yapmıştır" ifadesini rahatlıkla kullanabiliyor ve bunu TRT 1’de söylüyor, dikkatinizi çekerim.
Futbolun kirliliğini kitlelerin gözüne sokuyorlar. Tıpkı Ergenekon iddianamelerinin çarşaf çarşaf yayınlanması, ses bantlarının televizyonlarda dinletilmesi gibi
Cemaat, sıranın futbola geldiğini söylüyor. Sizi bu pislikten ben temizlerim, diyor. Şimdi küçük başladılar. 2., 3. liglere el attılar. Aba altından sopa gösteriyorlar üç büyüklere, Federasyona…
-3-
Ümraniye’de bir gecekonduda yakalanan el bombalarından başlayan Ergenekon sürecini hatırlayın. Generallere uzanan süreci düşünün. Direnç gösterildikçe üstüne gittiler…Kulüpler ve federasyon bazında da aynısını yapacaklar. Ya teslimiyet ya da daha ileri gidip yukarılara uzanmak…
Gerisini anlayın ve bekleyin…
Hepsini bir araya getirin ve cevabı siz verin: Cemaat şampiyon olur mu?
O.Gün Ünal
7 Temmuz 2011 Perşembe
yaz çiçeği
nasılda ayartıcı hevesler
hadi derken içten gelen sesler
sıcak mı güneş mi ayartan
sakın,sakın,sakın-ma
şeytan kafanda gezinir
sonuçlarından yakınma
hayat ne getirirse getirsin
gönül hep fazlasını bekler.
Tahir ÖZCAN
Bunları Biliyormusunuz ?
* Dünya Televizyonlarında prime time'da gösterilen ilk çizgi film Tas Devriydi.
* Coca Cola piyasaya ilk cıktığiında yesil renkteydi.
* Ünlü aile oyunu borsa için Amerikan Merkez Bankasından daha cok para basılıyor.
* Erkekler daha küçük yazılmıs yazıları kadınlardan daha iyi okuyor.
* Kadınlar erkeklerden daha iyi duyuyor.
* Zeki insanın saçında daha fazla cinko ve bakır bulunuyor. Dolayısıyla daha parlak oluyor.
* Dünyanın en genç ailesi 1910'da Çin'de kuruldu Erkek 8 Kız 9 yasındaydı.
* Katoliklerin lideri Papa'nın en genci 11 yasındaydı.
* Daktiloyla yazılan ilk roman Tom Sawyer'dır.
* Aralıkta diger aylardan daha fazla gebe kalınıyor.
* ABD'de bir yıl içinde sadece 2 gün profosyonel spor karsılasması oynanmıyor.
* İskambil kartlarındaki her 'Rua tarihteki bir kralı temsil ediyor.
Maca:David, Kupa:Sarlman, Sinek: Iskender, Karo:Sezar
* Kurşun Gecirmez yelegi, yangın cıkısını, cam silecegini, lazer yazıcıyı kadınlar icad etti. Yaaa, eminim bunu bilmiyordunuz...
* Bozulmayan tek gıda maddesi baldır.
* Amerika'nın %38'i Afrika'nın %28'i bakir.
* Kapadokya'nin Güzel Atlar Diyari anlamina geldigini...
* Kendi dirseğini yalamanın imkansız olduğunu?
* Ördeğin vakvaklamasının yankı yapmadığını ve unu kimsenin açıklayamadığını?
* İdrarın zifiri karanlıkta parladığını?
* Eğer çok şiddetli hapşırırsan, kaburgalarından
birini kırabileceğini?
* Hapşırmayı engellemeye çalışırsan,başındaki veya boynundaki damarlardan birinin yırtılabileceğini ve ölebileceğini?
* Hapşırdığın sırada gözlerini açık tutmaya çalışırsan, yerlerinden fırlayabileceklerini?
* Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını?
* Dünya nüfusunun %50 sinin hiç telefonla
konuşmadığını?
* Farelerin ve atların kusamadıklarını?
* 1 saat sureyle kulaklıkla birşey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını %700 arttırdığını?
* Çakmağın kibritten önce bulunduğunu?
* Parmak izleri gibi dil izlerinin de her insan için benzersiz olduğunu?
* Bu yazıyı okuyan insanların %75 inden fazlasının, dirseklerini yalamaya çalışacaklarını (gerçekten olmuyor di mi )
* Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki bir damla kanı hissedebilir.
* Zürafa kulağını 53 santim uzunluğundaki dili ile temizler.
* Einstein 9 yaşına kadar düzgün konuşamamıştır. Ailesi onun özürlü olduğunu düşünmüştür.
* Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil pamuktan yapılır...
* Coca Cola piyasaya ilk cıktığiında yesil renkteydi.
* Ünlü aile oyunu borsa için Amerikan Merkez Bankasından daha cok para basılıyor.
* Erkekler daha küçük yazılmıs yazıları kadınlardan daha iyi okuyor.
* Kadınlar erkeklerden daha iyi duyuyor.
* Zeki insanın saçında daha fazla cinko ve bakır bulunuyor. Dolayısıyla daha parlak oluyor.
* Dünyanın en genç ailesi 1910'da Çin'de kuruldu Erkek 8 Kız 9 yasındaydı.
* Katoliklerin lideri Papa'nın en genci 11 yasındaydı.
* Daktiloyla yazılan ilk roman Tom Sawyer'dır.
* Aralıkta diger aylardan daha fazla gebe kalınıyor.
* ABD'de bir yıl içinde sadece 2 gün profosyonel spor karsılasması oynanmıyor.
* İskambil kartlarındaki her 'Rua tarihteki bir kralı temsil ediyor.
Maca:David, Kupa:Sarlman, Sinek: Iskender, Karo:Sezar
* Kurşun Gecirmez yelegi, yangın cıkısını, cam silecegini, lazer yazıcıyı kadınlar icad etti. Yaaa, eminim bunu bilmiyordunuz...
* Bozulmayan tek gıda maddesi baldır.
* Amerika'nın %38'i Afrika'nın %28'i bakir.
* Kapadokya'nin Güzel Atlar Diyari anlamina geldigini...
* Kendi dirseğini yalamanın imkansız olduğunu?
* Ördeğin vakvaklamasının yankı yapmadığını ve unu kimsenin açıklayamadığını?
* İdrarın zifiri karanlıkta parladığını?
* Eğer çok şiddetli hapşırırsan, kaburgalarından
birini kırabileceğini?
* Hapşırmayı engellemeye çalışırsan,başındaki veya boynundaki damarlardan birinin yırtılabileceğini ve ölebileceğini?
* Hapşırdığın sırada gözlerini açık tutmaya çalışırsan, yerlerinden fırlayabileceklerini?
* Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını?
* Dünya nüfusunun %50 sinin hiç telefonla
konuşmadığını?
* Farelerin ve atların kusamadıklarını?
* 1 saat sureyle kulaklıkla birşey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını %700 arttırdığını?
* Çakmağın kibritten önce bulunduğunu?
* Parmak izleri gibi dil izlerinin de her insan için benzersiz olduğunu?
* Bu yazıyı okuyan insanların %75 inden fazlasının, dirseklerini yalamaya çalışacaklarını (gerçekten olmuyor di mi )
* Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki bir damla kanı hissedebilir.
* Zürafa kulağını 53 santim uzunluğundaki dili ile temizler.
* Einstein 9 yaşına kadar düzgün konuşamamıştır. Ailesi onun özürlü olduğunu düşünmüştür.
* Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil pamuktan yapılır...
FIKRA
Adolf Hitler
Selam ne yapıyorsunuz? "Hitler cevapladı ": 3. Dünya Savaşını planlıyoruz. " Adam sorar . "Gerçekten mi ? Neler olacak ? " Hitler :"Bu sefer 14 milyon Yahudi ve bir bisiklet tamircisini öldüreceğiz "der. Adam sorar :" Bir bisiklet tamircisi mi ?!" Hitler Stalin 'e döner ve der ki :"Gördün mü , sana kimsenin 14 milyon Yahudiyi takmayacağını söylemiştim ! "
Selam ne yapıyorsunuz? "Hitler cevapladı ": 3. Dünya Savaşını planlıyoruz. " Adam sorar . "Gerçekten mi ? Neler olacak ? " Hitler :"Bu sefer 14 milyon Yahudi ve bir bisiklet tamircisini öldüreceğiz "der. Adam sorar :" Bir bisiklet tamircisi mi ?!" Hitler Stalin 'e döner ve der ki :"Gördün mü , sana kimsenin 14 milyon Yahudiyi takmayacağını söylemiştim ! "
Kahvenin yanında neden su getirilir Biliyor musunuz?
Osmanlı zamanında eve misafir geldiğinde kahveyle birlikte su getirilirmiş.
Misafir toksa kahveyi alırmış.
Açsa suyu.
Tabii ozamn hemen sofra kurulurmuş.
Böylece çok ince bir nezaketle anlaşılırmış.
KADER
"Duygularınıza dikkat edin
davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin
alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin
değerlerinize dönüşür...
Değerlerinize dikkat edin
karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin
kaderinize dönüşür... "
(Mahatma GANDHI)
davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin
alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin
değerlerinize dönüşür...
Değerlerinize dikkat edin
karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin
kaderinize dönüşür... "
(Mahatma GANDHI)
aristotales
Thales dedi ki: "hayat ile ölüm arasında hiçbir fark yoktur"
"O halde niçin ölmüyorsun?" dediler.
Dedi ki: "Hayat ile ölüm arasında bir fark olmadığı için" ..
"O halde niçin ölmüyorsun?" dediler.
Dedi ki: "Hayat ile ölüm arasında bir fark olmadığı için" ..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
MAGNUM
Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...