Yakup Cemil
Rumeli ordularının eridiği, koleranın Çatalca’daki kılıç artıklarını yere serdiği ve elde kalabilen birkaç batarya topun son mermilerini attığı şartlar Osmanlı’yı barışa zorlamış durumdaydı. Mütarekeyi Londra Konferansı takip etti. İttihatçılar karşısında kaplan kesilen Kamil Paşa, Batı karşısında süt dökmüş kediye dönüyordu. Edirne elden çıkıyor, halk açlıktan kırılıyordu. Tarihler 23 Ocak 1913‘ü gösteriyordu, hükümetBab-ı Ali‘de toplanmıştı, büyük devletlere nota verilecekti. Notanın Fransızca’ya çevrilen metni gözden geçiriliyordu. Üyelerden hiçbiri bilmiyordu ki, bu onların son toplantısıydı. Türk tarihinin akıl almaz, bilim kurgu filmlerine taş çıkartacak sahneleri boy göstermek üzereydi. Bab-ı Ali Darbesi‘nin ayak sesleri geliyordu.
“Hükümet Edirne’yi Bulgarlar’a teslim ediyor, bütün Rumeli’den vazgeçiyor!” söylentisi İttihatçı subayların çılgına dönmesi için yeterli sebepti. Ecdat kanı ile sulanmış, Evlad-ı Fatihan diye zikredilen topraklar düşmana nasıl verilebilirdi? Eşkıya boşuna mı kovalanmış, Anadolu yiğitleri bunun için mi buralara kadar gelip şehit olmuştu? “Ya devlet başa ya kuzgun leşe!” şuuruyla yetişen İttihatçılar’ın ileri gelenleri bir toplantıya karar verdiler.
Toplantı Vefa’da İttihat ve Terakki‘nin önemli isimlerinden Emin Beşe Bey‘in evinde yapıldı. Enver Bey, bir tümeni denetlemek için İzmir’e gittiğinden toplantı hiçbir karar alınamadan dağıldı.
Bu girişimin en büyük mimarı olan Talat Bey, toplantıda konuşulanları İzmitli Mümtaz aracılığıyla Enver Bey’e bildirmişti. Çok geçmeden Enver Bey İzmir’den döndü ve ikinci toplantıya geçildi.Katılımcılar şunlardı: Sait Halim Paşa, Talat Bey, Enver Bey, Hacı Adil Bey, Ziya Gökalp, Albay İsmail Hakkı Bey, Fethi Bey (Okyar), Mithat Şükrü Bleda,Cemal Paşa, Kara Kemal,Doktor Nazım Bey,Mustafa Necip Bey.
Enver Bey arkadaşlarına diyordu ki:
-Arkadaşlar! Geçen seferki toplantınızda verdiğiniz karardan haberdar oldum, ne yazık ki şaşırdım.Bin türlü bahane bularak hükümete ilişmeyi uygun bulmamışsınız. Bu karara nereden vardınız, bilmiyorum.Yalnız size bir şey soracağım: Memleketin geleceğini bu hükümetin kurtarabileceğine inancınız var mı? Cevabınız “Evet!” ise bir sorun yok, burada boş yere çene patlatmayalım. Herkes dağılsın ve işine baksın.Yok, eğer bu adamlara inanmıyorsanız, teorilere takılıp kalmayalım, icraata geçelim. Bu adamlardan kurtulmanın tek çaresi bu hükümeti devirmektir.
-Hayır, hükümete kesinlikle güvenmiyoruz!
-O halde ne duruyoruz, hemen yarın işe başlayalım.
-Fakat bu işi kim yapacak, hükümeti kim devirecek?
-Ben bu işi, yanıma alacağım altmış fedakar arkadaşımla rahatlıkla başarabilirim.
Karar alınmıştır, -Ziya Gökalp ve Fethi Okyar’a rağmen- bir darbe ile hükümet devrilecektir. Plan yapıldı, her şey en ince ayrıntısına kadar düşünüldü, gerekli yerlere ve kilit noktalara Teşkilat’ın adamları yerleştirildi. İttihaçıları düşündüren tek kişi vardı: Çerkez Nazım Paşa. İri kıyım, sert, gaddar, hırslı, ne yapacağı belli olmayan bu adamı bertaraf etmek işin en zor yanıydı.
Darbenin günü 23 Ocak 1913‘tü, saati ise 15.00‘di. Gözü pek ve fedakar altmış yiğite haber uçuruldu, hepsi belirlenen saatte Bab-ı Ali‘de olacak, baskın hükümet toplantıda iken yürürlüğe konulacaktı. Baskın çabuk olmalıydı ki, kan dökülmesin. Yürüyüş İttihat ve Terakki’nin Nuruosmaniye’deki kulübünden başlayacaktı.
Ve 23 Ocak Perşembe, saat 13:00 Talat Bey ve Sapancalı Hakkı, hazırlıkları denetlediler. Bab-ı Ali civarında toplanma merkezi olarak tesbit edilen kahvehane, gazino, otel salonu gibi yerleri gözden geçirdiler. Nedendir bilinmez, baskın için orada bulunması gereken hiçbir militan ortada yoktu. Soğuk hava, inceden inceye yağan yağmur hakimdi Bab-ı Ali’ye.
Bu sırada Hüsamettin Ertürk, birkaç arkadaşı ile birlikte baskının sızmasını engellemek için polis müdürlüğü, merkez komutanlığı, posta ve telgraf idaresi gibi hayati noktaları ele geçirmek için tetikte bekliyordu. Estern kablo idaresi işgal edilecek, Büyükdere Rus Konsolosluğu’nun bahçesindeki telsiz istasyonu ele geçirilecekti. Nihayet Emir geldi ve Hüsamettin Bey ve ekibi harekete geçti. Öte yandan Teşkilat’a bağlı subaylar da Bab-ı Alicivarındaki devriyeleri kaldırdılar.
Öte yandan Kurmay Binbaşı Enver Bey ve arkadaşları Teşkilat’ın askeri müfettişliğinde, Talat Bey’den gelecek haberi beklemekteydiler.Yüzbaşı Yakup Cemil, Mustafa Necip ve İzmitli Mümtaz tabancalarını kuşanmışlar, Enver Bey’in yanında yerlerini almışlardı. Saat iki buçuğu geçerken Sapancalı Hakkı, Menzil Müfettişliği‘ne geldi ve;
-Haydi her şey hazır ve tamam, çıkınız! dedi.
Bu haberi sabırsızlıkla bekleyen Binbaşı Enver Bey şimşek gibi yerinden fırladı ve kaşla göz arasında kapının önünde kendisi için bekletilen kır ata bindi. Şimdi o bir savaş kahramanı gibi heybetli ve göz alıcı görünüyordu. Aheste aheste Nuruosmaniye’den Bab-ı Ali’ye doğru ilerleyen bu mağrur adamın iki yanında Filibeli Hilmi ve İzmitli Mümtaz vardı. Bab-ı Ali’nin tenha sokakları, kır atını üstünde tunç bir heykel gibi dikilen, masal kahramanlarını andıran, erkek güzeli bir yiğidi, geleceğin paşasını temaşa ediyordu.
Ama yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bab-ı Ali‘nin önü boştu, altmış fedakar adamdan hiçbir ortada yoktu. Az sonra Enver Bey köşeden -bugünkü İran Konsolosluğu’nun bulunduğu- sokağın başından göründü. Karşılaştığı manzara genç binbaşının hiç de hoşuna gitmedi, yanında beliren Yakup Cemil ve Mustafa Necip‘e rağmen, keskin bakışlarınıSapancalı Hakkı‘ya yöneltti. Sanki:
-Her şey hazır, dediğiniz bu muydu? Beni ateşe düşürdünüz, dercesine öfkeyle bakıyordu.
Çok geçmemişti ki, her yaştan insan Bab-ı Ali yokuşuna yığılmaya, kalabalık artmaya başladı. Enver Bey’in ve Yakup Cemil’in hedefi Bab-ı Ali binası, toplantı halindeki hükümettir.
Peki binayı koruyan askerler neredeydi? Bab-ı Ali’yi korumakla görevli Uşak taburu ne yapıyordu? Uşak taburu binanın önünde silah çatmış şekilde beklemektedir. Ne hikmetse geliyorum diyen tehlikeye karşı tabur kılını bile kıpıdatmamaktadır. Tabur İttihatçılar tarafından elde edilmişti. Yoksa dünya tarihinde bir olmazı gerçekleştiren darbecilerin böyle bir maceraya atılması mümkün değildi. Eğer atılsalar bile, baskın, başlamadan bitecek,baştaEnver Bey olmak üzere bütün kader arkadaşları ölecekti. İttihatçılar her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesap etmiş, önlerine çıkacak en büyük tehlikelerden birini bertaraf etmişlerdi.
Enver Bey şaşkınlık içindeydi ki, imdada Ömer Naci yetişti. İttihat ve Terakki Teşkilatı‘nın bu ateşli ve ünlü hatibi, Ömer Seyfettin‘le beraber olay yerine gelmişti. Bab-ı Ali‘nin merdivenlerinden Ömer Naci şöyle haykırıyordu:
-Vatandaşlar! Kamil Paşa hükümeti, Edirne’yi Bulgarlara bugün resmen terk ediyor. Şu dakikada Bab-ı Ali’de notalar imzalanıyor.
Büyük Türk Milleti bunu hiçbir zaman kabul etmeyecektir. İttihat ve Terakki buna ne pahasına olursa olsun izin vermeyecektir. Yaşasın Büyük Türk Milleti, yaşasın İttihat ve Terakki!
Ömer Naci kitleleri öylesine etkiliyordu ki Bab-ı Ali yokuşu her geçen dakika biraz daha kalabalıklaşıyor, Ömer Naci’nin etrafını sarıyordu. Ömer Naci devam ediyordu: “İşte Hürriyet Mücahidi Enver Bey Bab-ı Ali’ye yürüyor. İşte kapının önünde arkadaşlarımız,yüzlerce sivil ve subay ellerinde tabanca, içeri girme hazırlığındalar. Onlarla birlik olunuz, bu beceriksizler idaresine son veriniz!”
Ömer Naci bu sefer Uşak Taburu’na hitap ediyordu: “ Evlatlar! Elinizdeki silahları millet size kullanmanız için vermiştir. Düşman Çatalca’dadır. Kutsal vatan topraklarını kirli ayaklarıyla çiğneye çiğneye oraya kadar gelmiştir. Biz milli şerefi, milli namusu korumak, mukaddes aile yurdumuzu kurtarmak istiyoruz. Siz başka türlü düşünüyorsanız, işte sinem açıktır, ateş ediniz..”
Bu nutuk! Uşak taburunu büyülemiş, askerin gözünde Enver Bey’i bir mitoloji kahramanı haline getirmişti. Enver Bey ve yanındakiler şimdi dış kapıyı aşmış, Bab-ı Ali’nin avlusundaydı.
Manastır Askeri Lisesi’nde Mustafa Kemal’e vatan fikrini, Namık Kemal’in vatan edebiyatını aşılayan, kabına sığmaz bir yiğit adam olan Ömer Naci, gerektiğinde silahşorluk bile yapmış, İran şahına kafa tutmuş bir inanç ve ülke adamıydı. “Kardeşlerim!” diye haykırınca havada şimşekler çaktıran, etrafı inim inim inleten bu adamın Bab-ı Ali darbesindeki rolü inkar edilecek gibi değildir.
Çerkez Nazım Paşa’nın Vuruluşu
Kalabalık bir çığ gibi büyüyor, Bab-ı Ali’ye doğru akıyor, Enver Bey’e yardım etmek için koşuyordu. Bab-ı Ali’nin önü tam bir ana baba günüydü. Kalabalığı ancak Doktor Ağabeydin Bey’in, “Kapıları hemen kapatınız. İçeriye görevlilerden başka hiç kimse girmesin.” Emri durdurabildi ve kapılar kapandı.
Enver Bey’in yanında Yakup Cemil vardı, peşlerinden İzmitli Mümtaz, Filibeli Hilmi Mustafa Necip, Sapancalı Hakkı geliyor. En arkada Talat Bey ve Mithat Şükrü (Bleda) vardı. Salonun ve holün güvenliğini sağlanması gerekiyordu. Bu görevi Yakup Cemil ve Sapancalı Hakkı üstlendiler. Sapancalı Hakkı, nöbetçileri görür görmez komutunu verdi:
-Selam dur, yolu aç ve geri çekil!
Olaylar öyle hızlı akıyordu ki, askerler komuta hemen uymuş,
Enver Bey’i ve arkadaşlarını mihaniki bir şekilde selamlamak zorunda kalmışlardı.Gürültüden ve baskından ilk haberdar olan Sadaret Yaveri Nafiz Bey oldu. Misafiri ile odasında çay içen Nafiz Bey masanın gözündeki tabancasını kaptığı gibi salona fırladı, Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin korumalarından birinin cesedini görünce rasgele ateş etmeye başladı. Nafiz Bey fazla ateş edemedi, vücüduna isabet eden kurşunlarla yere yığıldı. Bu arada Harbiye Nazırı Nazım Paşa’nın yaveri Kıbrıslı Tevfik Bey, Yakup Cemil’in ve İzmitli Mümtaz’ın kurşunlarıyla cansız olarak yere düştü. Baskının ikinci kaybı Tevfik Bey’di. Derken bir asker daha öldü.
İttihatçılar’ın tek kaybı ise, İzmitli Mümtaz tarafından yaralanan, ölmek üzere olan Nafiz Bey tarafından vurulan Mustafa Necip’ti.
Bab-ı Ali bir savaş alanıydı,insanlar ölüyor, her yeri kan götürüyordu. Silah seslerini duyan Nazım Paşa, karşısındakine tepeden bakan haliyle, iri cüssesiyle elleri cebinde salona çıktı. Karşısında Enver Bey’i, İzmitli Mümtaz’ı, Filibeli Hilmi’yi ve Sapancalı Hakkı’yı görünce önce şaşırdı. Sonra öfkeyle:
-Bu ne cüret! Burada ne arıyorsunuz asi herifler? Aklınızca sadareti mi basacaksınız!
Enver Bey birden kusursuz bir esas duruşa geçti, her zamanki utangaç ve nazik tavrı ile;
-Efendim, diye söze başladı. Millet Kamil Paşa Hükümeti’nin istifasını istiyor.Vatanı satanlara ordu izin vermeyecektir.
Enver Bey sözünü bitirmemişti ki Serasker Nazım Paşa tekrar bağırmaya, karşısındakini azarlamaya başladı. İşte ne olduysa o anda oldu. Yakup Cemil koluyla Paşa’yı kavradı.
Paşa’nın sağ şakağına tabancayı dayadı ve ateşledi. Nazım Paşa birden düştü, ağzından kan boşaldı ve can çekişmeye başladı. Yakup Cemil öyle kritik bir atış yapmıştı ki, eğer kurşun bir milim kaysa, Sapancalı Hakkı ölecekti. Herkes bir tarafa sıvışmış, ortalık boşalmış durumdaydı.
İşin ciddiyetini ilk kavrayan Enver Bey oldu, heyecanla:
-Yakup ne yaptın, buna gerek varmıydı? Diye bağırdı.
Ama Yakup Cemil serinkanlılığını bozmuyordu. “Bu heriflere laf anlatılmaz” dedi ve ölmek üzere olan Nazım Paşa’ya bir kurşun daha sıktı. Bu sırada olay yerine Talat Bey de geldi, ama gördüklerinden hiç de memnun değildi. “Arkadaşlar!” diye söze girdi. “Böyle olmayacaktı, kavlimizde bu yoktu. Eğer böyle devam ederse ben bu işte yokum. Her şeyi bırakır, çeker giderim.” Sonunda ortalık durulur gibi oldu.
Subayların bundan sonraki ilk işi Sadrazam Kamil Paşa’yı bulmak oldu. Kamil Paşa Meclis-i Vükela salonunda yapayalnızdı, çünkü bakanların hepsi kaçmıştı.Karşısında Enver Bey’i,Yakup Cemil’i,Talat Bey’i ve diğer isimleri gören Kıbrıslı Kamil Paşa sakin bir tarzda sordu:
-Ne istiyorsunuz Evlatlarım? Sonra Enver Bey’e döndü ve konuşmasını sürdürdü:
-Eğer bu hareketi yapmasaydınız ülkemiz barışa kavuşacaktı. Bu baskın olmasaydı Bulgarlar,Sırplar,Yunanlılar işgal ettikleri yerleri geri vereceklerdi. Madem mührü istiyordunuz, alınız!
Paşa bunun ardından istifa dilekçesini yazdı:
“Padişahın yüksek huzuruna, ahali ve askerler tarafından yapılan teklif üzerine istifamı yüksek huzurlarınıza arzını mecbur olduğumu yüksek bilgilerinize sunmakla…”
23 Ocak 1913
Artık hükümet devrilmiş, darbe başarı ile tamamlanmıştır. Bundaki en büyük pay da Yüzbaşı Yakup Cemil’e aittir. O’nun kurşunları olayların akışını bir anda değiştirmiştir.
Herkesin korktuğu, en büyük engel olarak görülen Çerkez Nazım Paşa onun korkusuzluğu, atıcılığı sayesinde aşılmıştır.
Darbenin Anatomisi
“Bab-ı Ali Baskın’ı” diye bilinen hükümet darbesi, planlanışı ve uygulanışı açısından aklın alamayacağı ölçüde cüretkar, adeta bir macera diye adlandırabilecek bir girişimdir. Eğer günümüzün en gelişmiş bilgisayarlarını kullanarak darbenin başarı şansın ölçmeye kalksaydık, her halde başarı oranı çok düşük olurdu. Kelimenin tam anlamıyla iki elin parmağını geçmeyecek sayıdaki cesur ve idealist adam bir imkansızı başarmış, yirminci yüzyıl Türk siyasi tarihinin en önemli başarılarından birine imza atmıştır. Talat Bey’in örgütçülüğünü, Ömer Naci’nin kitleleri gayelana getirmesi, Enver Bey’in cesareti, Yakup Cemil’in akıllara durgunluk veren eylemi belki de darbenin başarılmasında olmazsa olmaz unsurlardır. Dahası Teşkilat’ın militan gücü olmasaydı bunlar başarılabilir miydi? Elbetteki hayır.
Başarı şansı neredeyse hiç olmayan böyle bir darbenin hiç beklenmeye bir şekilde sonlanmasında, amaca ulaşmasında beş tane önemli etmen görüyoruz:
- Kamil Paşa Hükümeti’nin bütün baskı ve yıldırmalarına karşı Teşkilat’ın inancını koruyabilmesi, ayakta kalabilmesi. Dahası fedai ve silahşorlarının Teşkilat’a ölümüne bağlılıkları.
- Örgütün lider yapısının kaliteli olması.
- Teşkilatının her şeyden önce iktidara gelmeyi istemesi, en zor koşullarda bile amacından sapmaması, dahası lobi faaliyetleri
- Baskının çok iyi planlaması, en küçük bir ayrıntının bile göz ardı edilmemesi. Dahası zamanlamanın iyi seçilmesi.
- Teşkilat’ın eyleme yığınsal bir görünüm vermesi, kitlelerin psikolojisine hitap edecek hatiplere sahip olması.
Her şeyden de önemlisi, Teşkilat, “Vatanın menfaati uğruna babamı öldürmezsem namerdim!” diyen Yakup Cemil’e sahiptir. En kritik bir zamanda, iradelerin mefluç olduğu anlarda kaç kişi silahına sarılıp, herkesin kabusu bir paşayı bertaraf edebilir ki.
Hakan Er