18 Mayıs 2011 Çarşamba

RANTÇILAR ÇILDIRMIŞ OLMALI!...


 A-) İstanbul Boğazı, mevcut yük ve yolcu trafiğini taşıma kapasitesinde değil. Özellikle son 10 yıldır Boğaz alarm veriyor... Hükümetler duymamazlıktan geliyorlar. Yani İstanbul Boğazı'nın doğal ve yapay sınırları; can, mal ve çevre güvenliğini tehlikeye atacak şekilde zorlanıyor. Türkiye'de -acilen- "olağanüstü hal" ilan edilmesini gerektiren ve "sıkı yönetim"e ihtiyaç duyulan tek yer: Boğaz. Boğaz'da Çevre felaketine yol açacak bir kaza olmadan geçen her gün, aslında bir mucizenin gerçekleştiği "olağanüstü" bir gün. B-) Boğaz'ın jeolojik yapısı kadar, Karadeniz ve Marmara Denizleri arasındaki su akışkanlığı da "ilginç" Boğaz, Marmara'dan Karadeniz'e doğru eğimli. Karadeniz, epeyce büyük bir tatlısu gölüyken, bir tektonik olayla açılan Boğaz kırığı nedeniyle işte bu eğimden dolayı Marmara'nın tuzlu suyunun şimdi Karadeniz dediğimiz göle dolmasıyla oluşmuş ve bir iç deniz haline gelmiş. Güçlü akıntılar, söz konusu eğimi zamanla yumuşatmışsa da, Marmara'dan Karadeniz'e doğru oldukça güçlü ve kesintisiz bir dip akıntısı hala devam etmekte. Kısaca ifade edecek olursak: Marmara Denizi ile Karadeniz arasında kot farkı var. Karadeniz aşağıda, Marmara yukarıda kalıyor. Karadeniz'i besleyen nehirler de var. Örneğin Tuna.. Bu durumda Karadeniz'in Marmara'dan ve nehirlerden gelen su akıntısıyla havzasını sürekli genişletmesi ve yatağından taşması gerekirdi. Peki neden öyle olmuyor? Çünkü, iki deniz arasındaki yoğunluk ve ısı farkından doğan bir de oldukça güçlü ve kesintisiz yüzey akıntısı var. Bu akıntı Karadeniz'den Marmara'ya doğru. Dipte güneyden kuzeye doğru akıntı ve onun hemen üstünde kuzeyden güneye doğru bir akıntı. Böyle bir doğal kanala dünyanın başka hiç bir yerinde rastlayamazsınız. Boğaz'da her gün yaşanan mucizeyi yaratanlar, kılavuz kaptanlar!... *** A-) İÇİN: Trafik, 20.yy. boyunca şehirleri planlamanın en büyük sorunu oldu. Bu sorun, 21. yy'a miras olarak kaldı. Plancılar başta "kaos ve karmaşıklık" teoremlerinden yoksundular. Nüfus gibi, yolcu ve yük trafiğindeki artışın da 3, 7, 9 gibi zaman dilimleri arasında dalgalandığını ve hesap edilemez sapmalarla ilerlediğini fark edemediler. Geri bildirimleri asgari hatayla tahmin ederlerse, onların akıp gideceği yolları da asgari hatayla yapabileceklerini zannettiler. Böylece "tıkanma" gerçekleşmeyecekti. Buna örnek verelim: İstanbul'da, doğu-batı arasındaki yolcu ve yük trafiği hesaplanarak Boğaziçi Köprüsü yapıldı. Ancak yetmedi. Yeniden bir hesaplama yapılarak Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yapıldı. Ancak yetmedi. Yeni bir hesaplamayla 3.bir köprünün yapılması arzu ediliyor. Ancak yetmeyecek. Şimdi içsel olarak kolayca sezebileceğimiz başka bir örnek daha verelim. Bir havuz var, kenarında bulunan ve sürekli akan musluklardan gelen suyla ve yağmur sularıyla besleniyor. Muslukların kontrolü bizde değil, yağmurları da kontrol edebilmekten aciziz. Havuza dolan su miktarını hesaplamaya çalışıyoruz ve görüyoruz ki, 3 yılda bir aynı miktarda su alacak şekilde bir döngüye sahip. Buna göre bir önceki yılkı ortalamaları ve 3 yılın sabitini dikkate alarak gelecek yıllara göre bir projeksiyon hesabı yapıyoruz. Fakat hesap 7. yıldan sonra sapıtmaya başlıyor. Anormal artışlar, hiç bir şeye bağlanamaz dalgalanmalar ve dallanmalar meydana geliyor. Tıpkı doğada hayvan nüfusunda olduğu gibi. Ama doğada anormal artışlar yiyecek kıtlığından doğan açlık ölümleriyle hayvan nüfusunu dengelerken, bizim havuzumuzdaki dengelenme ya muslukların bozulmasına ya da yağmur yağmamasına, yani kuraklığa bağlıdır. Tıpkı piyasaya arz edilen mal değerleri gibi. Anormal artış olduğunda mal ucuzlar ve talep azalır, kâr düşer, şirketler iflas eder, enflasyon yükselir, kriz yaşanır. Böylece piyasa dengeye ulaşır. Ama bizim havuzumuz piyasa koşullarından muaf. Havuzun bir gideri olmadığından sonunda taşmaya ve çevresine zarar vermeye başlıyor. Bu havuzun bir yerine bir musluk koyuyoruz ve böylece bir gider açıyoruz. Bu giderden havuza dolan suyu boşaltıyoruz. Ancak yetmiyor. İkinci bir musluk koyuyoruz ve suyu buradan da boşaltmaya başlıyoruz. Ancak yetmiyor. Üçüncü bir musluk koymayı arzu ediyoruz. Ancak yetmeyecek, artık bunu biliyoruz. Artık bildiğimiz başka bir şey daha var: Bu problemin iki çözümü var. 1.Havuzun kenarlarından birini tamamen yıkarak, tam o noktadan başlayan ikinci bir havuz yapmak. Böylece sorunu ikinci havuzun bitiş noktasına kadar "ötelemek". Boğaz'daki ikinci, üçüncü köprüler işte böyle bir çözümdürler. Keza, Ankara'daki lüzumsuz alt ve üst araç geçiş güzergahları, köprüler işte böyle çözümler. Benzer şekilde, Kocaeli'de son yıllarda yapılan alt ve üst araç geçiş güzergahları da böyledirler. Şimdi, Marmara'dan Karadeniz'e açılması düşünülen kanal da işte böyle bir şey. Bu arzuyu çılgın olarak niteliyorum ben de. Çünkü denenmiş ve yarardan çok zarar doğurmuş, çözüm vermemiş bir şeylerin yeniden ve aynı gerekçeler ve aynı iddialarla denenmesi sahiden çılgınlıktır, akıl işi değildir. 2.Havuza su akıtan muslukların kontrolünü ele geçirmek, ne zaman, ne kadar süreyle açacaksınız ve kapatacaksınız? işte bunun belirleyicisi olmak ve yağmur sularına karşı da havuzun üstünü kapatarak, bunlar için ayrıca bir gider yapmak. Şimdi gündelik hayatımızdan daha basit bir örnek verelim: 1. Çok susadınız, mutfağınızdaki musluğu açtınız ve ağzını dayayarak kana kana su içtiniz. Birazı çenenizden aktı. Bu mümkün. 2. Çok susadınız, itfaiye hortumundan akan suya ağzınızı dayadınız ve kana kana su içemediniz ama ağzınız burnunuz dağıldı, dişleriniz yerlerde. Ağzınızın ortasına bir yumruk yemiş gibi olduğunuz ve  kan revan içinde kaldığınız yetmezmiş gibi, fizik kanunları tıkır tıkır işlediğinden,  boğazınızdan tek damla da su geçmedi.Susuzluktan ve acıdan ölmek üzeresiniz. Bu da mümkün. Eğer çılgınsanız!... B-)İÇİN: Osmanlı'nın son dönemlerinde öncelikle siyasi nedenlerle, o zamanlar Başkent olan İstanbul'un güvenliğini kontrol edilebilir kılmak niyetiyle askeri nedenlerle ve elbette Boğaz trafiğinin yukarıda B'de açıklanan tehlikeli doğasından kurtulmak ve uluslararası yük trafiğini Boğazdan tümüyle ötelemek gibi bir akılcı niyetle Boğaz'a alternatif bir kanal düşüncesi ortaya atılmış hatta maliyet tabloları hazırlanarak, proje taslakları dahi oluşturulmuştur. O zamanki yöneticiler bu zamandakilerden daha az çılgın ve daha çok aklıselim olduklarından ve elbette seçim  telaşı yaşamadıklarından olacak ki, bu kanal için Karadeniz ve Marmara jeolojisinin en uygun olduğu zemin aranmış. Bu zemin, Kandıra-İzmit arasında bulunmuştur, Boğaz'a 2 adım ötede değil. Süveyş Kanalının bulunduğu yatak ile Karadeniz-Marmara arasında bir kanalın bulunacağı yatak aynı değil. Bu yüzden üzerlerine serilecek yatak örtüsünü kıyaslayarak, birinden diğerine göre büyüklük çıkarmak da mantıklı değil. Şimdi merakla beklemekteyim. Bu çılgın arzu için: Jeoloji Mühendisleri ne diyecekler? İnşaat Mühendisleri ne diyecekler? Fizik Mühendisleri ne diyecekler? Ekonomi Kuramcıları ne diyecekler? Örneğin, Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı ne diyecek? Hepimizin merak etmesi gereken diğer şey ise; limanlar! Değil mi ama? Limanlar neredeler? Konyetner Limanlar neredeler? Boğaz'da trafik azalacak mı yoksa içinden çıkılamayacak şekilde karışacak mı? SON OLARAK: ARAZİ RANTI İÇİN BİR KENTİN ANATOMİSİYLE, İÇDÜZENİYLE, KİMYASIYLA BU DENLİ OYNAMAYA DEĞMEZ!...  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...