Komünizm/komünist, kapitalizm/kapitalist, sosyalizm/sosyalist,
demokrasi/sosyal demokrasi, anarşizm/anarşist, terörizm/terörist, kapitalizm,
emperyalizm gibi birçok kavram var artık günlük hayatımızda. Kimi okuyarak,
kimi dinleyerek, kimi konuşarak bu siyasi terimleri kullanıyor ya da bilmeden
yerli yersiz kullanıp bir şeyler anlatıyor.
Kimi anlıyor, kimi dinliyor, kimi anlamasa da alkışlıyor…
Her geçen gün yeni bir yorum, yeni bir tanım, yeni bir
idrak…
Sosyalist denince (sosyal politikalar söyleminin
yaygınlaşmasından da dolayı) artık halka yakın bir siyasi eğilim anlaşılırken
ve hatta kabul görüp her siyasi yapı tarafından dillendirilirken,
Komünist dendiğinde Allahsız, kitapsız, din ve toplum
düşmanı, terörist, hain algılanıyor.
Sosyal Demokrasi, Sosyal Devlet söylemleri dillerden
düşmüyor.
Örgüt deyince, DHKP-C, PKK, DEV SOL akla geliyor.
İsmail Ağa, Menzil, Süleymancılar olunca “sivil toplum
kuruluşu” algılanıyor.
IŞİD, EL KAİDE, TALİBAN olunca “Kızgın çocuklar” deniyor.
FETÖ, Müslüman Kardeşler olunca “Cemaat” deniyor.
15 Temmuz dan sonra FETÖ’nün terör örgütü olduğu ancak idrak
edildi.
Teröristin, terörün sağı solu olur mu? Bu neyi değiştirir? O da algı merkezimize sokuldu.
Yanlış aksettirilen kavramlar ve algılarla siyaset
yapılması; karmaşa, kaos, korku yaratırken, toplumumuz hala; meslek örgütlerinin,
sendikaların, çevre dostlarının ve benzerlerinin sosyal yaşam için, adalet
için, insanca yaşam için ne kadar önemli olduğunun farkında değil. Tabi bir de hepsinden
daha önemlisi Üniversiteler var. Onun öneminin de farkında değil…
Eğitimli, bilgili, çağdaş, bilinçli gençler yetiştirmek için,
körü körüne inanan değil sorgulayan, kabullenen değil araştıran bireyler
yaratmak için, geleceğimizi inşa etmek için oluşturduğumuz bilim yuvaları üniversitelerimiz.
Eğitimine devam eden gençlerimiz belli bir sınav sistemiyle
seçilerek alınıyorlar. Ülkenin her bölgesinden, her ekonomik ve siyasi çevreden
gelen heterojen bir yapıdalar. Doğal olarak içlerinde her siyasi görüşten, her
ideolojiden bir tarafa meyletmiş gençler mevcuttur. Tamamen kendisini eğitim
aldığı bilim veya sanat koluna adamış, bir kısmı apolitik bir kısmı
mukaddesatına düşkün, bazısı milletçi hissiyatı yüksek veya 1.Dünya Savaşından
sonra Kapitalist, Emperyalist Batı siyasetinin düşmanlaştırdığı Sosyalizm ve
Komünizm ideolojisinin bilincine varmış, genç idealist beyinlerdir onlar.
Bizim ülkemizde; meslek sahibi olsun, okusun diye bu
kurumlara gönderilmiş gençlerimizin, sol
ideolojilerin peşine takılması pek hoş karşılanmaz. Kıt kanaat geçinen
ailelerin, nice fedakarlıklarla üniversiteye gönderdikleri çocuklarının eğitimini
sekteye uğratmasından endişelenmesi anlaşılabilir. Ama bilinçlenen gençlerin de,
hayata ve çevreye olan duyarlılığının
artması, yanlış gördükleri olgulara tepki göstermeleri de anlaşılabilir olmalı.
Ses verdiklerini duymaya ve anlamaya çalışmak o kadar zor olmasa gerek. Kimi doğanın tahribatına, kimi eğitim sistemindeki
yanlışlara, kimi haksızlığa, kimi kentsel sorunlara, kimi tarihi olgularını
korumaya ses vermiyor mu. Elbette çatlak sesler, kaos yaratmaya çalışanların
olma ihtimali de vardır, bu negatif sesleri pozitif taleplerden ayırt etmek hiç
de zor değildir.
Anlaşılması zor olan ise, siyasi
erk’in henüz toplumda kimlik edinme arayışındaki gençleri kategorize ederek
ayrıştırması, siyasi görüşüne yakın görmediklerini ötekileştirmesidir.
Batı toplumunda da yükselmeye
başlaması ile Komünizm demokrasinin karşıtı olarak gösterilmiştir. Sosyalizm de
yumuşatılarak, içine liberal soslu politikalar eklenerek Sosyal Demokrasi (ben
ona sulandırılmış Sosyalizm diyorum) diye hibrit bir akıma dönüştürülmüştür.
Aşağı yukarı yüz yıldır devam ediyor bu süreç. Ekonomisi ile hatta kurumları
ile de tıkanmış, iflas etmiş Kapitalist düzenin egemen Devletleri (biz onlara
Emperyalist Devletler diyoruz) gerilemeye başlayan hakimiyetlerini sürdürebilme
telaşındalar. Giderek daha da saldırganlaşarak kaybetmekte oldukları
hakimiyetlerini uzatmak peşinde (ki biz buna da vahşi Kapitalizm diyoruz)
saldırganlaşıyorlar. Aralarından bazıları dönüşümü kabullenmiş ve en az hasarla
bu evreyi atlatmaya çalışmaktalar.
Gelişmiş devletlerin iradesine
boyun eğmiş az gelişmiş devletlerde ise ciddi kafa karışıklığı devam ediyor.
Ekonomisi zayıf, eğitim düzeyi düşük, neredeyse tamamen dışa bağımlı bu
ülkelerde hala 19. yy bakış açısı hakim. Orta çağdan kalma gelenekçilik, kökten
dincilik, tabu ve cehaletin hakim olduğu bir siyasi kültür süregeliyor. Oysa
hızla gelişen dünyaya ayak uydurabilen genç nüfusları var. Mevcut durumdan
memnun olmayan, ileriye dönük talepkar bir kalabalık. Bütün tartışmanın özü bu.
Statükocu, değişime kapalı bir siyasi yapı ve onun konsolide ettiği yandaş
kitle, bastırılmaya çalışan gelişime açık bir gençlik ve onlarla aynı aydınlığa
dönük ilerici topluluk.
Sadede gelirsek: Afrin için lokum
yemeyen Boğaziçi’liler, kampüslerinin ortasından otoyol geçmesini istemeyen
ODTÜ’lüler, Atatürk’e alenen hakaret etmiş birinin okullarında konferans
vermesini istemeyen üniversiteliler ‘’Bunlar
komünist, bunlar hain. Bu marjinallere eğitim hakkı vermeyeceğiz’’ söylemlerine
maruz kalıyor. Ne zavallı argümanlar. Neresinden bakılırsa bakılsın gerçekliği
olmayan gündelik siyasi söylemlerden ibaret. Başı örtülü diye üniversiteye
alınmayan kardeşlerine destek verirken ne idiyse o komünist, o marjinal simdi
de aynı. Popüler tabiri ile türbanlı kardeşleri şimdi onlara destek verecek mi
bilemem. Onlar mücadelelerinden vaz geçmeyecek. Nehirler nasıl geriye akamıyorsa
modernitenin de önüne geçilemez. Zamanla her şey değişir. Sonuçta hep
ilericiler kazanır, muhafazakarlar kaybeder. Bu çekişme bile hızını kesemez. Değişmeyen
tek şey değişimdir. Değişmeye direnenlerin verdiği zararı onarmak da çoğunlukla
modernistlere düşer. Ne kadar
ortaklaşılabilirse o kadar çabuk yaralar iyileşir, barış ve adalet ortamı
gelişir. Toplum gelişir.
Tahir ÖZCAN (30 Mart 2018)