OSİRİS, Olimpos Dağı’nın Dionysos’u ile birlikte, yeryüzünde hüküm süren son“tanrı kral”dı.
Büyük savaşçılar, büyük savaşları kazanır, büyük yenilgileri ise savaş meydanlarında değil, kendi içlerindeki savaşlarda kaybeder...
Bu biraz da onun hikâyesidir.
Büyük bir zaferden döndükten sonra, kayınbiraderi Seth’in zaferi kutlamak bahanesiyle düzenlediği yemek davetini kabul eder.
Seth, aynı zamanda Osiris’in karısı İsis’in kız kardeşi Neftis’le evlidir.
Osiris, tanrılığın bütün büyük özelliklerine sahipti.
Tabii ki, insanlığın bütün zaaflarına da...
Bir dedikoduya göre, karısının kız kardeşi ile de yatmaktadır.
Bunu kayınbiraderi Seth de duymuştur ve intikam almak istemektedir.
Tabii intikamı için tek neden, karısı ile yatması değildir. Onun kahramanlıklarını, halktarafından
sevilmesini de kıskanmaktadır.
Zaten adı bile, nasıl bir insan olduğunu anlatmaktadır.
Seth, Satan’ın yani şeytanın elçisidir.
Bu yüzden Osiris’ten intikam almak için bir komplo düzenler.
*
Yemekten sonra misafirlerine “Şimdi bir oyun oynayacağız” der.
Tabuta benzeyen çok güzel bir sandık yaptırmıştır. Her tarafı altın, gümüş ve fildişi ile kaplıdır.
“Hepimiz bu sandığın içine gireceğiz. En çok kimin bedenine uyarsa, sandık onun olacak” der.
Misafirler tek tek sandığın içine yatarlar. Kimi kısa kalır, kimi uzun. Kimi çok şişmandır giremez,
kimi çok zayıftır, her tarafı bomboş kalır.
Sonunda Osiris sandığa girer... Sandık sanki onun için yapılmıştır.
Sevinçle, “İçinde doğmuşum gibi uydu bana” der.
Seth aniden sandığın kapağını kapatır. Her tarafını çiviler ve bütün boşlukları Satan’ın sıvılaşmış
metali ile doldurur.
Yandaşları ile birlikte sandığı götürüp Nil Nehri’ne atarlar.
Osiris ölümsüzdür. Seth onu asla öldüremeyeceğini bildiği için, sonsuza kadar sandığın içinde
saklı tutmak istemiştir.
Nil’in suları onu denize döker. Günler ve gecelerden sonra sandık bir sahile ulaşır.
Kıyıya vurduğu yer, bugün Suriye diye bilinen topraklardır.
Kıyıdaki genç bir ağaç, onu sevgi ve aşkla dallarının arasına alır...
Ağaç o kadar meşhur olur ki, Suriye Kralı onu kesip sarayını taşıyan sütunlardan biri haline
getirir.
*
Bütün bunlar olurken, karısı İsis, eşini aramak için yollara düşmüştür.
Saçlarını kesmiştir. Yüzünü isle siyahlatmıştır. Kocasını bulmak için saraylarda hizmetçilik
yapmaya başlamıştır.
Sonunda alın yazısı onu, Suriye Kralı’nın sarayına götürür. Yani kocasının içinde yattığı sandığın
bulunduğu yere.
Orada Suriye Kralı’na gerçek kimliğini açıklar ve sarayın sütununun kırılarak içindeki sandığın
kendisine verilmesini ister. Kral sandığı verir ve İsis, kocasını tekrar Mısır’a götürür
Tacını kaybetmiş kraliçe, delice sevdiği kocasını tekrar hayata döndürmek için bildiği bütün
büyüleri yapar.
Ama Satan’ın elçisi Seth’in de büyüleri vardır.
Bir dolunay gecesi, adamlarıyla ava gittiğinde İsis’in kocasını tekrar hayata döndürmeye
çalıştığını görür.
Tekrar Osiris’e saldırır. Bedenini 14 ayrı parçaya ayırır ve her birini Mısır’ın, kimsenin
bulamayacağı bir başka yerine götürüp gizler.
Böylece talihsiz âşık Isis, tekrar yollara düşer.
Seth’in adamlarına görünmemek için üzerine 7 kat tül örtünür.
Bu defa yanında kız kardeşi Neftis de vardır. O da Osiris’e âşıktır ve cesedinin parçalarını
bulabilmek için bir köpeğe dönüşmüştür. Böylece koku alabilmekte ve toprağı kazmaktadır.
Sonunda, Osiris’in bedeninin parçalarını bulurlar. Birleştirirler, ama bir parça eksiktir...
Penisi...
Birlikte Mısır’ın güneyindeki Abidos Adası’na gelirler ve Osiris’in parçalarını birleştirip beyaz bir
bezin içine sararlar.
Bu, Mısır’ın ilk mumyasıdır...
*
İsis, altından bir penis yaptırır ve bunu kocasının bedenine yapıştırır.
Kocasını tamamen hayata getiremese de, bütün gece altın penisi okşayarak canlandırır.
Ve bir kuş gibi öttüğünde, onunla kendini döller...
Kainatın yeni efendisi Horus işte böyle ana rahmine düşer...
Horus büyür, amcasını öldürür...
Babası ise “Ölümün efendisi” olarak sonsuza kadar yeraltında hüküm sürer.
*
Mısır işte böyle büyük bir ihanet, meşakkat, aşk ve özveriden doğmuş bir medeniyet üzerinde
yaşar...
O ülkeyi rahat bırakın...
Kendi tabutundan çıkmayı, kendi küllerinden doğmayı bilen bir halktır o...
Bir zamanların Suriye kralı kadar anlayışlı olursanız, kollarınızı Akdeniz kıyısındaki o ağaç kadar
şefkat ve sevgiyle açarsanız, o kayıp penisten yepyeni bir ulus doğar...
Siz ise, buradan kayıp penis hikâyesini asla anlayamazsınız...
(*) NOT: Hikâyeyi, Mark Booth’un harikulade kitabı “The Secret History of the World”dan
aktardım. The Overlook Press, New York, 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder