31 Ekim 2013 Perşembe
Türban Meclise Girdi.
AKP'nin Sünni kadınların tercih ettiği ve siyasi bir sembol (siyasal İslamın sembolü) olmuş bir örtünme biçimini,dayatmasını ayrımcılık olarak görüyor ve kınıyorum.
Amaç saçını göstermemek,dini emri yerine getirmekse,bunun ayrımcılık içermeyen yolları da var.Tak peruğu gir kim ne diyecek.Amaç dini vecibeyi yerine getirmek değil,siyasi sembollerini meclise sokmak.Yarın din adamı bir millet vekili sarıkla,Hristiyan bir millet vekili haç la,Musevi bir milletvekili kipa takarak,Budist olan turuncu entarisiyle girmeye kalkarsa ne olacak?.Allah fesatlıkla meşgul olana fırsat vermesin,her şey olabilir.
29 Ekim 2013 Salı
BACHA BAZİ
malûm islamda zina günahtır- ama erkekle erkeğin cinsel ilişkisi, livata vs. ölümcül suçlardandır. ancak yıllardır afganistanda devam eden ve islami rejim ve sözde dünyanın en sıkı şeriatının uygulanmasına rağmen şu anda da hızından hiç bir şey kaybetmemiş olan iğrenç bir düzen hüküm sürmektedir- fakir ailelerin erkek çocukları 5-6-7 yaşlarında ailerinden -sözde aileler çocuklarına ne olacağını bilmemektedir- satın alınır ve köçeklikten cinsel oyuncaklığa kadar suistimal edilirler. buna livata- anal seks- de dahildir. bazen bir zengin bölgesel lider (warlord) , kendi "oyuncağını" diğer lidere armağan mahiyetinde peşkeş çeker... çocuklar artık ufaktan kıllanmaya başladıktan sonra ise, "sahip"lerinden birisinin genelde dul ve yaşlı kadın akraba veya hısmı ile evlendirilirler...
sizlere bu hususta fazla bir şey söylemek istemiyorum- çünkü cidden mide bulandıran rezalet. din adına islam adına afganistan'da el kaide ve alt grupları ile suriye'de el nusra ve diğer özgür suriye ordusu yamyamlarının bizlere kabûl ettirmek istedikleri ahlaki norm budur. bunu aleni yaparken de hiç utanma sıkılma yoksa- vay halimize... sözde bize örnek olacaklar, sözde onları örnek kabûl etmemizi istiyorlar... altta bu konuda yeterince yazı ve görsel materyal var. mideniz bulanmadan izleyiniz...
http://www.martinvonkrogh.com/portfolio/bacha-bazi/
http://www.youtube.com/watch?v=aaMOrqoMaw0&list=TL0R4FCjZf4cFTp6y7o7CbksvpoYttxR-7
http://www.youtube.com/watch?v=XaJpcbYFkKk&list=TL0R4FCjZf4cFTp6y7o7CbksvpoYttxR-7
http://www.youtube.com/watch?v=apzcJgNm2yQ&list=TL0R4FCjZf4cFTp6y7o7CbksvpoYttxR-7
http://www.youtube.com/watch?v=KXlwBt62r_g
http://en.wikipedia.org/wiki/Bacha_bazi
28 Ekim 2013 Pazartesi
19 Ekim 2013 Cumartesi
Üçüncü Şahısın Şiiri - The Poem Of The Third Person
The Poem Of The Third Person
When your eyes touched upon mine
My calamity it was, I would weep
Not that I had your love -- I knew that
You had a lover -- I kept hearing so
A young squirt, skinny thin like a stick
He was a no-good, that's what I thought
If at any time I should have him before my eyes
I would kill him -- that, I feared;
My calamity it would be, I would weep
Every time I walked through Maçka
There would be ships and ships by the quay
Trees would giggle like a bird would
A breeze would seize and bind my mind
Silently you would light your cigarette
Burn my fingertips as you lit your cigarette
Looking through your lashes, sideways you would peep
I would feel the chill, shivers running through me inside
My calamity it would be, I would weep
The evenings ended like any novella would
Jezabel would lie there smudged in blood
A ship would set sail leaving the harbour
You would straighten up and go to him
You would go dejectedly, with countenance downcast
You would stay till daybreak through the night
He was a no-good, that was what I thought
When he laughed it was as stiff as that of a corpse
And when he took you in his arms, on top of all else
I would weep, my calamity that was
Attila İlhan
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Bir rüzgâr aklımı alırdı
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım
When your eyes touched upon mine
My calamity it was, I would weep
Not that I had your love -- I knew that
You had a lover -- I kept hearing so
A young squirt, skinny thin like a stick
He was a no-good, that's what I thought
If at any time I should have him before my eyes
I would kill him -- that, I feared;
My calamity it would be, I would weep
Every time I walked through Maçka
There would be ships and ships by the quay
Trees would giggle like a bird would
A breeze would seize and bind my mind
Silently you would light your cigarette
Burn my fingertips as you lit your cigarette
Looking through your lashes, sideways you would peep
I would feel the chill, shivers running through me inside
My calamity it would be, I would weep
The evenings ended like any novella would
Jezabel would lie there smudged in blood
A ship would set sail leaving the harbour
You would straighten up and go to him
You would go dejectedly, with countenance downcast
You would stay till daybreak through the night
He was a no-good, that was what I thought
When he laughed it was as stiff as that of a corpse
And when he took you in his arms, on top of all else
I would weep, my calamity that was
Attila İlhan
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Bir rüzgâr aklımı alırdı
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım
18 EKİM 2013 CUMA GECESİ ODTÜ YERLEŞKESİNE YAPILAN MÜDAHALE İLE İLGİLİ REKTÖRLÜK AÇIKLAMASI
Ankara Büyükşehir Belediyesi ekiplerinin 18 Ekim 2013 Cuma günü gece saatlerinde habersiz ve izinsiz olarak yerleşkemize girmesi ile başlayan süreçle ilgili olarak mensuplarımızdan, basın organlarından ve kamuoyundan gelen bilgilendirilme talepleri nedeniyle aşağıdaki açıklamanın yapılması gerekli görülmüştür. ODTÜ Koruma Amaçlı İmar Planı’nın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylandığı, 2 Ekim 2013 tarihli Bakanlık faksıyla ilgili kurumlara bildirilmiştir. Ancak, faks yazısı ekinde olması gereken onaylı Planlar, Üniversitemize 11 Ekim 2013 Cuma günü teslim edilmiştir. Basına yansıyan açıklamaların aksine, onay aşamasında Bakanlık tarafından ODTÜ’nün önerdiği planda bazı değişiklikler yapıldığı görülmektedir. Plan 4 Ekim 2013 tarihinde askıya çıktığından, ODTÜ’nün itirazları bir aylık sürenin sonu olan 4 Kasım 2013 tarihine kadar Bakanlığa iletilecektir. 11 Ekim 2013 Cuma günü Bakanlık, Belediye ve Devlet yetkilileri ile görüşülerek plan kararlarına itirazlarımızın olacağı, itiraz süresi içinde geriye dönüşü mümkün olmayan herhangi bir işlemin yapılmaması gerektiği özellikle vurgulanmıştır. Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB) Fen İşleri Daire Başkan Vekili ile İmar ve Şehircilik Daire Başkanı da Üniversite ile görüşme yapılmadan bir işlem başlatmayacaklarını ifade etmişlerdir. Yasal askı ve itiraz süreçleri tamamlanmadan herhangi bir işleme onayımızın olmadığı ABB’ye aynı gün yazı ile de bildirilmiştir. Bu görüşme ve yazışmalara rağmen, askı ve itiraz sürelerinin dolması beklenmeksizin, 18 Ekim 2013 Cuma günü ani bir gece operasyonu yapılmıştır. ABB’ye ait inşaat makinaları, inşaat ekipleri ile çok sayıda Belediye personeli, 18 Ekim 2013 Cuma gecesi saat 21.15 civarında izin almadan ve yerleşke çitlerini yıkarak 100. Yıl Semti Öğretmenler Bulvarı bölgesinden Üniversite arazisine girmiştir. Üniversitede görev yapan özel güvenlik yetkilileri Üniversite arazisine izinsiz olarak giriş yapılamayacağı yönünde ekipleri uyarmışlar ve engellemeye çalışmışlardır. Ancak çok sayıda kamyon, inşaat makinası ve Belediye personelinin izinsiz olarak yerleşkeye girmesi engellenememiştir. İzinsiz olarak yerleşkeye girildiği ve yasadışı bir şekilde ODTÜ’nün mülkiyetinde bulunan ağaçların kaldırıldığı 10 Nisan Polis Merkezi’ne bir kaç kez telefonla bildirilmiş; inşaatın ve ağaç kaldırma işleminin engellenmesi için yazılı olarak da başvurulmuştur. Ancak, Polis Merkezi yetkilileri bir önlem almamış ve yazılı başvuruyu da kabul etmemiştir. Yapılan müdahalenin yasal olmadığı eş zamanlı olarak Belediye İnşaat Ekip Şefine de bildirilmiş, bu kişinin de yazılı tebligatı almayı reddettiği tutanak altına alınmıştır. ABB ekiplerinin faaliyetlerinin durdurulması için Ankara Valiliğine, İl Emniyet Müdürlüğüne ve ABB Başkanlığına yazılı olarak başvurulmuştur. Ayrıca Ankara Valisi ile telefonda görüşülerek durum aktarılmış ve yapılan müdahalenin sona erdirilmesi istenmiştir. Ancak, Belediye ekiplerinin faaliyetleri sabah 06.30’a kadar sürmüştür. 19 Ekim 2013 sabahı yapılan incelemede ODTÜ arazisi içinde kalan güzergahın tamamıyla açıldığı ve güzergah üzerindeki tüm ağaçların kaldırıldığı tespit edilmiştir. Nakledilmesi gereken 600’den fazla çam ağacının da içinde bulunduğu yaklaşık 3.000 ağacın ne şekilde kaldırıldığı konusunda tarafımıza bilgi verilmemiştir. Ancak, bir gecede 600 ağacın nakledilmesi mümkün değildir. Üniversitemiz, Anadolu Bulvarının devamı olan yol konusunun yasal ve meşru zeminde çözümü için katkı sağlamış ve bu yönde iyi niyetle hareket etmiştir. Buna karşılık, Koruma Amaçlı İmar Planına ilişkin yasal sürecin tamamlanmasına izin vermeden ODTÜ arazisine gece saatlerinde bir baskın şeklinde girilmiş, meşru olmayan fiili bir müdahale ile inşaat başlatılmış ve mülkiyeti Üniversiteye ait olan ağaçlar yasal süreç izlenmeksizin kaldırılmıştır. Üniversitemiz, bilgisi ve izni olmaksızın yapılan bu müdahale ile ilgili gerekli tüm yasal girişimlerde bulunacaktır. Üniversite olarak, iyi niyet ve sorumlu kamu yönetimi anlayışı ile bağdaşmayan bu tutumu kabul edilemez olarak görüyor ve şiddetle kınıyoruz. http://www.metu.edu.tr/tr/
16 Ekim 2013 Çarşamba
Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları
Sene 2005 Türkiye ile bir alâkası olmayan John Perkins kitabında anlatıyor; "Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırırız. Sonra onlaraarabalarımızı satarız. Sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız. Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle. O ülkeye dünya bankası ya da kardeş kurumlardan kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi "ASLA" o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje‘ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev havayolları yapılır. Aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton. Bizim şirketlerimiz kazanır o ülkedeki birileri de nemalandırılır. Toplum bu düzenekten hiçbirşey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler. Sonunda ekonomik danışmanlar/
John Perkins
13 Ekim 2013 Pazar
Asıl Adalet
İnsanlarda tek sıcak kanun,
üzümden şarap yapmaları,
kömürden ateş yapmaları,
öpücüklerden insan yapmalarıdır.
İnsanlarda tek zorlu kanun,
savaşlara, yoksulluğa karşı
kendilerini ayakta tutmaları,
ölüme karşı yaşamalarıdır.
İnsanlarda tek güzel kanun,
suyu ışık yapmaları,
düşü gerçek yapmaları,
düşmanı kardeş yapmalarıdır.
Hep var olan kanunlardır bunlar,
bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar,
yayılır, genişler, uzar gider
t"a akla kadar.
Paul Eluard
Mavi ye iz süren den alındı...
ASM : Crystallize - Lindsey Stirling (Dubstep Violin Ori...
ASM : Crystallize - Lindsey Stirling (Dubstep Violin Ori...
http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=aHjpOzsQ9YI
http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=aHjpOzsQ9YI
PAZARLAMA DEYİNCE...
Bir profesör, yüksek lisans öğrencilerine pazarlama kavramlarını anlatıyordu:
1. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına giderek
"Çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Bu, doğrudan ,pazarlamadır.
2. Bir grup arkadaşınızla katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Arkadaşlarınızdan biri kızın yanına gitti ve sizi işaret ederek kıza
"O çok zengin. Evlen onunla!" dedi. Bu, reklamdır.
3. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına gidip telefon numarasını aldınız. Ertesi gün arayıp "Çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Bu, tele-pazarlamadır.
4. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Kalkıp kravatınızı düzelttiniz, ona doğru yürüyüp içkisini tazelediniz, arabanın kapısını açtınız, çantasını düşürünce eğilip aldınız, küçük bir gezinti teklif ettiniz ve sonra "Bu arada ben çok zenginim. Benimle evlenir misin?" dediniz. Bu, halkla ilişkilerdir.
5. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanınıza geldi ve
"Duyduğuma göre çok zenginmişsiniz. Benimle evlenir misiniz?" dedi. Bu, marka bilinirliğidir.
6. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp
"Ben çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Suratınıza okkalı bir tokat yapıştırdı. Bu, müşteri geri bildirimidir.
7. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp "Ben çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. O da sizi kocasıyla tanıştırdı. Bu, arz-talep uyuşmazlığıdır.
8. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaştınız, ama siz bir şeyler söyleyemeden önce biri gelip ona "Ben çok zenginim. Benimle evlenir misin?" dedi ve kız onunla gitti.
Bu, sizin pazar payınıza göz koyan rekabettir.
9. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp "Ben çok zenginim, evlen benimle!" diyecekken karınız geldi. Bu, yeni pazarlara girememektir.
Yıldıray KAYA nın Facebook sayfasından alıntıdır.
12 Ekim 2013 Cumartesi
Sayın Başbakan, bilim karşısında haddinizi biliniz!
Sayın Başbakan, partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki bir grup toplantısında bir kitabı göstererek şunları söylemiş: “Kitabın beşinci sayfasında bir resim var. Raflarda yüzlerce kafatası var. İncelenmiş ya da incelenmeyi bekliyor. Tabii bu kafataslarından öyle ilginç bir sıralama yapmışlar ki. Türk Kafasının Zaviyesi Üzerine İncelemeler. Şimdi soruyorum bizim millet tasavvurumuz bu olabilir mi? Türk Antropoloji Enstitüsü’nün tarihinde 2 önemli vesika olarak geçer. Reis-i Cumhur olarak Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Başbakan İsmet Paşa var. İstanbul Darülfünun doktoruna teşekkür var. Şimdi soruyorum: Bu insani midir? Vicdani midir? Bunun bizim ruh dünyamızda, inanç dünyamızda yeri olabilir mi?”
Sayın Başbakan’ın, her uygar insanın tüylerini diken diken edecek bir bilgisizlik düzeyi sergilediği için, bu sözlerine dokunmadan geçmeyi bilim insanı kimliğime ihanet sayarım:
Sayın Başbakan’ın Meclis grup toplantısında kaldırıp gösterdiği kitap, Ord. Prof. Şevket Aziz Kansu tarafından kaleme alınmış olan Türk Antropoloji Enstitüsü Tarihçesi (Historique de l’Institut Turc d’Antropologie) adlı eser olup Uluslararası 18. Antropoloji ve Prehistorik Arkeoloji kongresi için hazırlanmıştır. Sayın Başbakan’ın bahsettiği 5. sahifedeki resim “Türk Antropoloji Enstitüsü’nün 1933-1934 yıllarında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde bulunduğu zaman enstitünün laboratuvar ve koleksiyonlarından bir kısmı” altyazısı ile resimler, inceleme araçları, maddeler arasında bir de resmi çekenin karşısındaki duvardaki raflara sıralanmış bir kafatası koleksiyonunu göstermektedir. Bu kafatası koleksiyonunun dizilişi hakkında kitapta hiçbir bilgi yoktur ve Başbakan’ın dediği “tabii bu kafataslarından öyle ilginç bir sıralama yapmışlar ki” sözüne kitapta herhangi bir dayanak bulmak mümkün değildir.
Aynı koleksiyonun 1925-1932 yıllarında Haydarpaşa Tıp Fakültesi’ndeyken bulunduğu yer de aynı kitabın 3 numaralı fotoğrafik levhasında gösterilmiştir. Burada da herhangi bir sıralama bilgisi yoktur. YANİ SAYIN BAŞBAKAN SIRALAMAYI KENDİSİ UYDURMUŞTUR! (Kafatasları kuşkusuz bilimsel bir şekilde tasnif edilmişti. Ama bunun hangi temele dayandığı Başbakan’ın havada salladığı kitapta yoktur! Nasıl olduğunu merak ediyorsa, gelsin anlatalım, belki biraz antropoloji öğrenir. Pek bayatlamış olmakla beraber şuradan da faydalı bilgi alabilir: Kansu, Ş. A., 1938, Antropoloji Dersleri I Beşer Paleontolojisi ve Prehistorya Malûmatı: Devlet Basımevi, İstanbul, XXV+189 ss.+135 şekil ve fotoğraf levhası)
Sayın Başbakan’ın beğenemediği fiziksel antropoloji bilimi, omurgalı paleontolojisi ile tıp bilimleri arasında bir köprü oluşturan bir bilim dalıdır ve insan evriminin en kıymetli verilerini bulmuş ve bulmaya da devam etmekte olan çalışmaları içerir (Sayın Başbakan Paris’e bir gittiğinde Doğa Tarihi Müzesi’ne ve İnsan Müzesi’ne bir uğrayıversin). Başbakan diyor ki: “Bunun bizim ruh dünyamızda, inanç dünyamızda yeri olabilir mi?” Bu sorunun cevabı Sayın Başbakan’ı ilgilendirir demek geliyor insanın içinden, ama kendisi “bu” ile kastettiği fiziksel antropoloji biliminin ne olduğundan o kadar habersiz ki, bunu bir Başbakan söyleyince insan dehşete düşüyor.
O vesikalarda ne yazıyor?
Ayrıca diyor ki: “Türk Antropoloji Enstitüsü’nün tarihinde 2 önemli vesika olarak geçer. Reis-i Cumhur olarak Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Başbakan İsmet Paşa var. İstanbul Darülfünun doktoruna teşekkür var. Şimdi soruyorum: Bu insani midir? Vicdani midir?” Şimdi bakalım o vesikalarda neler yazıyor:
Önce Atatürk’ün mesajı (Ankara, 17 Kasım 1341):
İstanbul Darülfünun Emini Dr. Nurettin Beyefendi’ye
14 Teşrinisani 341 tarihli mektubunuzla irsal buyurulan (gönderilen) Antropoloji müessesesinin ilk eserini memnuniyetle aldım. Türk’ü ve Türk heyeti içtimaiyesini (toplumunu) tetkik gayesini istihdaf eden müesseseye kıymetli mesaisinde muvaffakiyet temenni ederim Efendim.
Reisicumhur Gazi M. Kemal.
Reisicumhur Gazi M. Kemal.
Burada Atatürk, üniversite rektörüne, Antropoloji Enstitüsü’nün Türk insanını ve Türk toplumunu inceleyen çalışmaları için teşekkürlerini iletiyor. Atatürk’ün “Türk” tanımı hepimizin bildiği bir ifadedir: “Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk denir.” Atatürk bir de Avrupalıların Türkleri sarı ırktan sayan bazı iddialarının da doğru olmadığı kanaatindeydi ki, burada da bilimsel olarak haklıydı. Sayın Başbakan bunu inkâr mı etmektedir?
Gelelim İsmet Paşa imzalı belgeye:
Azizim Nurettin Beyefendi,
Muhterem müderrislerimizin (yani profesörlerimizin) himmetlerile teşekkül eden Türk Antropoloji müessesesinin neşrine muvaffak olduğu eseri memnuniyetle aldım: Darülfünunumuzun bu sahadaki mesaisile dahi pek kıymettar bir hizmet ifa edeceğinden ümitvarım. Temennii muvaffakiyet ederim Efendim.
İsmet.
Şimdi Sayın Başbakan tüm halkımıza bir açıklama borçludur: Burada vicdana, insanlığa sığmayan ne vardır? Kendisi, millet nasılsa bilmez, kontrol etmez inancıyla hiç sıkılmadan Atatürk ve İsmet İnönü’nün bilimsel çalışmaları desteklemelerine saldırarak kendilerini milletin gözünde küçük düşürmeye mi çalışmaktadır?
Hemen söyleyeyim: Bunu beceremez, zira karşısında okumuş yazmış insanlar da vardır. Bizler neyin ne olduğunu ya biliriz, bilmezsek de araştırıp buluruz. Kendisi diyor ki, “Ben imam hatipli olduğum için bana yarasa dediler. Millet de o yarasayı başbakan yaptı.” Yukarıdaki ifadeleri ne yazık ki, mezun olmakla iftihar ettiği imam hatip okulları için hiç de iyi bir reklam olmamış, bu okulların eğitimimizde yeri olmamasını savunanları haklı çıkarmıştır: Öyle ya, bir lise mezunu nasıl bu kadar bilgisiz kalmış olabilir?
Kendisine tavsiyem, büyük İsviçreli antropolog Eugène Pittard’ın (1867-1962) saygın uluslararası bilimsel bir dergi olan Revue Anthropologique’de Atatürk hakkında yayımladığı makaleyi birisine tercüme ettirip okusun (Pittard, E., 1939, Un chef d’état, animateur de l’anthropologie et de la préhistoire: Kemal Atatürk: Revue Anthro pologique, 49me année, No.1-3, ss.1-12). O zaman belki de ettiği laflardan pişmanlık duyar, Atatürk’ün, İsmet Paşa’nın ve Şevket Aziz Kansu’nun aziz hatıralarından ve milletinden özür diler ve sıkılır ve bir daha bilim hakkında böyle ipe sapa gelmez sözler etmekten imtina eder. Bilimkurgu da yazan Amerikalı yazar Harlan Ellison’un şu sözleri de kulağına küpe olsun: “Her fikri savunmaya hakkın yoktur. Bilgi temelli fikri savunmaya hakkın vardır. Kimse cahil kalma hakkına sahip değildir.”
Prof. Dr. Celal Şengör
İKİ YAMPİRİ BILDIRCIN
Hayır aldanmıyorum yerim senin yanında barışsa barışına yok kavgaysa kavgana katılıyorum vurup yumruğumu faşizmin böğrüne Köprüler mi kurulacak tüneller mi kazılacak bil yanındayım yanında bir eski istihkam bir yeni yürek gibi atmaktayım kargaşa ve panik günlerine hazırlıklıyım bil bunu bunu ve avuçlarımdaki buğuyu sakın unutma Sakın unutma ağaçlar çiçeğe durduğunda duvarlara asıldığında silahlar iki yampiri bıldırcın gibi mavisinde göğün uçmanın yeri değil daha yapılacak işler var ve biliyorsun önümüz bahar Hayır aldanmıyorum önümüz bahar ve yaz günleri ve ben istihkam olduğu kadar yapı işcisi dülger demirciyim harç karar tahta yontar çeliğe su veririm ve hiç gevelemeden bir sözü bir sözün yanına korum örnek mi istiyorsun işte örneği SENİ SEVİYORUM.... Günü gelir gelmez iki yampiri bıldırcın gibi mavisinde göğün uçarız kimse ellemez sözünü etmez o eski hıncın Hayır aldanmıyorum yerim senin yanında tarhanansa tarhanana yok bulgurunsa bulguruna katılıyorum sana bölünüyorum günde üç öğün... RUŞEN HAKKI
6 Ekim 2013 Pazar
GEYİK MUHABBETİNDEN NİYAZİ OLMAK
"GEYİK MUHABBETİ" sözü nereden gelir? Okuyun ve paylaşın lütfen... Resne'li Niyazi be
y ve geyiği Edebiyatımıza " geyik muhabbeti " ve " ne şehittir ne gazi " deyimlerini kazandıran Resne'li Niyazi ! Öldürülme sebebi karanlıkta kalması ve kendi koruması tarafından vurulması nedeniyle "Ne Şehittir Ne de Gazi, Pisi Pisine Gitti Niyazi" deyimi Türk milletinin hafızasına kazınmıştır. Geyiğe gelince, Resne'li Niyazi'nin yanından ayırmadığı bu geyik hakkında o kadar çok konuşma yapılmıştır ki " geyik muhabbeti " ve " geyik yapmak " deyimleri de bu sayede edebiyatımıza geçmistir.
Oğuzhan KAYAN'ın Facebook sayfasından alınmıştır.
2 Ekim 2013 Çarşamba
1 Ekim 2013 Salı
DEĞİŞTİM BEN SEVGİLİM
"Bana bir şans ver." dedi adam, "Sana artık aynı kişi olmadığımı ispatlayayım."
Kadının gözleri inançsız bakıyordu: "Nasıl olacakmış o?"
"Sadece biraz zaman... Çok değil. Pişman olmayacaksın."
Bir kıyı kahvesindeydiler. Hafta içi olduğundan, fazla kimse yoktu. Boğazdan bir gemi geçiyordu; uzaktan, uzaklara.
"Bu lafları çok duydum." dedi kadın.
"Biliyorum. Ama bu sefer farklı. Ne kadar değiştiğime inanamayacaksın."
"İnsanlar değişmez. Bunu bana sen öğrettin."
"Tamam işte!" dedi adam, gözlerinde acayip bir parlamayla: "Artık insan değilim ben!"
Kadın tedirgin olmuştu: "Ne demek istiyorsun?"
"Dur hemen göstereyim." dedi adam ve titremeye başladı. Titreme giderek yükseldi, ürkütücü bir hal aldı. Sara krizi geçiriyordu sanki.
"Lütfen kes şunu!" dedi kadın, "Beni korkutuyorsun!"
Adam onu duymuyordu. Titremeye devam etti. Titrerken sırtından bir çatırtı duyuldu. Dehşete kapılmıştı kadın. Derken adamın omuzlarından yükselen şeyi fark etti. Tüylü, rüzgârla oynayan, bembeyaz şeyler... Adam titredikçe o bembeyaz şeyler bir tür kanata dönüştü. O kadar büyüdüler ki, adam masayla sandalye arasına sığmadığından ayağa kalkmak zorunda kaldı. Şimdi sadece kadın değil kahvedeki herkes şaşkınlıkla bakıyordu.
Kanatlar son şeklini aldığında adamın titremesi de bitmişti. Peçeteyle sildi alnındaki teri. Kanatları toplayıp oturdu yerine.
"Demiştim ben sana." dedi, "Değiştim ben sevgilim."
Kadın çekinerek uzanıp dokundu adamın kanatlarına: "Ben... Ne diyeceğimi bilemiyorum."
Adam, "Ne güzeller değil mi?" dedi övünerek, "Ne kadar şahaneler. Sanki birer sanat eseri. Onlara sahip olmak için çok uğraştım. Ama değdi sonunda!"
"Sana bir şey söylemem lazım." dedi kadın.
"Hele uçmaya başladığımda o kadar güzel oluyorlar ki. Meğer beni göstermeyen bunlarmış."
"Söyleyeceğim şey önemli..."
Ama adam dinlemiyordu: "Bazen ayna karşısına geçip saatlerce seyrediyorum. İnsanı büyülüyorlar."
Sonunda kadın dayanamadı: "Ben başkasını seviyorum Muzaffer."
Söz bomba gibi düşmüştü kanatlarla kadının arasına. Dünya durmuştu sanki. Acı verici sessizliği adamın sorusu bozdu:
"Senin için yaptığım onca şeyden sonra ha? Peki ama kimi?"
"Kendine değil, bana aşık birini..." dedi kadın.
Sonra cevap beklemeden kalktı, arkasına bile bakmadan yürüdü gitti. Adam çaresiz bakakaldı arkasından. Kanatlarını toplayıp küçüldü sandalyesinde, ne yapacağını bilemedi.
O boynu bükük otururken garson geldi: "Abi güzelmiş kanatlar..."
"Değil mi?" diye coşkuyla cevapladı adam: "Sen onları bir de havada göreceksin!"
TUNA KİREMİTÇİ
Kadının gözleri inançsız bakıyordu: "Nasıl olacakmış o?"
"Sadece biraz zaman... Çok değil. Pişman olmayacaksın."
Bir kıyı kahvesindeydiler. Hafta içi olduğundan, fazla kimse yoktu. Boğazdan bir gemi geçiyordu; uzaktan, uzaklara.
"Bu lafları çok duydum." dedi kadın.
"Biliyorum. Ama bu sefer farklı. Ne kadar değiştiğime inanamayacaksın."
"İnsanlar değişmez. Bunu bana sen öğrettin."
"Tamam işte!" dedi adam, gözlerinde acayip bir parlamayla: "Artık insan değilim ben!"
Kadın tedirgin olmuştu: "Ne demek istiyorsun?"
"Dur hemen göstereyim." dedi adam ve titremeye başladı. Titreme giderek yükseldi, ürkütücü bir hal aldı. Sara krizi geçiriyordu sanki.
"Lütfen kes şunu!" dedi kadın, "Beni korkutuyorsun!"
Adam onu duymuyordu. Titremeye devam etti. Titrerken sırtından bir çatırtı duyuldu. Dehşete kapılmıştı kadın. Derken adamın omuzlarından yükselen şeyi fark etti. Tüylü, rüzgârla oynayan, bembeyaz şeyler... Adam titredikçe o bembeyaz şeyler bir tür kanata dönüştü. O kadar büyüdüler ki, adam masayla sandalye arasına sığmadığından ayağa kalkmak zorunda kaldı. Şimdi sadece kadın değil kahvedeki herkes şaşkınlıkla bakıyordu.
Kanatlar son şeklini aldığında adamın titremesi de bitmişti. Peçeteyle sildi alnındaki teri. Kanatları toplayıp oturdu yerine.
"Demiştim ben sana." dedi, "Değiştim ben sevgilim."
Kadın çekinerek uzanıp dokundu adamın kanatlarına: "Ben... Ne diyeceğimi bilemiyorum."
Adam, "Ne güzeller değil mi?" dedi övünerek, "Ne kadar şahaneler. Sanki birer sanat eseri. Onlara sahip olmak için çok uğraştım. Ama değdi sonunda!"
"Sana bir şey söylemem lazım." dedi kadın.
"Hele uçmaya başladığımda o kadar güzel oluyorlar ki. Meğer beni göstermeyen bunlarmış."
"Söyleyeceğim şey önemli..."
Ama adam dinlemiyordu: "Bazen ayna karşısına geçip saatlerce seyrediyorum. İnsanı büyülüyorlar."
Sonunda kadın dayanamadı: "Ben başkasını seviyorum Muzaffer."
Söz bomba gibi düşmüştü kanatlarla kadının arasına. Dünya durmuştu sanki. Acı verici sessizliği adamın sorusu bozdu:
"Senin için yaptığım onca şeyden sonra ha? Peki ama kimi?"
"Kendine değil, bana aşık birini..." dedi kadın.
Sonra cevap beklemeden kalktı, arkasına bile bakmadan yürüdü gitti. Adam çaresiz bakakaldı arkasından. Kanatlarını toplayıp küçüldü sandalyesinde, ne yapacağını bilemedi.
O boynu bükük otururken garson geldi: "Abi güzelmiş kanatlar..."
"Değil mi?" diye coşkuyla cevapladı adam: "Sen onları bir de havada göreceksin!"
TUNA KİREMİTÇİ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
MAGNUM
Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...