20 Mart 2012 Salı

SİTE KENTLER,AVM LER YAŞAM ALANLARI VE İNSAN


İnsanlığın Bittiği Yer, Site Kentler ve Sözde Yaşam Alanları AVM’ler
‘’Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Zırh gibi sertleşmiş sırtının üstünde yatmaktaydı ve başını biraz kaldırdığında bir kubbe gibi şişmiş, kahve rengi, sertleşen kısımların oluşturduğu yay biçimi çizgilerle parsellere ayrılmış karnını görüyordu…
‘Ne olmuş bana böyle?’ diye düşündü….’’Sahi ne oldu bize böyle?
İstanbul’u, Ankara’yı Anadolu’yu etrafı duvarlarla çevrili sitelerle, Towers’larla,  tuhaf yapılarla  dolduran  bize ne oldu? Üstelik iş başında muhafazakarlığıyla çokça öğünen bir iktidar varken oldu tüm bunlar? Neyi muhafaza ediyoruz? Bilen var mı? Hani bize ait özel bir yaşam biçimimiz, bize has geleneklerimiz vardı? Bu yapılan binaların, sitelerin, alışveriş merkezlerinin neresinde özgünlük, bu coğrafyaya uygunluk var? Selimiye’yi yapan akıl bu çirkinliğe nasıl müsaade ediyor?
Gelişmiş ülkelerde asosyallerin,  evsiz ve işsizlerin geçici konut ihtiyaçlarını gidermek için yapılan bu çok katlı binaları, insanlar milyarlarca para vererek satın alıyorlar. Fare deliklerine çokça benzeyen bu binalarda, Kafka’nın romanında anlattığı hamam böceğine dönüşmese de insanlık, onunla aynı coğrafyayı paylaşan farelere dönüşmüyor mu?
‘’…İnsan yaşadığı yere benzer /O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer…’’derken şair herhalde insanların toprağı balkonlarda yaratılan sahte bahçelerde ve suyu da süs havuzlarında ya da onlarca kişinin girdiği sidikli site havuzlarında göreceklerini akıl etmemişti.
Tabi ki bu siteler ve onun yarattığı plastik hayatlar bir ihtiyaçtan ortaya çıktı. Neydi bu ihtiyaç? Toplumsal adaletsizliğin yarattığı güvenlikli endişeleri. İnsan evim dediği yere,  özel güvenlikli kapılardan girer mi?
Gizli ve güvenli site evlerinde karabudunlu, baldırı çıplak yoksullar göz önünde olmaz. İnsanlar kendileri gibi çok değerli(?), aynı osuruk inançlara sahip kişilerle mutlu mesut yaşarlar. Oysa hemen kapının önünde, üstü başı dökülen sokak insanları vardır. Ama kendileri ve çocukları güvendedir ya bu da yeterlidir. Çocuklar zaten sokağa çıkmaz; bir yerden bir yere servisle giderler. Okulları da çoğu zaman etrafı güvenlikli binalardır. Onlar hep en önemli, en güzel, en doğru, en işte…  Boşluğa ne koyarsanız o ‘’en’’ dir.
Günümüzde güvenlik öyle yapışkan bir şey hale geldi ki, insanların en mahrem halleri kayıt altında. Havuza mı giriyorsun al sana bir kamera, eve mi giriyorsun al sana bir kamera, sevgilinle bahçede öpüşüyor musun al sana bir kamera, hep kaydedilir… Hiç durmadan hayatlar kaydedilir. Sitede yaşayanlar için bu kayıt gayet olağandır. Çünkü onlar kayıt severler. İnsanlar üstelik bu 1984 George Orwell romanına benzeyen hayatlara sahip olmak için, bütün varını yoğunu bu uğurda dökerler. Bu kişiler bazen doktor, bazen mühendis, bazen işyeri sahibi, bazen de tüccardır, ama özünde hep aynı insandır.
Mekanı yaşamdan ve yaşamı çerçeveleyen ideolojiden ayırmak mümkün değildir. Bir genel müdürü, işletmeyi yöneten bir mühendisi düşünelim. Sabah sitedeki evinden çıkıyor. Trafiğe giriyor. İş yerine ulaşıyor. ’’Ofiste ki’’ odasına giriyor. Uyduruk ve hayatta hiçte karşılığı olmayan işi için sekreterinden günlük raporlarını alıyor. İnternetten günlük haberlere kısa bir göz gezdiriyor. Akşam tekrar sitedeki evine geri dönüyor. Bu kişi için herhangi birini işten çıkarmak, bir yardımcısını aşağılamak, sokakta acından ölen birinin ismini duymak hiçbir anlam ifade etmez. Hatta tüm bu olaylar bir bilgisayar oyunundan farksızdır. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinde sözgelişi Boğaziçi Üniversitesinde eylem yapan gençler onun için fırsatları değerlendiremeyen zavallı mahluklardır. Çünkü onun için tek bir gerçek vardır, kendisinin ve şirketinin geleceği. Bu doğrularının dışında toplumsal meseleler tamamen fasa fisodur.
Bir ucu bulutlarda olan gökdelenleri yapan müteahhitler, binaların doğal bir sürecin sonucu olduğunu, dünyada pek çok örneği bulunduğunu söyleyip savunabilirler. Penceresini  açamadığınız ev nasıl bir doğallığın sonucudur? Nitekim bu doğal süreç 23 Temmuz 2011 tarihli Üsküdar’da ilk meyvelerini vermiştir. 36 katlı bir gökdelende çıkan yangında itfaiyenin o yüksekliğe erişecek bir aracı olmadığı için 2 saat müdahale edilememiştir.
Kulelerin çoğunluğu bankalara veya büyük şirketlere ait. Böyle yüksek binaların yapılmasının esas nedeni  büyük şirketlerin geniş iş alanlarına ihtiyaç duyması değil; şirketlerin heybetinin tüm insanlığa gösterilme gayretidir. Bu gösteri, faşizmin yarattığı mimarinin de temel özelliğidir.
Çocukluğumda pazarlar ilçenin en işlek yerlerine kurulurdu. İnsanlar uzun saatler boyunca hem kendi ürettiklerini hem de başkalarının ürettiği malları hoş sohbetle satın alırdı. Hafta içi birbirlerini görmeyenler konuşur, özlem giderirdi. Pazara gelenler açık havada dolaşmanın güneş görmenin keyfini çıkarırdı. Şimdi alışveriş merkezleri tüm bu toplumsal dokuyu, kültürü alaşağı etti. Yürümenin yerini yürüyen merdivenler, güneşin yerini aydınlatmalar aldı. Ayrıca AVM’lerde çalışanlar gün boyu güneşten, yeşilden ve hayattan uzak insanlık dışı çalışma koşullarında çalışıyorlar. Sonuçta bu asosyal  mekanların ürettiği şey depresyon bunalım ve intihar oldu.
Doğayla sürekli mücadele eden, hayata kör bu uygarlık eninde sonunda yıkılacak. Yerine doğayla kardeş, yepyeni, cıvıl cıvıl hayat kaynayan bir uygarlık kurulacak. Benim bundan hiç kuşkum yok, ya sizin?

Dr.Erdal Yolcu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...