28 Ağustos 2013 Çarşamba

CELAL ŞENGÖR HOCA'dan MÜTHİŞ YAZI...



Türkiye halkı kravat takar, lüks otomobillerde dolaşır, bikinili hatunları sosyetik plajları doldurur veya şehirlerini şekilsiz gökdelenlerle doldurup oraları yaşanmaz hale getirir, ama tüm bu halk zenginiyle fakiriyle, şehirlisiyle köylüsüyle zır cahildir. Kendi tarihinden habersizdir. Aslında ne dilini, ne dinini bilir, ne geleneklerini tanır, ne de toplumsal değerlerinin evriminden haberdardır.

Muhteşem Yüzyıl diye televizyonlarda alkışladığı dönemde, devletinde Amerika'dan gelen gümüşün ilk enflâsyonu başlattığını bilmez (çünkü Avrupalı dünyayı keşfederken, muhteşem [!] padişahları hareminde gönül eğlendirmekte, dünyayı öğrenelim diyen Pirî Reis'in kafasını vurdurmaktadır).

O Muhteşem (!) yüzyılda Anadolu'da medrese o kadar ayağa düşmüştür ki, öğrenci haydutluğa başlamıştır (buna softa şekâveti denir). Avrupa'da ilk yenilgimizi Muhteşem (!) Süleyman devrinde aldığı> gibi (I.Viyana bozgunu: 1529), Hint Okyanusuna her çıkışımızda mini mini Portekiz'den sopayı yiyip Kızıldeniz'e veya Basra Körfezi'ne tıkılışımız da bu büyük (!) padişah efendimizin devrindedir. Gene onun zamanında dünya keşfedilirken, Hint Okyanusu'na kadırga denen sandallarla açılan ve 1554'te Hindistan'da karaya vuran büyük (!) bir amiralimiz, yürüyerek üç senede Hindistan'dan Edirne'ye gelmiş ve meşhur bir kitap (Mirât-ül Memâlik) yazmıştı. El alemin dünyayı öğrendiği bu dönemde Seydî Ali Reis gazel söyleyip, eğlence partilerini anlatmaktan başka tek bir detaylı coğrafya bilgisi toplamayı gerekli bulmamıştı.

Büyük (!) Sultanımız Süleyman'ın Fransa kralı I. François'yı hapisten bir mektupla kurtardığını okurduk mektepte. O François'nın kurduğu Collège de France bugün dünyanın en önemli araştırma kurumlarından biridir. Bizimkinin hangi kurumu ayakta kaldı? Hangi kurumunun insanlığa beş paralık bir faydası oldu?

Tek becerdiği kalıcı şey, aklı başında öz oğlu Şehzade Mustafa'yı Hürrem uğruna katlettirip, devleti bir ayyaşa teslim ederek halkının geleceğini karartmak oldu.

Artık yeter! Bu ve benzeri rezillikleri yalanlarla bezeyip yücelten, buna karşılık bize bütün dünyada saygınlık kazandıran, aklımızı kullanıp onurlu insanlar olmamızı sağlayan Atatürk'ü aşağılayan âlim pozlu, ukala tavırlı zır cahilleri her gün halkın karşısına diken televizyon kanallarından ve gazetelerden gına geldi. Yükselen ahlaksızlık grafiğimiz kimin eseridir sanıyorsunuz? Cehalet tüm fenalıkların anasıdır. Biz de o anayı besleyip duruyor, onun tosuncuklarına oylar veriyoruz. Artık yeter! Memleketimde her elimi attığım yerde cehalet çirkefine bulaşmaktan bıktım.

Prof.Dr. Celal Şengör, Bilim Teknoloji

Acı Doğudan Yükselir

Annesinin kucağında çocuk
Kırmızı bir leke büyüyor göğsünde
Ağlayanların göz yaşıyla karışıyor
Damlarken toprağa
Birbiriyle yarışıyor
Silah ve siren sesleri
Yakınlarda patlayan bombalar
Çığlıklarla karışıyor
Ölüm kurtuluş belki
Özgürlük sözde kaldıkça
Dogmalar gerçeklerle karışıyor
Yıkım insana yakışıyor
Kaçacak yer yok
İki ucu boklu değnek
Bir sağa bir sola bulaşıyor
Ölümün nefesi şeytanın sesi
İnsanlık kapı aralığında yaşıyor

Tahir ÖZCAN  Ağustos 2013

ODTÜ rektörü Prof.Dr. Ahmet Acar’dan açıklama…

ODTÜ Rektörü noktayı koydu

ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, Rektörlük Toplantı Salonu’nda düzenlediği basın toplantısında basında yer alan iddialarla ilgili açıklamalarda bulundu. Basın toplantısından satır başları şu şekilde:
ODTÜ Camiasının ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Tepkisi
§ Son haftalarda, yazılı ve görsel medyada ve sosyal iletişim ağlarında yoğun olarak tartışılan 3 konuda basında çıkan bazı haber ve demeçler, eksik ve yanlış bilgi içermektedir. Bu haber ve demeçler nedeniyle; gerek Eymir Gölü’nün ve ODTÜ Ormanının değerini bilen ODTÜ’lü ve Ankaralılar gerekse ODTÜ Dostu ve sivil toplum kuruluşları haklı endişeler yaşamaktadır.
§ ODTÜ olarak, zamanımızı ve enerjimizi, eğitim, araştırma ve toplumsal sorumluluk alanlarındaki projelerimize yöneltmek istememize rağmen, basında çıkan eksik ve yanlış haberler, ODTÜ’ye ve ODTÜ’lülere yöneltilen haksız eleştiriler ve bu haberlerle ilgili olarak gelen yüzlerce destek mesajı ve dilekçesi, bu konuda bir açıklama yapılmasını zorunlu hale getirmektedir.
İmar Planı Konusu
§ Ankara Büyükşehir Belediyesi (BŞB) 2008 yılında “ODTÜ binalarının kaçak olduğu” suçlamasıyla 45 bina grubunun yıkılmasına ve Üniversiteye yaklaşık 1,8 trilyon TL ceza kesilmesine karar vermiştir.
§ ODTÜ Rektörlüğü yıkım ve ceza kararlarını mahkemeye götürmüş ve açtığı 45 ayrı davaya bakan farklı mahkemelerin hepsi, yıkım ve ceza kararlarının yasal dayanağı olmadığını ve kamu yararına aykırı olduğunu hükme bağlamıştır.
§ İddia edilenin aksine, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, kurulduğu günden bu yana planlı bir şekilde gelişmiştir. ODTÜ’deki yapılaşma şehir planlaması ve mimarlık alanında en üst standartlarla yürütülmüştür. ODTÜ Ankara yerleşkesi, çok sayıda uluslararası mimarlık ve çevre ödülleri almış, “Cumhuriyet Döneminin En Önemli 20 Mimari Eseri” arasında sayılmıştır.
§ Kamuoyuna, “ODTÜ’nün imar planı yoktur.” şeklinde yanlış bilgi verilmektedir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin, 1994’te Ankara BŞB tarafından onaylanmış 1/5.000’lik ve 2008 yılında Çankaya Belediyesi tarafından onaylanmış 1/1.000’lik imar planları vardır. Ancak, Ankara BŞB’si, Eylül 2008’de aldığı bir kararla bu planları reddetmiş ve yeniden “Koruma Amaçlı İmar Planı” yapılmasını talep etmiştir.
§ Koruma Amaçlı 1/5.000’lik İmar Planı çalışması, Ankara BŞB’nin de dahil olduğu yasal aşamalar izlenerek yürütülmüştür. Ankara BŞB tarafından talep edilen “Koruma Amaçlı İmar Planı”, onay için BŞB’ne sunulma aşamasına gelmiştir.
Düzenleme Ortaklık Payı (DOP) Konusu
§ Son bir ay içinde Ankara BŞB Başkanı’nın basında çıkan demeçlerinden, 1/5.000’lik İmar Planının onaylanması için ODTÜ arazisinin %35 – %40’ını Düzenleme Ortaklık Payı (DOP) olarak talep etme niyeti olduğu anlaşılmaktadır. ODTÜ’den ve benzer durumdaki diğer kampus üniversitelerinden İmar Kanunu’nun 18. maddesinde yer alan DOP olarak arazi talep edilmesi yasanın ruhuna aykırıdır. Çünkü, (1) bir kamu üniversitesi olan ODTÜ’nün arazisinin imar planı onayından sonra satılması veya bu araziden rant elde edilmesi söz konusu değildir. (2) İmar düzenlemesi ile ODTÜ arazisine yeni nüfus yerleşmesinden bahsedilemez. (3) ODTÜ yerleşkesinde yol, yeşil alan ve diğer sosyal donatı zaten Üniversite tarafından sağlanmıştır. ODTÜ’nün, kendisine verilen arazi üzerinde oluşturduğu ve bugün 3000 hektarı kaplayan “ODTÜ Ormanı” ile sadece Üniversitenin yeşil alan ve rekreasyon ihtiyacını karşılamakla kalmamış, birçok batı kentinde örneği gördüğümüz ve özenle korunan bir kentsel yeşil alan, Ankaralıların kullanımına açık bir “akciğer” yaratmıştır.
§ ODTÜ Arazisi çok sayıda doğal sit alanını ve tarihi sit alanını bünyesinde barındırmaktadır. Bugün Türkiye’de ve dünyada nadir bulunan çok sayıda canlının – çiçek, bitki, kelebek, kuş, diğer yabani hayvan – yaşadığı bir bölgedir.
Eymir Gölü Konusu
§ Ankara BŞB Başkanı bazı aralıklarla, “Eymir Gölü’nü Halka Açacağız.” türü demeçler vermektedir. İmar Planının onaylanması aşamasında Ankara BŞB tarafından, DOP karşılığı olarak Eymir Gölü’nün ODTÜ’den talep edileceği gazetelere yansımaktadır.
§ ODTÜ, yıllardır kendi olanaklarıyla Eymir Gölü’nün çevresini ağaçlandırmış, doğal çevresini kirliliğe ve çarpık yapılaşmaya karşı korumuş ve hep Ankaralıların kullanımına sunmuştur. Eymir Gölü’ne yaya girişlerde bir kısıtlama veya ücret söz konusu değildir. Sadece doğal çevreyi ve kullanıcıları aşırı araç trafiğinden korumak amacıyla özel araç girişleri için Göl Kartı istenmektedir
§ Kıyı Kanunu su havzalarında kıyıdan itibaren 100 metrelik bantın kamuya açılmasını emreder. Tüm göl bölgesi, Or-An Bölgesindeki ODTÜ Ormanı kamuya açıktır.
§ Eymir Gölü bugün halkın rekreasyon ihtiyacına cevap verdiği gibi eğitim ve bilimsel araştırma amaçlarıyla da yoğun olarak kullanılmaktadır.
Yol ve Kent-İçi Ulaşım Konusu
§ Son ay içinde Ankara BŞB Başkanı, ATO ve ASO Başkanları ODTÜ arazisi içinden yol geçirilmesi konusunda basında demeçler vermişler ve “ODTÜ, Ankara’nın Gelişmesini Engellemesin” şeklinde ifadeler kullanmışlardır.
§ Kamuoyunda tartışmaya açılan yollardan bir tanesi, “Anadolu Bulvarı”nı “Konya Yolu”na bağlayan yol projesidir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Anadolu Bulvarı’nı Konya Yolu’na bağlayacak güzergah üzerindeki araziyi 1993 yılında Karayolları’na terk etmiştir.
§ Gündeme tekrar getirilen ikinci proje ise; Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce yapılan 1/25000 ölçekli planda bulunan Bilkent Yolu ile Anadolu Bulvarı arasında ve Eskişehir Yolu’na paralel olarak önerilen yoldur. ODTÜ’nün eğitim binaları arasından geçmesi planlanan bu yol, ”şehircilik ilkeleriyle bağdaşmadığı, üniversitenin bütünlüğünü bozacağı, can tehlikesi oluşturacağı ve kamu yararına aykırı olduğu” gerekçeleriyle mahkemeler tarafından uygun görülmemiştir. Ancak ODTÜ, doğal ve arkeolojik sit alanları ile orman olarak tescil edilmiş alanları tahrip etmeden yapılacak tünel uygulamalarını hep önermiş ve desteklemiştir.
§ Ankara’nın trafik sorununun çözümü için, yeni yollar açmaktan çok, toplu taşıma sisteminin geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Eskişehir yolu aksında, araç trafiğinin her gün artmasının başlıca nedeni metro sisteminin uzun yıllardır hizmete sokulmamasıdır. Metro ve diğer toplu taşıma sistemleri devreye girmediği taktirde, Ankara’nın ulaşım sorunlarına kalıcı çare bulunamayacaktır.

http://www.mimdap.org/?p=124581

22 Ağustos 2013 Perşembe

ESKİ MISIR DAN BİR EFSANE

OSİRİS, Olimpos Dağı’nın Dionysos’u ile birlikte, yeryüzünde hüküm süren son“tanrı kral”dı.
Büyük savaşçılar, büyük savaşları kazanır, büyük yenilgileri ise savaş meydanlarında değil, kendi içlerindeki savaşlarda kaybeder...
Bu biraz da onun hikâyesidir.
Büyük bir zaferden döndükten sonra, kayınbiraderi Seth’in zaferi kutlamak bahanesiyle düzenlediği yemek davetini kabul eder.
Seth, aynı zamanda Osiris’in karısı İsis’in kız kardeşi Neftis’le evlidir.
Osiris, tanrılığın bütün büyük özelliklerine sahipti.
Tabii ki, insanlığın bütün zaaflarına da...
Bir dedikoduya göre, karısının kız kardeşi ile de yatmaktadır.
Bunu kayınbiraderi Seth de duymuştur ve intikam almak istemektedir.
Tabii intikamı için tek neden, karısı ile yatması değildir. Onun kahramanlıklarını, halktarafından
sevilmesini de kıskanmaktadır.
Zaten adı bile, nasıl bir insan olduğunu anlatmaktadır.
Seth, Satan’ın yani şeytanın elçisidir.
Bu yüzden Osiris’ten intikam almak için bir komplo düzenler.
*
Yemekten sonra misafirlerine “Şimdi bir oyun oynayacağız” der.
Tabuta benzeyen çok güzel bir sandık yaptırmıştır. Her tarafı altın, gümüş ve fildişi ile kaplıdır.
“Hepimiz bu sandığın içine gireceğiz. En çok kimin bedenine uyarsa, sandık onun olacak” der.
Misafirler tek tek sandığın içine yatarlar. Kimi kısa kalır, kimi uzun. Kimi çok şişmandır giremez,
kimi çok zayıftır, her tarafı bomboş kalır.
Sonunda Osiris sandığa girer... Sandık sanki onun için yapılmıştır.
Sevinçle, “İçinde doğmuşum gibi uydu bana” der.
Seth aniden sandığın kapağını kapatır. Her tarafını çiviler ve bütün boşlukları Satan’ın sıvılaşmış
metali ile doldurur.
Yandaşları ile birlikte sandığı götürüp Nil Nehri’ne atarlar.
Osiris ölümsüzdür. Seth onu asla öldüremeyeceğini bildiği için, sonsuza kadar sandığın içinde
saklı tutmak istemiştir.
Nil’in suları onu denize döker. Günler ve gecelerden sonra sandık bir sahile ulaşır.
Kıyıya vurduğu yer, bugün Suriye diye bilinen topraklardır.
Kıyıdaki genç bir ağaç, onu sevgi ve aşkla dallarının arasına alır...
Ağaç o kadar meşhur olur ki, Suriye Kralı onu kesip sarayını taşıyan sütunlardan biri haline
getirir.
*
Bütün bunlar olurken, karısı İsis, eşini aramak için yollara düşmüştür.
Saçlarını kesmiştir. Yüzünü isle siyahlatmıştır. Kocasını bulmak için saraylarda hizmetçilik
yapmaya başlamıştır.
Sonunda alın yazısı onu, Suriye Kralı’nın sarayına götürür. Yani kocasının içinde yattığı sandığın
bulunduğu yere.
Orada Suriye Kralı’na gerçek kimliğini açıklar ve sarayın sütununun kırılarak içindeki sandığın
kendisine verilmesini ister. Kral sandığı verir ve İsis, kocasını tekrar Mısır’a götürür
Tacını kaybetmiş kraliçe, delice sevdiği kocasını tekrar hayata döndürmek için bildiği bütün
büyüleri yapar.
Ama Satan’ın elçisi Seth’in de büyüleri vardır.
Bir dolunay gecesi, adamlarıyla ava gittiğinde İsis’in kocasını tekrar hayata döndürmeye
çalıştığını görür.
Tekrar Osiris’e saldırır. Bedenini 14 ayrı parçaya ayırır ve her birini Mısır’ın, kimsenin
bulamayacağı bir başka yerine götürüp gizler.
Böylece talihsiz âşık Isis, tekrar yollara düşer.
Seth’in adamlarına görünmemek için üzerine 7 kat tül örtünür.
Bu defa yanında kız kardeşi Neftis de vardır. O da Osiris’e âşıktır ve cesedinin parçalarını
bulabilmek için bir köpeğe dönüşmüştür. Böylece koku alabilmekte ve toprağı kazmaktadır.
Sonunda, Osiris’in bedeninin parçalarını bulurlar. Birleştirirler, ama bir parça eksiktir...
Penisi...
Birlikte Mısır’ın güneyindeki Abidos Adası’na gelirler ve Osiris’in parçalarını birleştirip beyaz bir
bezin içine sararlar.
Bu, Mısır’ın ilk mumyasıdır...
*
İsis, altından bir penis yaptırır ve bunu kocasının bedenine yapıştırır.
Kocasını tamamen hayata getiremese de, bütün gece altın penisi okşayarak canlandırır.
Ve bir kuş gibi öttüğünde, onunla kendini döller...
Kainatın yeni efendisi Horus işte böyle ana rahmine düşer...
Horus büyür, amcasını öldürür...
Babası ise “Ölümün efendisi” olarak sonsuza kadar yeraltında hüküm sürer.
*
Mısır işte böyle büyük bir ihanet, meşakkat, aşk ve özveriden doğmuş bir medeniyet üzerinde
yaşar...
ülkeyi rahat bırakın...
Kendi tabutundan çıkmayı, kendi küllerinden doğmayı bilen bir halktır o...
Bir zamanların Suriye kralı kadar anlayışlı olursanız, kollarınızı Akdeniz kıyısındaki o ağaç kadar
şefkat ve sevgiyle açarsanız, o kayıp penisten yepyeni bir ulus doğar...
Siz ise, buradan kayıp penis hikâyesini asla anlayamazsınız...
(*) NOT: Hikâyeyi, Mark Booth’un harikulade kitabı “The Secret History of the World”dan
aktardım. The Overlook Press, New York, 2008

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Bazen aptalca görünen şeyler aslında en akıllıca olandır


İş adamı traş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir.
Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar; “Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi…”
Berber çocuğa seslenir: “Ali, buraya gel!”. Bunun üzerine çocuk sakince dükkana girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar
.
Berber işadamının kulağına sessizce, “bak şimdi” diye fısıldar ve bir elinde 5 T
L, diger elinde 20 TL lik bir banknot olduğu halde çocuğa sorar: “Hangisini istiyorsan alabilirsin?”
Çocuk dalgın dalgın bir 5 TL ye bir de 20 TL ye bakar ve sonunda 5 TL lik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır.
Berber işadamına döner ve gülerek: “Gördün mü? Sana söylemiştim.” der.Traş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali’yi görür. Yanına giderek, neden 20 TL değil de, 5 TL lik banknotu aldığını sorar.
Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir:
“Hehehe… Eğer 20 TL yi alırsam oyun biter.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

OTUZUNDAN SONRA YAPAMADIĞIN TEK ŞEY…



İnsan 30 yaşından sonra arkadaş yapamıyor kendine. 
Koca yapıyor, karı yapıyor, çocuk yapıyor, arkadaş yapamıyor. 
Yapsa da eskiler gibi olmuyor.
Halbuki uykuya dalar gibi arkadaş olurduk okuldayken.
Arkadaş olmak için yaratılmış gibiydik.
Bir hafta içinde böbrek verecek hale gelirdik.
Neden olmuyor bu işler 30'undan sonra?
Neden olamıyor?
Oysa o ne güzel bir iştah, o ne güzel bir açlıktı...
Herkes herkese açtı. Seçer, bulur buluştururduk "ruh ikizlerimizi."
Ne de çok ruh taşımız vardı. Hiç açıkta kaldığımı hatırlamıyorum.
Ruhumun güzel bir ikizi mutlaka olurdu yanı başımda.
Ölümüne sevdiğim, uğrunda her şeyi göze alabileceğim,
her şeyiyle güzel, her şeyiyle doğru, her şeyiyle kabul ettiğim...
Basbayağı bir aşkla bağlı olduğum...
Şimdi ne zor. Herkes kapalı kutu.
Herkes kapanmış, kaplumbağa olmuş.
Bir kahve içimi zorlu randevulara bakıyor.
Yatıya kalmak bir tabu.
Evler de gönüller de sımsıkı kapalı.
Gençliğin en çok bu yanını özlüyorum.
Ne güzelliğini, ne diriliğini, ne başıboşluğunu.
Aynı yazarı, aynı şairi seviyoruz diye kuruluveren dostlukları özlüyorum.
Birbirimize yazdığımız o uzun, o sapıklık derecesindeki ayrıntılı mektupları özlüyorum.
Birbirimizi eleştirmeyişimizi özlüyorum.
Birbirimizin dedikodusunu yapmayışımızı özlüyorum.
Sevgili olarak kimseleri yakıştırmayışımızı özlüyorum.
Arkadaşımı koruyacağım diye annemle yaptığım şiddetli kavgaları özlüyorum.
Kavgayı değilse de kavganın altındaki ruhu özlüyorum.
Dünyaya karşı arkadaşımın koruyucu meleği olmayı özlüyorum.
Veya öyle olduğumu sanmayı...
Çocuğum olsaydı tek bir arkadaşında bile kusur bulmayacaktım.
Öyle söz vermiştim kendime.
Bırakacaktım arkadaşlık uykusunda mışıl mışıl uyusunlar.
Bırakacaktım eve istedikleri gibi girip çıksınlar.
Bırakacaktım istedikleri gibi buzdolabını talan etsinler.
Bırakacaktım istedikleri gibi sevsinler birbirlerini.
Tek bir laf etmeyecektim.
Kimseyi evine yollamayacaktım.
Kızımın arkadaşı kızım, oğlumun arkadaşı oğlum olacaktı.
Otuzundan sonra arkadaş yapılamıyor.
Kötülükten değil. Başka bir şey.
Ama neden çözemiyorum...


Anonim

16 Ağustos 2013 Cuma

MAVİ BAYRAKLI OTELLER Tatil.com

Mavi Bayrak, plajlara verilen uluslararası bir çevre ödülüdür. Bu ödül o plajın ve denizin temizliğini garanti eder. Sizin için ülkemizdeki Mavi Bayraklı plaja sahip olan otelleri seçtik. Daha detaylı bilgi için tıklayabilirsiniz; http://bit.ly/1eFY0BA

12 Ağustos 2013 Pazartesi

2 PARALIK HAYATLARIN CAN PAHASI



Günlerdir 2 demir lirayı elimde çevirip duruyorum.
2 Türk lirası…
Bazılarınız yere düşse eğilip almazsınız.
Para üstü olsa aldırmazsınız.
... Harçlık diye, bahşiş diye, sadaka diye verilse surat asarsınız.
...Hepi topu 2 lira….
* * *
6 Şubat gecesi Şanlıurfa’ya çok yağmur yağdı.
Ceylanpınar Tarım İşletmesi arazisi içinde bulunan Çırpı Deresi taştı; üzerindeki stabilize geçişi tahrip etti.
O geçişten bir kamyon geçmeye çalışıyordu o gece…
Kamyonun kasasına 44 kişi binmişti. Çoğu kadın ve çocuktu.
Tarım İşletmeleri çiftliğine, koyun sağmaya gidiyorlardı.
Kamyonun şoförü yolun çöktüğünü fark etmedi; araç Çırpı Deresi’ne uçtu.
Kasadaki 44 kişi dereye döküldü; sürüklendiler.
Kamyonun kasasına tutunmayı başaran 33 kişi kurtarıldı.
Kurtarılanlar Ceylanpınar Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.
Sel sularına kapılan 2 işçi, Elma ve Hacer Kaya öldü.
Halil, Ahmet, Emine ve Anuç Ete kayboldu.
Zehra ve Hatun Kaya kayboldu.
Naile Çorak, Fatma Merç, Halfe Ayberk kayboldu.
Adları ilk kez haberlerde duyuldu.
* * *
Gece, arama kurtarma çalışmaları başladı.
Dalgıçlar sabaha kadar derede işçi aradılar.
Derenin Suriye tarafında da Suriyeliler çalıştı.
Sonuç alınamadı.
Kazayla ilgili olarak Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Çiftlikte süt sağımı işini yaptıran müteahhit Celal Ulukaya gözaltına alındı.
Bu gözaltının nedeni, kurtulan işçiler konuşunca anlaşıldı.
Kazazedelerden Halil Ertuğrul 10 yıla yakın süre bu işi yapmıştı. Çiftlikteki sağım işinden günde 2 lira kazanıyorlardı.
Ertuğrul, “Niye çalışıyorsun o zaman” sorusuna kısa bir yanıt verdi:
“Mecburum. İş yok.”
* * *
Günde 2 liradan ayda 60 lira…
44 işçiyi Çırpı Deresi’ne sürükleyen, 11′ini yağmur sularından bir selde boğan ekmek kavgasının bedeli bu…
İşsizlik illetine düşmüş fukaraları “Hiç yoktan iyi” tesellisiyle kandıran müteahhitlerin ucuz işgücüne biçtikleri değer…
2 demir lira…
Günlerdir elimde çevirip durduğum 2 metelik…
2 paralık hayatların can pahası..
Harçlık isteyen çocuklara bu yazıyla birlikte veriniz.
Hayat dersi niyetine...


ALİNTİDİR;

6 Ağustos 2013 Salı

İsviçre Komitesi'nin mektubu

 İsviçre Komitesi'nin mektubu

İsviçre-Vevey’deki ‘İsviçre Komitesi’nden yaklaşık ikiyüz kişilik bir grup tarafından yazılan ürpertici bir mektup var. Bu mektubu kısaltarak ve yorumsuz vermek istiyorum:

“Taksim gezi eylemleri ile açılan yeni süreç, Avrupa'da faaliyet gösteren onlarca tarikat ve cemaati zor duruma düşürdü. Her tarafa sızan, her yıl milyarlarca kara parayı Türkiye'de aklayan ve AKP rejiminin belkemikleri olan bu Avrupa düşmanı politik İslamcılar, Erdoğan ve diğer sertlik yanlılarının yaptıkları hatalar ve verdikleri açıklar yüzünden problemli bir dö-neme girdiklerini sezdiler. Avrupa'da şimdiye kadar uyuttukları salon sosyalistlerinin, sözde Hristiyan demokratların, geri kalmış yöneticilerin artık uyandıklarını, kendilerinden şüphelen-meye başladıklarını, verdikleri destekleri çekeceklerini anladılar.”

“Avrupalıları kandırmak için, sözde modern geçinen bazı bürokratları maskeleme olarak kullanan politik İslamcılar, yıllarca, aşırı sağcı politikaları, solcu kılığına girerek, aşırı dinci politikaları ise kardeşlik ve dostluk yalanları ile gizleyerek güçlendiler.”

“Sadece Almanya'ya, 35 yıllık bir zaman diliminde 9000'den fazla cami veya mescit kurdu-lar. Her taraf Kur’an kursu ile dolup taştı. Bütün Avrupa  şehirleri, bebeklerden başlayarak beyin yıkama faaliyetleri yürüten binlerce organizasyon tarafından âdeta parsellendi. Avrupa ülkelerini din, Allah hizmetleri vs. yalanları ile kandırarak milyonlarca Avroluk sübvansiyon alan ve örgütledikleri insanlardan aldıkları haraçlarla büyüyen bu tarikat ve cemaatler, çete-vari yatırımlar da yaparak devleştiler.”

“Avrupalılar bu türden beklenmedik yapılar karşısında âdeta aciz kalmışlardı. Avrupa Parla-mentosu’nun açıklamasını ‘Avrupa’yı tanımıyorum’ diye reddeden Erdoğan, sürece yeni bir yön verdi; artık işler eskisi gibi yürümeyecektir. Bu işin Viyana'sı da buraya kadar!”

“Üç bin  civarında Türk'ün yaşadığı bir İsviçre kasabasına 7 tarikat ve 6 politik orga-nizasyonla toplumsal piskoloji kuran, din mafyası oluşturarak milyonlarca inanı haraca bağlayan tarikat ve cemaatler, her ağacın kurdu kendisinden olur misali, hiç bekleme-dikleri yerden ilk darbelerini aldılar.”

AVRUPA'YA KATILMA ALDATMACASI


“Türkiye'de Avrupaî olan ne varsa onu kökten silme açılımı yapan AKP'nin bu üyelik çığırt-kanlığı şaibelidir. AKP, hem teorik hem de pratik anlamda Avrupa kültür tarihinin, değer yar-gılarının, temel yaşam şekillerinin karşısındadır; tek bir ortak noktaları bile yoktur. Kiliseleri camiye çevirmek istiyorlar, Avrupalıların kıyafetlerinden tutun, yiyeceklerine, kadın-er-kek ilişkisinden, müzik ve sanata, normal Avrupalının en basit yaşam şekline karşılar. Hangi birliktelikten bahsedilebilir!”

“Şiddet yanlısı İslam'cı politik örgütler, Avrupa ülkelerinde, özellikle İngiltere, Almanya ve Fransa'da birer tehlike haline gelmiştir.”

 “Zavallı Avrupa halklarının bu yiyicilerden çekecekleri var: Berlin, Paris, Brüksel, Vi-yana, Londra vs. artık  uygarlık yerleri değil, İslamcı tarikat ve cemaatlerin üniforma-larını taşıyan, rütbeleri, yıldızları, türbanlarının bağlanışı ile simgelenen yağma ve ta-lancıların korkunç yıkım sürecine sokulan, uygar insanların boşalttıkları alanlara dönü-şen birer kenttirler artık...”

 “Avrupa’ya yığılan İslamcılar, uygarlığın verdikleri nimetleri kötüye kullanarak hızla örgütleniyorlar.”

Yaşar Nuri Öztürk

5 Ağustos 2013 Pazartesi

NE OLUR




Ne olursan ol yinede gel...
Dedi ya Mevlana.
Gelirken hoşgörüyü,tahammülü,
Merhameti,sevgiyi unutsan da olur
Ama ne olur,adaleti unutma
Bir gün sana da lazım olur.

Tahir ÖZCAN 2013

3 Ağustos 2013 Cumartesi

"1 GECELİĞİNE 200 DOLAR MI ?"



Bir üniversitenin kütüphanesinde oğlan kızın masasına yaklaşarak yavaşça sorar: "Yanınıza oturabilir miyim?"
Kız, yüksek sesle yanıt verir:
"GECEMİ SİZİNLE BERBAT ETMEK İSTEMEM!.."

Kızın sözlerini herkes duymuş, başlarını kaldırmış,
dik dik ayaktaki oğlana bakmaktadırlar... Oğlan çok utanır ve hiçbir şey
diyemeden,şaşkın şaşkın kendi masasına geri döner...
Birkaç dakika sonra kız yerinden sessizce kalkar, oğlanın masasına yaklaşır ve ona yavaşça şöyle der:
"Ben psikoloji öğrencisiyim; demin,şaşıran bir erkeğin nasıl
tepki vereceğini öğrenmek istemiştim; bu arada sizi de herkesin önünde biraz
utandırdım sanırım, özür dilerim!" :)))))

Bu kez oğlan onu yüksek sesle yanıtlar:
"BİR GECELİĞİNE 200 DOLAR MI?.. ÇOK PARA!.."
Oğlanın dediklerini de yine herkes duymuştur ve bu kez ayaktaki kıza dik dik bakmaktadırlar ki, oğlan şoka girmek üzere olan kızın kulağına yaklaşıp şöyle fısıldar:
"Ben de hukuk öğrencisiyim: çevreye birini suçluymuş gibi nasıl gösterebilirim öğrenmek istemiştim, özür dilerim!" :)))))

1 Ağustos 2013 Perşembe

Can Dündar'dan Evlilik Üzerine


Can Dündar'dan Evlilik Üzerine

Evlilik, inanmadigim halde içerisinde 17 seneyi bitirdigim bir kurum benim için.. 
17 senede (abartmiyorum) 40 çift arkadasimin son verdigi kurum ayni zamanda da...
Evliligimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belkide kuruma inanmamaktan geçiyor.

Evliligi toplumun dayattigi sekilde yasamamaktan...
Nedir bu dayatmalar?
Erkegin muhakkak kadindan yasça büyük olmasi, egitim
seviyesinin erkegin lehine yada en azindan esit olmasi

bunlarin sadece ikisi...
Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmali ki,
kadina "hot" dediginde oturmali kadin...

Yada yumusatiyorlar; efendim kadin erkekten önce
çöktügü için (hani dogum felan) küçük olmaliymis yasi...
Egitimde de böyle.. Kadinin çok okumusu bilmis olurmus,
evde kalmakmis layiki....
ESiM BENDEN 2 YAS BÜYÜK; ne "hot" dememe gerek kaldi
17 senede, ne de benden önce çöktü...

Yillar içinde ben yaslandikça o gençlesti, "oo Can bey
kapmisiniz çitiri" esprilerine muhattap dahi oldum.
ESiM 3 ÜNiVERSiTE BiTiRDi; ben bi taneyi 9 senede bitirdim..

Ne o bana bilmislik tasladi, ne ben ona ezik baktim...
Kulaga gelen müzik tekse de, onu olusturan notalar farklidir der Halil Cibran...

Bunu unutmadik biz. Ben konusurken o dinledi,
Ben dinlerken o konustu 17 sene.

O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o "haklisin bitanem..." dedik,
öfke bitip firtina duruldugunda "ama bi de böyle düsün" de
dedik fikrimizi savunurken.

Farkli insanlar olarak görmedik birbirimizi,
ayni amaç için savasan neferlerdik bu hayatta...

Asla bilmedik ne kadar para kazandigimizi, ortak
cüzdanimizdan gerektigi kadar aldik..

Ne kadar çalarsa çalsin masanin üstünde telefon, kim bu
saatte arayan karsi cins diye sorgulamadik da ama...
Sevginin en büyük dostuydu bizim için "güven"...
Ve güvenin ardina saklanmis bir "saygi" vardi daima...
Ne kavgalar, ne badireler atlattik 17 senede...

Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi
sütliman yasayacaktik...

Öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamin disinda
yattim bi gece, misafir odasinda...
Gece yarisi kapi açildi, esim "ne yapiyosun burda?"
diye sordu kapinin esiginden, "uyuyorum" dedim buz gibi bi sesle...
Gitti, gelmesi 1 dakikasini almisti elinde yastikla...
"kay yana" dedi daracik yatakta.
"ne yapiyosun?" dedigimde "benim yerim senin yanin, sen gelmezsen ben gelirim" dedi...
Anladim ki o gece, en uzun kavgamiz yat saatine ve bence dogrusu da bu...
Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamiz haric..

Kirsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadik birbirimize...
Toplum kurallariyla oynasaydik bu oyunu belki de 41 inci çift olacaktik o listede...

Ama oyunun kurallarini biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu, oynanan...
Evlilik; hesapsiz içine dalinmasi gereken bir oyun bence...
Topluma kulaklarini tikayarak hemde... Ne benim, ne de bizim sözlerimizle...
Sadece gönlünüzden geçtigince...
Dedigi gibi Ataol Behramoglu' nun; "...Yasadiklarimdan
ögrendigim bir sey var: Yasadin mi büyük yasayacaksin,
irmaklara, göge, bütün evrene karisircasina. Çünkü ömür
dedigimiz sey, hayata sunulmus bir armagandir.
Ve hayat, sunulmus bir armagandir insana..."

*CAN DÜNDAR*

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...