27 Aralık 2011 Salı

Yararlı Sağlık Bilgileri




Yılbaşı sofrası donatırken dikkat!


Yeni yılı dinamik karşılamak ve ertesi gün daha rahat uyanabilmek için...

Yeni yılı dinamik karşılamak ve ertesi gün daha rahat uyanabilmek için yılbaşı sofrasını bilinçli hazırlamak önemli. Sofrayı cipslerle donatmak yerine; ceviz, kuru üzüm ve siyah erik tercih edebilirsiniz. Yılbaşı hindinizi pirinçle değil bulgurla hazırlayabilirsiniz



Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Keservuran, sağlıklı yılbaşı mönüsünün nasıl hazırlanacağını anlattı:


* Yeni yılın karşılandığı gecenin vazgeçilmezi özel olarak hazırlanan sofralar, ikramlar ve içeceklerde doğru seçimlerle geceye farklı ama sağlıklı tatlar katabilirsiniz. Yılbaşı gecesinde aşırı besin ve aşırı alkol tüketiminin beraberinde mide rahatsızlıkları, hazımsızlık, ishal ve kan şekeri yüksekliği gibi sağlık problemlerini getirebileceğini unutmayın. Ama doğru besin seçimiyle, bazı küçük ayrıntılara dikkat ederek hem sağlıklı beslenebilir, hem içeceğinizi tüketebilir hem de yeni yıla dinamik bir başlangıç yapabilirsiniz.

Geceye aç başlamayın


* Yılbaşı gecesinin sabahında güne mutlaka kahvaltınızı yaparak başlayın (meyveli light müsli+süt/yoğurttan veya beyaz peynir+tahıllı/tam buğday/çavdar ekmeği ve yeşillikten oluşan hafif bir kahvaltı). Öğle yemeğinizi sebze ve salata ağırlıklı besinlerden veya kremasız çorbadan oluşturun; sofranızdan yoğurt/ayranı eksik etmeyin.
* Ara öğünleriniz atlamayın; nasıl olsa akşam çok yiyeceğim diye düşünüp tüm gün aç kalmak yapılacak en büyük hatadır. Beslenmenize 2.5-3.5 saat aralıklarla devam edin. Fakat gün içindeki seçimlerinizi salata, meyve, süt-yoğurt- ayran türü gıdalardan oluşturun.
* Sofraya aç oturmaktan, açken alkollü içecek tüketiminden kaçının. Böylece kan şekeri dengenizi bozmamış olursunuz.

Hindiniz bulgurlu olsun* Sofranın vazgeçilmezi yılbaşı hindinizi bol kestaneli ve bademli pişirin, pirinç pilavı ve çeşitlerinden (iç pilav, özbek pilavı, sebzeli pilav, kestaneli pilav vb.) uzak durun. Pirinç pilavı yerine, bulgur pilavı, kabuklu pirinç pilavı tercih edebilirsiniz. Hindi eti tüketmiyorsanız, iyi pişmiş bonfileye yer verebilirsiniz.
Garnitür olarak az yağlı sebze sotenizi veya fırınlanmış sebzenizi hindi etinin yanından eksik etmeyin. Garnitürünüzü çam fıstığı ve kuş üzümüyle lezzetlendirebilirsiniz.
Esmer ekmekleri (çavdar, tam buğday, tahıllı ekmek ) üzerine kurutulmuş domates ve dil peyniri ekleyerek, fırınlayıp leziz mini kanepeler hazırlayabilirsiniz.
Kırmızı turp, havuç, kırmızı lahana, renkli biberler ve marulla hazırlanmış mevsim salatanızı ve Akdeniz yeşillikli, fesleğen soslu salatanızı sofranızdan eksik etmeyin. Böylece vitamin, mineral ve posa içeriği yüksek ikramlarınızı zenginleştirmiş olacaksınız.
Mönünüzde meyveli tatlılara (tarçınlı karanfilli ayva, elma, armut, cevizli kabak tatlısı), tarçınlı, fındıklı elma püresi veya bol tarçınlı sütlü tatlılara yer verebilirsiniz. Şerbetli tatlılardan uzak durmanız hem fazla kalori alımını engelleyecek hem de şişkinlik, hazımsızlık şikayetlerini önleyecektir.

CiPS YERiNE BADEM FISTIK YERiNE KAJU


* Çavdarlı galeta, tahıllı galeta, taze baharatlı grissini gibi atıştırmalıkları masanızda bulundurabilirsiniz. Hem tokluk hissi yaratır hem de cips ve kurabiye türü gıdalardan uzak durmanızı sağlar.
* Karışık kuruyemiş tabağınızda; fındık, ceviz, kavrulmamış badem, kaju (hint fıstığı), beyaz leblebi, çekirdekli kuru üzüm, esmer kuru kayısı, yaban mersini ve kuru eriğe yer verebilirsiniz. Böylece hem kuruyemişinizi tüketmiş hem de sağlıklı seçimler yapmış olursunuz.
* Fıstık, antep fıstığı, kabak çekirdeği ve ayçekirdeği gibi
kuruyemişler vücudunuza sadece yağ olarak depolanmış dokuları getirir. 100 gr. kuruyemişin
600 kkal enerji (1 ana+1 ara
öğün) içerdiğini unutmayın.

YENi YIL ÇORBANIZI KENDiNiZ YARATIN

Yeni yıl çorbanızı siz yaratın; balkabağı çorbası mönünüzde güzel bir açılış seçeneği olabilir. Yüksek lif içeriği, zengin A vitamini kaynağı ve eşsiz lezzetli balkabağı çorbası için malzemeleri önceden hazırlayın:
* 2 yemek kaşığı zeytinyağı
* 2 kase doğranmış soğan
* 1-2 tatlı kaşığı kıyılmış taze tarçın
* 2 yemek kaşığı pekmez
* 420 gr. kış kabağı püresi
* 1 kase elma püresi


Balkabağı çorbasının yapılışında kuru soğanı orta ateşte hafif su ekleyerek pişirin. Ardından balkabağını ekleyin. Kabaklar hafif suyunu bıraktıktan sonra elma püresini ekleyin, kaynatın. 5-10 dakika kısık ateşte pişirin. Çorbanızı blender’dan geçirin, zeytinyağını ekleyin iyice karıştırın ve servis edene kadar sıcak tutun. Servis esnasında toz tarçın ekleyin, iki yaprak maydanoz veya dereotuyla süsleyin.

VOTKA YERiNE ŞARAP ViSKi YERiNE ŞAMPANYA

Damıtılmış içkiler yerine fermente edilmiş bir içki olan şarabı tercih edin; meyve şarapları veya üzüm şarabı hem keyifli bir akşam yemeği yemenize, hem de sağlığınızdan olmamanıza yardımcı olacaktır. Geceyi tadında sonlandırmak, yeni yılı sağlıksız karşılamamak adına alkol tüketiminde dikkatli olmanızda fayda var.

ATEŞ PAHASI



Kanuni Sultan Süleyman, adamlarıyla birlikte avlanmaya çıkmıştı. Bir ceylanın peşinden koşarlarken zamanın nasıl geçtiğinin ayırdına varamadılar. “Biz nerelere geldik böyle?” diyerek çevrelerine bakındıklarında hava kararmaya yüz tutmuştu. 

Gök kararmakla kalmamış, şiddetli bir rüzgar ve ardından da savruntulu bir yağmur bastırmıştı. Hünkar ve adamları, bu dağ başında bulabildikleri bir kulübeye kendilerini zor attılar. Sığındıkları kulübede, geçimini odunculuk yaparak sağlayan yoksul bir köylü yaşıyordu. Adamcağız bu Tanrı konuklarını içeri aldı, onlara elinden geldiğince yardımcı olmaya başladı.

Padişah kendini özellikle tanıtmak istememişti; ama yoksul oduncu onun kim olduğunu anlamakta gecikmedi. O nedenle ocağa büyük büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıttı.Bir de sıcacık çorba ikram etti. Dışarıda hem ıslanıp hem üşüyen padişah ve adamları bu durumdan pek memnun kalmışlardı.

Geceyi orada rahatça geçirdiler. Hatta padişah bir ara çevresindekilere, “Doğrusu şu ateş bin altın eder” diye de söylendi. Ertesi gün yola çıkmadan önce padişah oduncuya önce memnuniyetini bildirdi: “Efendi! Bizi ihya ettin. Harlı ateşin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik” dedi ve sordu: “Söyle bakalım borcumuz ne kadar?”

Oduncu, kırk yılda bir eline geçen bu olanağı değerlendi ve parayı biraz yüksek söyledi: “Bin bir altın yeter, beyzadem” dedi. "Çok fazla istemedin mi?"diye soran padişaha. "Yemek ve yatak bedeli bir altın,ateşin bin altın ettiğini de zaten siz söylediniz."dedi. Padişah adamın kıvrak zekası karşısında gülümsedi ve bin altını ödedi. ATEŞ PAHASI sözü buradan gelir.

AKLINIZI KULLANMAK SİZİN ELİNİZDE :)



Nebraska’da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi; fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup
yazdı ve müşkülatını izah etti.

“Sevgili David,
Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin. Sevgiler.” Baban

Baba, birkaç gün sonra oğlundan bir mektup alır:

“Babacığım,Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.
Sevgiler.” David

Ertesi gün sabaha karşı 4’te FBI ve yerel polis çıkagelir ve tüm sahayı kazar; lakin bahçede hiçbir cesede rastlayamazlar.Yaşlı adamdan özür dileyerek giderler.

Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha alır:
“Babacığım, Şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım. Sevgiler.” David

Hemen her gün e-posta yazarken veya e-posta adresimizi birilerine verirken bu işareti kullanıyoruz. Peki ama @ işaretinin gerçek anlamını ve nereden geldiğini biliyor musunuz? Bu işaret 473 yıl önce, günümüzde ki anlamı ve kullanımından çok farklı bir amaca hizmet ediyordu.

@ işaretinin bilinen ilk kullanımına 4 Mayıs 1536 yılına Francesco Lapi adlı Floransalı bir tüccarın yazdığı bir mektupta rastlandı. Lapi yazdığı mektubunda İspanya'daki şarap fiyatlarından bahsederken @ işaretini kullanmıştı. O zamanlarda, bir fıçının 13'te birine karşılık gelen, ticari bir ölçü biri olarak kullanılan @, daha sonra daktilolara da girdi. Zaman için kullanımı değişen işaret bir süre sonra belli bir ürünün birim fiyatını belirtmek için kullanılmaya başlandı. Yani insanlar artık "tanesi 5 liradan 10 ürün" gibi bir tanım kullanmak yerine "10 ürün @ 5 lira" demeye başladılar.

1971 yılında Ray Tomlinson ise bu işaretin, e-posta sunucularındaki kullanıcıları tanımlamak için uygun olduğuna karar verdi. O tarihten itibarense @ artık bugünkü şekilde e-postalardaki kullanım şeklinde kavuşmuş oldu.
 

YOK


       
Ümit varmı?
Feda edebilirmisin? Dünya için
Canlar,canlılar için
Taşlar ve ölüler için
Varsa eğer
Denemeye değer
Domino taşları devrilmeye başladı
Sil gözündeki yaşları
Duymuyorsan yakarışları
Yağmurdaki,kuştaki
Yok eden varoluştaki
Yat uyu
Uyanamamacasına
Dua et bitmesin  diye bu uyku
Yüzü olmayan yerde
Yeri olmayan yüzde
Uyanmak olurmu?
Aradan bir taşı çeksen
Dominolar dururmu?
                           Tahir ÖZCAN    12-2011

13 Kasım 2011 Pazar

VAN DEPREMİNE İTHAFEN

              SES

Sallanıyoruz sıkı tutunun!
Toz kokuyor,duvar kopuyor
Tavan çöküyor tutun!

Sessizlik karanlığın sesi oldu.
Orada kimse var mı?
Kaç saat,kaç gün oldu.

Acıktım,susadım,üşüdüm!
Kaç kez uyudum uyandım kim bilir?
Rüyamda hep kurtulduğumu gördüm.

                           Tahir ÖZCAN    11-2011

25 Ekim 2011 Salı

Özgür Kadın.......



GERİCİ, özgür kadını istemez.
Çünkü özgür kadın onun sonudur.
Özgür kadın kültür demektir.
Özgür kadın; sanat, resim, edebiyat, kitap, dergi, gazete, heykel, sinema, tiyatro, müzik demektir.
*
Özgür kadın; akıl demektir...
Öyle şeyh-meyh uçmaz...
Özgür kadın dürüsttür.
Şeyh uçmadığı zaman zaten 'Hani uçmadı... Niye uçtu diyecek mişim? ...' der özgür kadın.
*
Özgür kadın; modern yaşamdır.
Çatal-bıçak demektir.
Çağdaş kadın için; insanın karnında zikir edecek diye her gün bulgur yenilmez.
Ne de sadece erkeğin canının istediği bir cuma gecesi sevişmenin kerameti vardır.
*
Özgür kadın temizdir.
Öyle kirli çorapları, kokan ayakları, tıraşsız yüzü, gülyağından parfümü olan erkeği sokmaz yatağına.
*
Özgür kadın demokrasidir.
Köle olmaz.
Mirasını ister, birey olarak tanınmak ister, söz hakkı ister, eşitlik ister.
Dayak yiyip, aşağılanıp, itilip-kakılmak istemez.
*
Özgür kadın çağdaşlıktır.
Çünkü özgür kadının doğurup büyüttüğü çocuklar gericiye asla ümmet olmazlar.
Ne dergahlara müşteri çıkar özgür kadının yetiştirdiği çocuklardan, ne tarikatlara mürit, ne de gericiye oy verecek saflar...
*
Bu yüzden; gerici özgür kadını sevmez.
Kadın özgür olsun istemez.
Ve onu örtmek, kapatmak, susturmak, bastırmak için çarşafa-türbana sarmak ister.
'Türban' diye tutturmaları bu yüzdendir.
Gericinin sonudur özgür kadın...

Bekir COŞKUN 

21 Eylül 2011 Çarşamba

HES nedir ?




Doğu Karadeniz bölgesinde Devlet Su İşleri tarafından yapılması planlanan yaklaşık 450 adet Hidroelektrik Santralleri proje ve etüd aşamasında bulunmaktadır. Sadece Rize ilinde şu anda yapımı söz konusu olan 62 adet Hidroelektrik Santralleri projelendirilmiştir. Kaçkar Dağlarından beslenen ve birbirine oldukça yakın olan Fırtına, Arılı, Çağlayan, İyidere, İkizdere ve Arhavi derelerinde DSİ tarafından su kullanım hakları sözleşmelerei ile verilerek enerji üretim amacı güden yaklaşık 62 Adet Hidroelektirik Santralı projesi bulunmaktadır. Ve bu projeler uygulanırsa! Şu anda; 1- Sadece bu derelerde yumurtlama alanı bulunan ve yaşayan, Uluslararası Bern Sözleşmesine göre avlanması yasak olan benekli Deniz Alası (Salma trutta labrax) yaşam alanında su kalmadığı için yokolacaktır. 2- Hes projelerinin yapılacağı bu vadilerde yaklaşık 62 adet HES için açılacak yollarda patlatılacak dinamitler, kesilecek ağaçlar sadece bu vadilerde değil tüm D. Karadeniz havzasında telafi edilemeyecek ekolojik yıkıma neden olacaktır. 3- Bölgede yaşayanların gözlemledikleri, vadilerdeki derelerde akan suyun her yıl sürekli olarak azalmasıdır. Eesti taş köprülerin yüksekliği bu konuda bize yardımcı olur. Suyu sürekli azalan dereler üzerinde yapılacak HES’lerin ömrü ne kadar ekonomik olur düşünmek gerekir. 4- 19 adet HES’in yapılacağı Çağlayan vadisindeki gibi suyun bir kısmının tüneller ile Arhavi-Kapisre Deresine aktarılması sonrası kalan suyun da tüneller ile yer değiştirmesi neticesi vadilerde de sucul hayat sona erecektir. 5- Suya dayalı tarım olan çay ve fındık, kivi gibi geleneksel, bölgeye has tarım yapılamayacağından yöre halkı başka bölgelere göç etmek zorunda kalacaktır. 6- Sadece Çağlayan Vadisinde yapılacak 19 adet HES suyun tamamını kullanacak, vadiye küçük kollardan gelen su ise yazın tamamen kuruyacağı için vadide ekolojik denge bozulacak vadi bataklık haline dönecektir. 7- Binlerce yılda, su ile oluşmuş, su yoksa, yaşamın olmadığı D. Karadeniz bir daha eski haline gelmesi mümkün olmayacak şekilde yok olacaktır. 8- Sadece Rize ilinde yapılacak 62 adet HES’lerin elektrik iletim hatları nedeni ile oluşacak elektrik ve manyetik alanların çevre ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olacağı açıktır. 1986 yılında meydana gelen Çernobil nükleer kazasından sonra bir bakanın “Çayda radyasyon yok, gönül rahatlığı ile içebilirsiniz” diyerek halkı yanlış yönlendirmesinin etkisiyle bugün D. Karadeniz kanser belasına binlerce can vermiştir. Bu nedenle, üzerimizden geçecek iletim hatlarının meydana çıkaracağı elektromagnetik alanların insan sağlığına olumsuz etkileri göz ardı edilemez olacaktır. 9- Yukarıda saydığımız olumsuzluklar, küresel ısınmanın dünyamızın en önemli sorunu olduğu bu günlerde, gelecekte bölgemizin can simidi olabilecek eko turizmi, HES’lerin yapımı ile yok olacak, ekolojik yapı bitecektir. Buna en füzel örnek, Turizm ve Orman Bakanlığınca yıllar önce Turizm alanı ilan edilen ve İl Özel İdaresince mesire yeri olarak planlanıp bir dinlenme tesisi yapılan Gürcüdüzü’ne 1600 mt mesafede Paşalar HES’in taş ocağı kırma ve eleme tesisi ruhsatı verilmesidir. Sadece bu uygulama bile ülkemizde daha çok kazanma hırsının engel tanımadığınında bir göstergesi olarak da görülebilir. 10- Kaldı ki bu projeler uygulansa (62 adet HES) üretilecek enerji sadece bir Keban Barajı’nın ürettiği enerji kadar olup, Türkiye’nin elektrik üretiminin sadece %2’si civarındadır. -------------------------------------------------------------------------------- Abu Çağlayan ve Arılı Vadileri de Kaçkar Dağlarının orman ekosistemi içinde olup, Paşalar HES ve diğer HES Projeleri ile orman alanları insan eli ile parçalanmış, yaban hayatın yaşamı azaltılmış olacaktır. Paşalar HES’te suyun 5900 mt tünel ile transferi neticesinde; su hızı, derinliği ve ıslak çevrede meydana gelecek değişiklikler sucul ekosistem açısından çok önemlidir. Abu Çağlayan Deresi, Fırtına Deresi ile birlikte Mart-Nisan aylarında Deniz Alalarının göç ettiği ve Ağustos- Ekim aylarına kadar kaldıkları sulardır. Çağlayan Deresi, Salma Trutta ve bu türün denize göç eden cinsi Salma Trutta Labrax olarak bilinen ve endemik bir tür olan ve 1984 yılından bu yana sürekli olarak avı yasak olan türlerin giriş yaptıkları birkaç dereden biridir. Paşalar HES inşa edilirse Çağlayan Deresi su kalitesinin bozulması neticesi bu tür balıkların yaşama şansları kesinlikle ortadan kalkacaktır. AĞAÇ KESİMİ: ÇED Raporunda kesilecek ağaç sayısı 157 olarak verilmiştir! Paşalar HES Projesinde etkilenecek alan 143 hektardır. Ağaç yoğunluğu hektar başına 667’dir. Buna göre bu projede etkilenecek ağaç sayısı 95.381 adettir. Projede tesislerin kapladığı alan 5.85 hektar olup burada etkilenecek ağaç sayısı da 3.901 adettir. Mevcut 19 km yol ile yeni yapılacak 5 km yol için kesilecek ağaçlardan bahsedilmemektedir. 19 km yol 15 mt: 28.5 hektar 5 km yol 20 mt: 10 hektar Yollar için toplam 38.5 hektar 667 adet: 25.676 adet ağaç kesilecek. Toplam kesilecek ağaç sayısı: 25.676 + 3.901= 29.577 olacaktır. Ayrıca üretilecek enerjinin enterkonekte sisteme bağlanması için 12 km yüksek gerilim hattı inşa edilmesi gerekiyor. 12 km 50 mt: 60 hektar 60 hektar 667: 40.000 ağaç kesilecektir. Yani Paşalar HES içn toplam olarak: 29.577 + 40.000 = 69.577 ağaç kesilecektir. Dogada suyun üretimi, orman ve yüksek dağ ekosisteminde olmaktadır. Yağmur ve kar şeklinde ekosisteme düşen yağışlar havzanın su verimini şekillendirir. Ormanlık alanların çevrelerindeki alanlara oranla %15 ile %50 daha fazla yağış aldığı, aldıkları yağışın %44’ünü kullanılabilir su ürünü haline getiridiği bilinmektedir. Ayrıca orman ekosistemlerinin, suyun depolandığı toprağı erozyondan koruduğu, sel ve taşkınlıkları büyük ölçüde azalttığı görülmektedir. Yani kısaca Paşalar HES için 69 bin ağaç kesilecek, planlanan diğer 19 HES’ler içinde ortalama bu miktarda ağaç kesileceğini varsayarak D. Karadeniz de sadece Abu Çağlayan Vadi havzasında ağaç kalmayacağını (1300.000) söyleyebiliriz 

17 Eylül 2011 Cumartesi

Türkiye Cumhuriyeti'ni Bitirme Planı








İhanet Anayasası Hazır!


Malum çevrelerce kamuoyunu hazırlamak amacıyla yayınlanan görüşmelerdeki konular ihanet anayasına aynen giriyor. Bebek katilinin bütün dayatmaları yeni metinde!

AKP Hükümeti'nin, PKK ile yaptığı kirli pazarlığın en temel noktasını yeni anayasa ouşturuyor! 1 Ekim'de Meclis açıldığında, muhalefet de ikna edildiğinde bölünme anayasası için göstermelik bir çalışma yapılacak. Oysa Hükümet-PKK pazarlığında bölünme anayasasının ana hatları çoktan çizilmiş...

Ses kayıtları internete düşen Hükümet-PKK görüşmelerinden, yeni anayasanın çok önceden hazırlandığı ortaya çıktı.

Kayıtlarda, PKK yöneticisi Sabri Ok, sorunun 6-7 yılda değil, daha kısa sürede çözülmesini istediklerini söylüyor, MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş de ardından bakın ne diyor:
"Yani bu neresinden bakarsak bakalım çünkü çözümün parametreleri içinde işte basit bir takım taleplerden Anayasa değişikliğinden Öcalan'ın serbest bırakılmasına kadar çok geniş bir skala var. Talepleri şöyle bir göz önüne getirdiğimiz zaman çok geniş bir skala var."

MİT yöneticisi Afet Güneş'in bu sözlerinden de anlaşılacağı üzere, taraflar Anayasa başta olmak üzere bütün bu adımları atmak konusunda uzlaşmışlar, sorun sadece zamanlaması!

Meclis'te sahnelenecek anayasa tiyatrosuysa, sadece işin teferruatı! Meclis'te iktidar ve muhalefet yeni anayasayı müzakere etmeyecek. İktidar sadece bölünme anayasası yaparken muhalefeti de yanına oturtup, bir anlamda suça ortak hale getirecek!

Peki bu bölünme anayasasında neler olacak? Görüşme kayıtları da açıkça ortaya koyuyor ki, Anayasa'nın başlangıç bölümü kesinlikle değişecek. Anayasa'daki "Türk milleti" tanımı değiştikten sonra, bu ifadenin yer aldığı bütün maddeler de otomatik olarak değiştirilecek.

Yapılacak anayasanın, bir bölünme anayasası olacağı da açık. Örnekse, eğitim alanından... Erdoğan'ın memuru olarak toplantıya katılan şimdinin MİT Müsteşarı Hakan Fidan görüşmede, üniter devleti parçalamak için AKP iktidarının bu görüşmeden 5 yıl önce girişim yaptığını ancak başarılı olamadığını söylüyor"
"İktidar beş sene önce dedi ki yerel yönetimler yasasını geçiriyoruz belli şeylerin mahalli teşkilatlarını kaldırıyoruz. Milli Eğitim şunlar bunlar bakanlıklarını kaldırıyoruz, valiliklere ve belediyelere veriyoruz... Şimdi bu son derece verimliliğe dayalı bir şeydi. Hani bunun siyasi ideolojiyle falan filanda alakası yok bunun aklın yoludur bu."

Eğitim ve öğretin birliği, devrim yasaları arasında. Ve Anayasanın 174'üncü maddesi devrim yasalarının korunması hükmünü içeriyor. Dolayısıyla AKP'nin planı mevcut anayasalsa açıktan çelişiyor. PKK temsilcisi Sabri Ok görüşmede taleplerini tek tek sıralıyor:
"Bizde kendi anadilimizde eğitim istiyoruz yani talepler anlamında. O açıdan diyoruz ki biz bazı adımları atarken AKP'nin de ne yapacağını bilmek isteriz. Tamam biz bu adımları atacağız ama mesela yüzde yedi baraj düşürülür mü. Örneğin biz diyebiliriz ki bu kadar tutuklu var biz adım atalım doğru ama adım atarken insanlar belediye başkanı il başkanı da dahil herkes içerde..."

PKK temsilcisinin bu sözleri üzerine Erdoğan'ın özel temsilcisi Hakan Fidan şunları söylüyor:
"Düzeltelim bunu düzeltelim işte zaten Sabri bey bu söylediklerinizde çok haklısınız. Benim bizzat burada oluşum size sistematik bir müzakereyi ve biraraya gelişi teklif edişim.... problemi karşılıklı çözme yönünde atılan adımlardır."

PKK, üzerinde uzlaşmış... Geriye sadece, Meclis'te bir tiyatro sahnesi kurmak kalmış... AKP-PKK tiyatrosu 1 Ekim'de "perde" diyecek! Peki daha önemlisi, bu oyun sahnelenirken CHP ve MHP'nin tavrı ne olacak?


http://ulusalkanal.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=22183%3Aboeluenme-anayasasi-hazir-erdoan-ve-oecalanin-anayasa-cn-coktan-anlami&catid=49%3Aguencel-&Itemid=174

‎"Saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek başının üstüne dek çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemeye dikkat etmekten, hiçbir zaman geri kalmasın!" Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Nutuk
Ekleyen: BANU AVAR

Yaşar Doğu - (1917 - 1961)


‎- Ünlü Türk güreşçisi Yaşar Doğu, 1915 yılında Samsun'un Kavak ilçesine bağlı Karlı köyünde doğdu. Dedesinin köyü olan Emirli'de büyüdü. Güreşe orada başladı. 1938 yılında Ankara'da askerliğini yaparken minder güreşine çıktı. Bir yıl içinde millî takıma yükseldi. Oniki yıl süreyle (1939-1951) Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti. Bu süre içinde katıldığı 7 şampiyonanın 6'sında şampiyonluğu kazandı. 1961'de Ankara'da vefat etti. Kabri oradadır.

Aslen Kafkas Türklerindendir. Ecdadı Samsun'a muhacir gelmişti. Daha önce bebek sayılabilecek çağda iken cepheye giden babasının şehit düştüğü haberi gelmiş, bu yüzden annesiyle birlikte dedesinin köyü olan Emirli'ye göç etmek zorunda kalmıştı. Çocukluğunun geçtiği bu köyde güreşe başladı ve daha delikanlılığın eşiğinde iken yaman bir karakucak güreşçisi olarak adını bütün çevreye duyurdu.

Ankara'da askerliğini yaparken bir arkadaşının ısrarı ile Ankara Güreş Kulübü'ne girdi ve orada minder güreşine başladı. Zehir gibi acı kuvveti ve büyük güreş kabiliyeti ile bu güreşte de kendisini derhal gösterdi. Ancak kendisini pek. tecrübesiz buIan yöneticiler onun Avrupa Şampiyonası'nda ezileceğini düşünerek kadroya almak istemediler.

Millî Takımın Finlandiyalı antrenörü Onni Pellinen ağırlığını koyarak direnince kendisine millî takımda yer verildi. Böylelikle başarı dolu güreş hayatının ilk millî temasını 1939 Avrupa Şampiyonası sırasında Oslo'da yaptı. Minder güreşindeki olanca acemilik ve millî maç tecrübesizliğine rağmen büyük bir varlık göstererek üç rakibini yendi, bir maçında sayıyla yenik sayılarak Avrupa Şampiyonluğunu kaybetti, ikinci oldu. O zaman, bu bile büyük başarıydı.

1940 yılında İstanbu1'da yapılan Balkan Oyunları'nda güreş yaşantısının ilk şampiyonluğunu kazandıktan sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın araya girmesiyle millî müsabakalardan uzak altı yıllık bir duraklama devresine girilmişti.

1946 yılında tekrar rakipsiz eleman olarak Millî Güreş Takımımıza girdi. Aynı yıl Stokholm'de yapılan Avrupa Şampiyonası'nda sıtmanın verdiği 40 derecelik hararetle mindere çıkmasına rağmen yaptığı altı güreşi de kazanarak 73 kilonun Avrupa Şampiyonu oldu. 1947 yılında Prag'da yapılan Avrupa Greko-Romen Şampiyonası'nda da Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti.

İlk kez “Demirperde Bloku”nun katıldığı bu şampiyona enteresan bir mahiyet taşımaktaydı. Zira Sovyet Rusya ve peykleri bir demirperde ülkesinde yapılan bu şampiyonada tam bir ittifak içinde idiler. Yaşar, arkadaşlarına yapılan haksızlıkları gördüğü zaman, şampiyonluğu kazanmak için sadece Rus rakibini değil, demirperde hakem blokunu da yenmesi gerektiğini gayet iyi anlamıştı. Bu azimle girdi güreşlere ve rakiplerini çatır çarır yendikten sonra finalde Rus ile karşı karşıya kaldı. Güreşe fırtına gibi girdi. Rus'u tuttuğu gibi yere vurdu. Oyundan oyuna geçiyordu. Bir ara rakibinin sırtını yere yatırdı. Hakemler görmezlikten geldiler. Sonra bir tuş daha yaptı. O da aynı akıbete uğradı. Koca Yaşar kızmıştı. Olanca gazabı ile atıldı, çift sürer gibi sürdü Rus'u. Daha sonra hırsla rakibini çatır çatır çevirdi. Bir pestil gibi sırt üstü mindere serdi ve rakibinin göğsüne çıkıp oturdu. Teker teker bütün hakemlere baktı. Gözleri öfke ile doruydu. Hani “Bu da tuş değil mi be insafsızlar” der gibiydi. Hakemler istemeye istemeye “Evet” dediler. Tuşu da; şampiyonluğunu da bastıra bastıra kabul ettirmişti koca Yaşar...

Güreş Dünyasında İsveçlilerin deyimi ile bir “Kara saçlı kuvvet ilahı” olarak parlayan Yaşar Doğu, büyük namını 1948 Olimpiyatları, 1949 Avrupa Şampiyonluğu ile de perçinledi. 1950 yılında Irak ve Pakistan'a yaptığı büyük turnede büyük kuvvet ve güreş bilgisini doğu alemine tanıtmak imkân ve fırsatını da buldu.

1951 yılında Helsinki'de yapılan Dünya Şampiyonası'nda 87 kiloda Ayyıldızlı mayoyu giydi. Çok çabuk kilo alan, buna karşılık çok zor kilo veren bir bünyeye sahipti. Bu yüzden yıllar ilerledikçe sıkleti de yukseliyordu, Nitekim 67 kilo ile başladığı güreş hayatının son şampiyonluğunu Helsinki'de 87 kiloda kazandı. Böylelikle parlak güreş hayatına bir de dünya şampiyonluğu sıfatını eklemiş oldu.

Ayyıldızlı mayo altında yaptığı 47 maçın 46'sını kazanan Yaşar, bunların 33'ünde tuş yapmış, 11 maçını ittifakla, 1'ini abandone ile, birini de ekseriyetle kazanmıştır. Galibiyetle sonuçlanan 46 güreşi 690, dakika sürmesi gerekirken; yaptığı tuşlarla bu süreyi 372 dakika 26 saniyeye indirmişti.

Güreş hayatını kapattıktan sonra Millî Güreş Takımımıza antrenör oldu. 1955 yılında antrenör olarak Millî Takımımızla gittiği İsveç'te ciddi bir kalp krizi geçirdi. Uzun bir tedavi gördü. Doktorlar kendisine iyi bakmasını, yorulup heyecanlanmamasını söylemişlerdi. Fakat bunu yapamadı. İsveç'ten döner dönmez tekrar kendini güreşe verdi ve 8 Ocak 1961'de Ankara'da bir kalp krizi sonucu vefat etti..



yorumsuz

‎"Yaşadığım falan yok,

Sadece ölmezden geliyorum..."

Murathan Mungan

yorumsuz

'ÜÇ HARFLİ'' görmüş çocuklar gibi çıldırıyorum !

Başıma kadar çekip yorganımı , titriyorum ! - Gelme ! diyorum



 ey ''A/Ş/K''-

Bu gece gelme !



......
Hâyalini kovacak bir duâ henüz bilmiyorum ...


...
Atilla İlhan

Hayat böyle garip çelişkiler üzerine kurulu

Kendine bakılsın diye açık giyinip,

bakılınca şikayet edene 'Türk Kızı',


açık giyinen herkese bakıp sevgilisini açık giydirmeyene de 'Türk Erkeği' denir..


ALO KELİMESİ NEREDEN GELİR?




Telefonu açtığımızda "alo" deriz. bu sözcüğün İngilizce "hello" kelimesinden geldiği gibi tamamen yanlış bir kanı var. Alo sözcüğünün çıkışı, aslında taaa Alexander Graham Bell’e uzanır.
Graham Bell telefonu icat ettiğinde bu aleti bir süre denemek için sevgilisiyle kendi evi arasına hat çekmiş. Bir yandan da yeni icatını geliştirmek için yoğun çalışıyormuş. Sevgilisinin adı Allessandra Lolita Oswaldo imiş. Bu sevimli kız evde canı sıkıldıkça Graham Bell’i arıyormuş.

Bell atölyesinde telefon çalınca arayanın Allessandra Lolita Oswaldo’dan başkası olamayacağını bildiğinden, telefonu açar açmaz "Allessandra Lolita Oswaldo" diyormuş. Ancak genç kız o kadar sık aramaya başlamış ki; Bell, zamanla sevgilisine adını kısaltarak hitap etmeye başlamış. Telefonu her açışında "Ale Lolos" diyormuş.

Gelin görün ki; Bell’in işleri uzuyor, sevglinin zırt pırt aramaları bitmiyormuş. Allessandra Lolita Oswaldo iyice baymaya başlayınca Bell artık telefonu sevgilisinin adını iyice kısaltarak "Alo" diyerek açmaya başlamış.

Graham Bell’in amacı telefonu tüm kente yaymak ve dünyaya bu müthiş icatını tanıtmak olduğundan gece gündüz atölyesinden çıkmaz olmuş, artık sevglisine ilgi göstermiyormuş. Sonuçta Allessandra Lolita Oswaldo bilim adamını çalışmalarıyla başbaşa bırakıp onu terketmiş. Graham Bell, Allessandra’nın onu terkedip gittiğini ancak hayallerini gerçekleştirip telefonu tüm kente yaydığında farkedebilmiş. Büyük bir hayalkırıklığı yaşayan Bell, o günden sonra sevgilisinin birgün onu arayacağı umuduyla telefonun başından ayrılmamış ve telefonu her açışında büyük bir ümitle "Alo" demiş. Ama her seferinde karşısına icadını kutlayan bir kent sakini çıkmış. İcadın sahibi "alo" dediği için tüm kent halkı telefona cevap verirken "alo" demeye başlamış. Ve bu gelenek böyle sürüp gelmiş.

tarihte ilaç ve inanç



M. Ö. 2000...... Al bu otu ye.
M. S. 1000...... O ot kötü, gel bu duayı oku.
M. S. 1250...... O dua batıl inanç, al bu iksiri iç.
M. S. 1500...... O iksirin ne faydası var, al bu hapı yut.
M. S. 1750...... O hap etkisiz, al bu antibiyotiği iç.
M. S. 2000...... O antibiyotik kimyasal, al bu otu ye

nasihat

‎"Asla Bir Salakla Tartışmayın.. 


Çünkü Dışarıdan Bakanlar Hanginizin Salak Olduğunu Anlamayabilir."

|Bob Dylan|

Kant'tan Görüşler

Duyusal varlıklar olarak bütünüyle doğal düzenin parçasıyız.Dolayısıyla nedensellik yasasına tabiyiz.Bu açıdan bakınca özgür bir irademiz bulunmuyor.Ama ussal varlıklar olarak duyumlarımızdan bağımsız haliyle dünyada bir yerimiz car.Yalnızca ahlaki tercihler yapmamıza olanak sağlayan 'pratik aklımıza' uymakla özgür bir iradeye sahip olabiliriz.Çünkü ahlak yasasına boyun eğdiğimizde, kendi uyacağımız yasayı yine kendimiz ortaya koymuş oluyoruz.
Kant,rasyonalistler ve empristler arasındaki çatışma sonucu felsefenin girdiği açmazdan bir ççıkış yolu göstermeyi başarmıştır.Bu yüzden Kant'la birlikte felsefe tarihinin bir dönemi daha kapanmış olur.1804'te Romantik Çağ başlamaktayken öldü Kant. Königsberg'deki mezarında en ünlü sözlerinden biri yazılıdır: 'Ne kadar sık ve uzun düşündüysem, şu iki şey hep yeni ve artan bir hayranlık ve huşuyla doldurdu ruhumu:üstümdeki yıldız gökyüzü ve içimde ahlak yasası.' Ve devam ediyor,'yukarıda ve içimde bir Tanrı olduğunun kanıtı bunlar.'



Kant, ahlak yasasını örneğin nedensellik yasası kadar mutlak ve genel sayıyordu.Nedensellik yasası da akılla kanıtlanamaz, ama yinede kaçınılmaz bir şeydir.Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir şey.
Kant, ahlak yasasını anlatırken vicdanı betimlermiş olur.Vicdanın bize bildirdiğini anlatamayız,yine de biliriz. Bazen başkalarına karşı sevimli davranırsın, çünkü işine öyle gelir.Böylece seni severler. Ama eğer sırf sevilmek için iyi davranıyorsan, demek ki seni harekete geçiren ahlak yasası değildir.Ya da bu yasaya saygı duymuş olmazsın.Ahlak yasasına uygun davranıyor olman da belki iyi birşeydir, ama ahlaksal denebilecek davranış kendi eğilimlerine karşı koyabilmeyi gerektirir.Bir şeyi ödev saydığın için yapıyorsan, ancak o zaman ahlaksal davranıştan söz edebiliriz.Bu yüzden Kant'ın ahlakı genellikle bir ödev ahlakı olarak nitelendirilir.
Yardım kuruluşları için para toplamayı ödev sayabiliyorsan asıl önemli olan bunu doğru bildiğin için yapıyor olmandır.Topladığın para yolda kaybolsa ve yardım edilmesi gereken insanlara hiç ulaşmasa bile, sen ahlak yasasına uymuş oldun.Doğru bir anlayışla hareket ettin.Kant'a göre bir davranışı ahlaki açıdan kabul etmek için, ona yol açan anlayışa bakmak gerekir, eylemin vardığı sonuçlara değil.Bu yüzden Kant'ın ahlak görüşüne düşünüş ahlakı da denmektedir.



-Ne zaman ahlak yasasına uygun davrandığımızı bilmek neden bu kadar önemliydi Kant için? Yaptığımız şeyin insanlara yararlı olması daha önemli değil mi?

*Tabi, zaten Kant da buna itiraz etmezdi.Ama ancak ahlak yasaına saygı duyarak davranıyorsak, özgür davranıyoruz demektir.
Sırf bir yasaya göre özgür olmuyorduk Kant'a göre.Hatırlarsanız insanın özgür bir iradesi olduğunu iddia etmek ya da varsaymak gerektiğini söylemişti Kant.Bu önemli bir nokta, çünkü Kant bir yandan da her şeyin nedensellik yasasına göre gerçekleştiğine inanıyordu.Aama öyleyse özgür bir iradeye nasıl sahip olabiliriz? İşte Kant bu noktada insanları ikiye bölüyordu.Biraz Descartes'i hatırlatıyor bu bize.O da insanın ikili bir varlık olduğunu, hem bir bedene hem de bir akla sahip olduğunu söylemişti.Kant da duyusal varlıklar olarak tümüyle hiç değişmeyen nedensellik kurallarına tabi olduğumuzu söyler.Neyi duyumsayacağımıza kendimiz karar veremeyiz;duyumlar kendilerini dayatır ve istesek de istemesek de bizi etkiler.

günün sözü


"Ben her zaman yeni arkadaşlarım hakkında herşeyi ögrenmek isterim,eski arkadaşlarım hakkında ise hiçbir şeyi."

11 Eylül 2011 Pazar

KÖRFEZE OTOPARK

yüzyıllardır kanalizasyon akıtıldı körfeze.s..ça s..ça dolduramadık sağ olsun akp li belediyemiz 10 yıl olmadan dolduracak. Milyar dolarları vermesinler köprü için nasıl olsa yakında yürüyerek geçeriz karşıya. Hem otopark hem orman yapacaklarmış kaçak belediyenin arkasına. otomobil ormanı mı acaba? Adam göbeğini kaşıyanlar dedi diye alındı millet. Torunlarımız kafalarını kaşırken nasıl düzelteceğiz bu rezillikleri diye düşünecek ve bize bol bol küfür edecekler.Çok ta haklı olarak.Ama iş işten geçmiş olacak ne çare.

Rakı (Yılmaz Özdil)




RAKI


Neymiş efendim..
Atatürk rakı içiyormuş.
Aslandı o, aslan...
Aslan sütü içecek tabii.
*
Hadi siz "dönülmez akşamın ufkundayız" diye ince ince başlayın, ben de size yıllar önce yazdığım yazıyı anlatayım...
*
İçki yasaklanabilir.
Bence mahzuru yok.
Ama rakı asla...
Çünkü takunyalılar öyle zanneder ama, aslında "içki" değildir rakı.
*
Yurt sevgisidir örneğin...
İki tek attın mı, "n'olacak bu memleketin hali?" diye endişelenmezsin aksi olsa!
*
Tıp bazen çaresizdir...
O ilaçtır.
Gurbete bile iyi gelir.
*
Kontörsüz muhabbettir.
Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar, gülümsetir.
Kahkahadır.
Acısıyla tatlısıyla hatıraları kaydeden hard disk'tir.
*
Botoks'tur bir nevi.
En kaknemi bile bir başka görünür gözüne...
Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır.
İçilir, güzelleşilir.
*
Herkesin gençlik hatası olabilir...
Bira içersin.Sonradan para kazanıp tenise başlayınca, şarap içmeyi matah zannedersin. Amerika'da TIR şoförlerinin içtiği viskinin dublesine Etiler'de TIR parası ödersin, ayrı...
*
Kürkçü dükkánıdır.
Döner dolaşır, gelirsin.
*
Orhan Gencebay'dır.
Entel barlarda, sosyete kulüplerinde dinlemeye utanırsın...
Ama hepimiz biliriz ki, ezbere bilirsin...
İstediğin kadar ağız burun kıvır, altın plağı hep o alır.
Tatlıses'tir.
Realite'dir.
*
Çocuktur, ağlarsın.
*
Hele beyaz "p"eynir ile "k"avun olursa sağında solunda...
Örgüttür.
PRK...
Ama bölücü değil, birleştirici örgüt.
Türk'ü de içer, Kürt'ü de, Laz'ı da, Çerkez'i de. Sor bak, Ermeni'si de, Rum'u da, Yahudi'si de.
*
AB'cidir...
Çünkü Rum öyle bir meze yapar ki, helali hoş olsun, Kıbrıs'ı veresin gelir!
*
Madem gıcıksın rakıya...
Neden balık avlıyorsun o zaman kardeşim?
Şerbetle mi yiyeceksin lüferi?
Ne anlamı var deniz börülcesinin, rokanın, radikanın, cibezin...
İnek miyiz biz?
*
Yanlış şiir okuyorsun...
Hapse giriyorsun.
(Üstüne, yanlış şair okuyorsun...)
*
Oku bak...
Ne diyor dünya güzeli Orhan Veli:
Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam...

YILMAZ ÖZDİL

ÜZGÜNÜM



Kimse hak ettiğini alamıyor hayattan
Sadece bedenler değil ruhlar da hapis
Özgür olan hayallermiş üzgünüm

Rüzgarlar bulutlara, Dağlar rüzgarlara engel
Kuşlar bile özgür değil aslında
Hiç birimiz değiliz ve ruhlarımız kodeste üzgünüm

Ben ise mahkumiyetime mahkumum
Ne duvardan aşmak, ne tünel kazmak
Arada belki gökyüzüne bakmak
Daha fazlasına cesaret edemedim üzgünüm

Üzgünüm! Doya sıya sevemedim
Sevişemedim üzgünüm
Üzgünüm! Verdiğim değeri gösteremedim
Yetindim, yetemedim üzgünüm

Oynamadım hiç, seyretmedim de
Hata yapmaktan korktum da, hatalarımdan dönemedim
Üzgünüm! Özür bile dileyemedim hiç
Affet beni üzgünüm

                                   Tahir ÖZCAN 11/09/2011

3 Eylül 2011 Cumartesi

Bekir Coşkun'dan Bülent Arınç'a Cevap .




‎"Bizi kardeş yapan Müslümanlıktır, laiklik değil..." diyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun'dan yanıt geldi.

"Ezel" dizisinde Tuncel Kurtiz'in canlandırdığı "Ramiz Dayı" karakterinin herkesin diline doladığı "Kardeş" sözü ile Arınç'a seslenen Bekir Coşkun,"Önce İnsan Olsan Ya Kardeş.." dedi ve Arınç'a "Müslümanlığı işin içine

karıştırmadan, salt insan olarak öbür insanlarla "kardeş" olamıyor musun?.. Olamıyorsan... Ne işin var laik devletin tepesinde...?" diye sordu...

İşte Bekir Coşkun'un, Arınç'ın sözlerine verdiği yanıt...

Önce İnsan Olsan Ya Kardeş...

AHA yine bildirdi:

"Bizi kardeş yapan Müslümanlıktır, laiklik değil..."

Kardeş!..

Laik Batı ülkelerinde yetmiş millet, din, ırk bir arada kardeş kardeş yaşıyor...

Birbirlerini kesmiyorlar...

Asansörlerde selam verirler birbirlerine...

Bak Müslüman ülkelere:

Mısır'da, Libya'da, Tunus'ta, Sudan'da, Cezayir'de, Yemen'de, Suriye'de,

Irak'ta, İran'da, Pakistan'da, Afganistan'da Müslümanlar birbirlerinin gırtlağına çökmüşler AHA kardeş...

Niçin?..

Çünkü inanç, din, iman, mezhep gibi kavramlar devlet işin içine girdiğinde, asıl o zaman tüm insanların kardeşliği uçup gidiyor...

Ama laiklik varsa; Müslüman, Hıristiyan, Budist, ateist bir arada yaşayabilir...

İnsan olmayı yeterli sayarak...

Doğrusunu istersen kardeş; sen anlamazsın ama laiklik önce "insan" olmakla ilgilidir...

İnsan olan; dini, imanı kirli dünya işlerine karıştırmaz...

Allah'ın adını binbir yalanın uçuştuğu seçim meydanlarında ağzına almaz...

Müslümanlığını çıkarı için kullanmaz...

Peygamberi; binbir skandalın, yolsuzluğun, rüşvetin, rezaletin, haksızlığın, hukuksuzluğun, hırsızlığın döndüğü siyasi iktidarına ortak etmez...

Ki biz ona ne diyoruz:

Laiklik...

Laiklik olmadan asla demokrasi olmaz...

Yeryüzünde laik olmayan bir tek demokrasi göstersene bize kardeş...

AHA görelim...

Bir de utanmadan "demokrasiye" yapışmışsın...

Pekiii...

Müslümanlığı işin içine karıştırmadan, salt insan olarak öbür insanlarla "kardeş" olamıyor musun?..

Olamıyorsan...

Ne işin var laik devletin tepesinde...

Kırıta kırıta...

Altında kırmızı plaka, önünde eskort, arkanda laik devletin nimetleri, aylık net 15 bin yolluk, ödenek...

Git dergâhında otur...

Mustafa Kemal'in laik cumhuriyeti olmasaydı, oturacak yeriniz de olmayacaktı ya kardeş...

26 Ağustos 2011 Cuma

AZ-ÇOK

Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var;
daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz;
daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz;
daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var.
Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz;
daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var.
Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz;
daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz,
çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz.

Çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz,
Çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz,
Çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.
Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık.
Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.
Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik.
Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.
Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var.
Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.
Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.
Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik.
Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.
Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik.
Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.
Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.
Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir.
Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.
Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.
Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.
Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.
Paylaşmak özel ve güzeldir, yaşamı paylaşmak, özel gün ve anları paylaşmak değer verip değerinizi bilen birileri olduğunu bilmek onunla paylaşmak ne kadar lüks artık onu bulmak ve kaybetmemek, dostluğu, sevgiyi, hüznü paylaşmak ne güzeldir tüm bunların tarihe karıştığı bir dönemde elde etmek ve yaşamak…”

George Carlin

BEDEL




Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu
ve okul giderlerini karşılamak için
kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.


O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı.
Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan
yiyecek birşeyler istemeye karar verdi.
Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı.
Yiyecek bir şeyler yerine “Affedersiniz,
bir bardak su rica edebilir miyim?” diyebildi yalnızca.
Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek
kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk,
sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra
“Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?”
diye sordu genç bayana.
Genç bayan, “Borcunuz yok” diyerek,
yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;
“Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket
karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini
beklemememizi öğretti bize” dedi.
Çocuk “O halde çok teşekkürler, yürekten
teşekkür ederim size” dedi. Howard Kelly,
evin önünden ayrıldığı zaman
kendisini yalnızca bedensel olarak değil,
ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.

Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan
bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar
çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar
yapılması için onu büyük kente gönderdiler.

Dr. Howard Kelly, konsültasyon yapması için
çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini
duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da
yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı
ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını
kurtarmak için elinden geleni yaptı.

Uzun süren tedaviden sonra
bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly,
denetlemesi için önüne getirilen faturaya
şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak
zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi.
Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline.
Açmaya korkuyordu… Hastane faturasını
asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca
bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu.
Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş
bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı:
“Hastane giderlerinin tamamı
bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.”.

Genel Kültür



‎1.Yürümek sağlık için iyi olsaydı, Postacılar ölümsüz olurdu.

2. Balina; tüm gün yüzer, sadece deniz ürünleri yer, bol su içer ve şişmanlar.

3. Bir tavşan bütün gün hoplasa da, zıplasa da sadece 15 yıl yaşar.

4. Bir kaplumbağa ise; hiç çalışmadan, hiçbir şey yapmadan 450 yıl yaşar.

SONUÇ:

EGZERSİZ in canı cehenneme!

‎"Düşmanını Kendi Silahı İle Yen"



Adamın biri Afrika’da safariye çıkarken yanına minik köpeğini de almış.
Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve
belli ki günlük yiyeceğini arıyor. “Şimdi başım dertte” diye düşünmüş minik...
köpek. Etrafına bakmış, yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparin geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.
Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş;
-Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha varmı?
Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak
dalların arasına saklanmış. “Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem
olacaktım” diye düşünmüş leopar.
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş. Bildiklerini kullanarak bundan sonra leopardan kurtulabileceğini düşünmüş. Leoparın yanına giderek neler oldugunu anlatmış.
Leopar kopeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna “Atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” ,demiş.
Ancak minik köpek neler oldugunu ve leoparın sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.
“Şimdi ne yapacağim” diye düşünürken kaçmaya teşebbüs etmemiş.
Bunun yerine arkasını leoparın geldigi yöne dönerek, kemikleri kemirmeye devam etmiş. Tam leopar saldıracakken yine kendi kendine konuşmuş;
-Bu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok!

21 Ağustos 2011 Pazar

BÜYÜMEK

Küçükken ne güzeldi.. Sevdiğin çocuğu öp kaç. Aşk şarkıları dinlemek yok. Kutu kutu pense oynarken ne kadar mutluyduk. Saklanbaçta birbirimizin yerini söylemeye çalışırdık. Şimdi saklandığımız yeri kendimiz bile bilmiyoruz. Düştüğümüzde dizlerimiz kanıyordu, şimdi ise kalbimiz. Reddedilme korkusu yoktu bir kez. Ağlasak bizim olurdu çünkü. Şimdi günlerce ağlıyoruz, ama bizim değil, başkasının oluyor. Salıncakta sallanırken her rengi aynı anda görebiliyorduk. Aşk filmlerindeki en acı karakterlerle değil, çizgi filmlerdeki en mutlu karakterle kendimizi özleştiriyorduk. Büyümeseydik, hayat aynı kalsaydı, kimse değişmeseydi KEŞKE...!

yorumsuz

Küçükler ot gibidir, büyükler ise rüzgar: Rüzgar ne yöne eserse, otlar o yöne eğilir.KONFÜÇYUS

Galileo Galilei - (1564 - 1642)




Galileo Galilei, (1564 - 1642), modern fiziğin ve teleskobik astronominin kurucularından olan İtalyan bilim adamı.

1564'te İtalya'nın Pisa şehrinde doğdu. Dönemi­nin tanınmış müzikçilerinden Vincenzo Galile­i'nin oğlu olan Galilei, ilk tahsilini Floransa'da yaptı. 1581'de Pisa Üniversitesinde tıp tahsiline başladı, ancak parasızlıktan okulu terk etti. 1583'ten itibaren matematiğe ilgi duyan Galilei, bu konudaki çalışmaları sayesinde 1589'da Pisa'da profesörlük elde etti.

Sarkacın, yüzen cisimlerin ve hareketin Aristo fiziğinden farklı bir düşünceyle matematiksel olarak ele alınması gerektiğine inanan Galilei, Pisa Kulesinden ağırlık düşürerek Aristo'nun yanlışlığını açıkça gösterdi. Bu davranışı yaşlı profe­sörlerle anlaşmazlığa düşmesine sebep oldu. 1592'de Pisa'yı terk ederek, Padova Üniversitesi matematik kürsüsüne geldi.

1597'de pratikte çok faydası olan pusulayı ticari olarak piyasaya arz etti. 1600 senesinden hemen sonra ilkel bir termometre, insan kalp atışının ölçümünde kullanılmak üzere bir sarkaç ve 1604'te serbest düşüşün matematik kanunlarını keşfetti. Ancak düzgün ivmeli hareket kavramı hatalıydı. 1609'da Hollanda'da teleskopun bulunduğunu işitti. Kendisi daha ileri bir alet yaparak bunu astronomi gözlemlerinde kullandı. 1610' da aydaki dağlar, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayınladı. Bu arada Jupiter'in dört uydusunun varlığını bildirdi. Bu kitabı çok ilgi uyandırdı ve Floransa'da saray matematikçisi olmasını sağladı. Hemen sonra Venüs gezegeninin devreleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy (Batlamyus) sistemini tartıştı.

1611'de Roma'ya gitti ve oradaki Bilim Akademisi'ne üye seçildi. Floransa'ya dönüşünde hidrostatik üzerine pek çok profesörün itirazına sebep olan kitabı ile 1613'te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınladı. Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdafaa etti. Bundan dolayı papazların ağır hücumuna uğradı. 1615'te bizzat Roma'ya giderek iddiasını müdafaa eti. Ancak 1616'da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tetkik için bir komisyon kuruldu. Bu komisyon Galileo'nun kitaplarını yasaklamadı. Sadece dünyanın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istedi.

Galilei, bir müddet bilimin pratik yönüne döndü, mikroskobu geliştirdi. Ancak 1618'de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle münakaşaya girdi. Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesaret alarak yazdığı "İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar" adlı eserini 1632'de yayınladı. Ancak kitabı daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylentilerine rağmen Roma’da mahkemeye çağrıldı. 1633'te bu kitap yasaklandı ve kendisi müebbet hapse mahkum edildi.

Yetmiş yaşında hapsedilen Galilei'nin gözleri kör oldu ve 1642 yılında hapiste öldü.

Farabî ( D.T 870 - Ö.T 950 )




FARABİ


870 yılında Türkistan'da Siderya (Seyhun) nehri ile Aris'in birleştiği yerde kurulmuş eski bir yerleşim merkezi olan Farab'da (Otrar'da) doğdu. Babası, Mehmed adında bir kale komutanı idi. Hayatı hakkında sağlam ve ayrıntılı bilgi pek yoktur. Zaten filozof, bilgin ve sanatkâr olarak, yaşadığı yıllarda bugün tanındığı kadar tanınmamıştı. Hakkında bilgi veren kaynaklar kendisinden 150-200 yıl sonra yazıldığı için, güvenilir olmaktan uzaktır. Efsanelerle süslenerek anlatılan bır ilim ve sanat adamıdır .Ebu Nasrı Farabi, Arısto'' nun bütün eserlerini açıkladığı ve incelediği için Ustad-ı Sani, Hâce-i Sani, Muallim-i Sani gibi sıfatlar almıştır .Bunlardan başka Ebu Nasri Farabi-i Türki, Hakim Farabi gibi isimlerle de anılır. Asıl adı Ebu Nasr Muhammed bin Muhammed bin Turhan bin Uzlug'dır. Batı kaynaklarında adı ''Alpharbius ya da Alphartabi'' olarak geçer .


İlk öğrenimini doğduğu yerde yaptı. Gençliğinde Türkistan'dan göç ederek bir süre Iran'da dolaştı. Daha sonra o zamanın ilim ve sanat merkezi olan Bağdat'a gelerek yüksek öğrenimini burada tamamladı. Böylece anadili olan Türkçe' den başka Farsça ve Arapça'yı hristiyan hocalardan ilim dili olan Latince ve eski Yunanca'yı öğrendi. çağının ünlü bilginlerinden Ebu Bişr bin Yunus'tan Mantık, Ebu Bekr Ibn el Sarrac'dan dilbilgisi dersleri aldı. Bundan sonra Harran Üniversitesi'ne giderek felsefe çalışmaları yaptı ve burada Yuhna bin Haylan'dan Mantık bilgisini ilerletti. Aristo üzerindeki çalışmalarını burada yaptı. Bağdat'a döndükten bir süre sonra Mısır'a gitti. 941 yılında Mısır'dan Halep'e gelerek Emir SeyfüddevIe Hemedani'nin sarayında bulundu. Zamanının devlet adamlarından saygı gördü. Mütevazi bir hayat süren Farabi, Emir'in teklif ettiği yüksek maaşı kabu1 etmeyerek, ''Dört Dirhem''lik küçük bir ücretle yaşamayı yeğledi.Mısır' da kaldıpı sürece Türk kıyafeti ile dolaşır ce Türkçe konuşurmuş.


Eski Yunanlı. filozof ve ilim adamlarının eserlerinin Arabça'ya çevrilerek öğrenilmesi Farabi ile başlamıştır denebilir.Önce Abbasiler , sonra Endülüs medeniyeti içinde yetişen islâm bilginleri bunları Batı'ya tanıtmıştır .Orta çağ Avrupası bu filozofu Arab dilinden, özellikle Kurtuba'lı ibn-i Rüşd' den öğrendi. Batılı bilginler Ibn-i Rüşd'ü öğrenmek isterken Farabi'yi okumak zorunda kaldılar.

Farabi'nin eserlerinin yüzyıllarca Avrupa'da tanınmasının nedeni budur.Bütün Orta çağ boyunca Avrupa'da böylesine tanınan, hattâ XX. yüzyılda bile hakkında araştırmalar yapılan, eserleri yayınlanan Farabi, 950 yılında Şam'da öldü ve Babüssagir'e gömüldü. Cenaze namazını Emir Seyfüddevle'nin kıldırdığını çeşitli kaynaklar belirtiyor .Farabi'yi bir kaç yönden incelemek gerekir.

FİLOZOF FARABİ

Hekim ve"hakim (doktor ve filozof) olmasına rağmen, onun bütün sıfatları felsefe ile ilgili yönü için kullanılır .Felsefeyi öğrendikten sonra, görüşlerini Aristo felsefesi doğrultusunda geliştirdi ve bunları bir temele oturtarak kendine özgü bir okul kurdu; olgun eserler yazmaya koyuldu. Psikoloji, metafizik, mantık, zekâ, madde, zaman, vahdet, boşluk, mesafe ve sayı gibi kavramlarla ilgili görüşler ileri sürdü. Iyi bir matematikçi oluşu ile de ünlüdür .


Felsefeye mantık yolundan girerek metafizik üzerinde durdu. Din ile felsefenin ayrılmaz bir bütün olduğunu gördükten sonra islâm felsefesinin kurucusu oldu. Farabi'ye göre din ile felsefe arasındaki uyuşmazlık temelde değil, dışta kalan yorumlarla düşüncelerin değerlendirilmesindeki farklılıktan ileri gelir .Böylece mantık ve kavramcılığı geliştirdiğinden, bu etki ile Kelâm gibi Islami ilim dalları kanıtlarını mantıktan almaya başlamıştır. Bu yoldan hareket eden Farabi, o zamanki ilim dallarını ikiye ayırır. Ona göre mantık, metafizik gibi ilimler nazari(teorik), ahlâk, siyaset(politika), matematik, musiki ise ameli yâni pratik ilimdir .
Eserlerinin sayısı yetmişe yaklaşır. Yazılarını tenha yerlerde, su kıyılarında, ağaç altında yazdığı, eserIerindeki boşlukların, defterlere yazmayıp kâğıtlara not etmesinden, daha sonra bunların bir bölümünün kaybolmasından ileri geldiği söylenir. En tanınmış alanları Ed-Talimü's-Sani ile İhsanü'I-Ulûm'dur. Sonuncu su Doğu dünyasında yazılmış ilk ansiklopedik eserdir.

MIJSİKÎŞİNAS FARABİ

Mûsikîdeki önemi, Doğu mûsikîsinin nazariyatı ile ilgili, Kindî'den sonra ilk önemli eseri yazmış olmasın dandır. Mûsikînin sanat yönünü iyi bildiği, bazı mûsikî âletlerini çaldığı ve icad ettiği söylenirse de, eserlerin de ve hakkında bilgi veren kitoplarda bu konu ile ilgili geniş bilgi yoktur. Mûsikî ile astroloji arasındaki ilgiyi reddetmiş ve Kindî'nin kurup geli;tirdiği okulun ilerlemesine katkıda bulunmuştur. Kitabü'I-Mûsikîü'I-Kebîr (Bü yük Mûsikî Kitabı) adındaki eseri biri sekiz, diğeri dört bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde mûsikî teori lerini anlattıktan sonra, ikinci bölümde kendisinden önceki mûsikîşinasların ileri sürmüş oldukları fikirleri eleştirir. Ayrıca İran mûsikîsi ve sazlarından söz ettikten sonra, mûsikî öğrenimi ile ilgili fikirler ileri sürer. Bu ve EI Methal Fi'I-Mûsikî adındaki kitapları Aristo ile eski Anadolu filozofları, özellikle Pythagoras'ın görüşle rini yansıtır. İhsanü'I-Uliım adındaki eserinde ise mûsikînin hangi ilim ve sanat dalına bağlı olduğuna değin miştir. Farabî'nin mûsiki ile ilgili görüşlerine etken olan şu iki konudan söz etmek gerekecektir:

İ.Ö. VI. yüzyılda Sisam adasında doğan PYTHAGORAS, eski çağın en önemli matematikçisi, fizikçisi ve filozofudur. Seste ahengin(uyum'un) değerinin tellerin boyu ile orantılı olduğunu ortaya koymuş ve ses fiziğini incelemiştir. Bugün "Pyıhagoras Gamı" denen bu sistem, bir oktav aralığına bir "Doğal Beşliler"dizisini meydana getiren sesler yerleştirilerek elde edilir. Pratikte kullanılmaya elverişli değilse de bir çok telli saz buna göre akord edilir; "Kemancılar Gamı" da denir. Bu Gam'ın üstün yanı yapısı itibariyle bütün "Do ğal Beşliler"i vermesidir. "Doğal Dörtlü"ler bir oktav i5inde, "Doğal Beşliler"in tamamlayıcısı olduğundan, "Doğal Dörtlüler"i de verir. Bu konuyu inceleyen Farabî, mûsikînin müsbet yönünü ele almış ve tenkitçi bir bakışla, tam bir "Pythagoras"çı olarak görüşlerini açıklamıştır. Arabça olarak yazmış olduğu mûsikî kitabı, bir sanat kitabı olmaktan çok "Akustik" konularla ilgilidir.

Arab Mûsikîsi ile ilgili ilk kaynaklara, Hicret'in II. yüzyılından sonra rastlanı~. Şairlerin Rebab'a benze yen tek telli bir saz çalarak şiir okudukları biliniyor. Bu yüzyıldan başlayarak Arab Mûsikîsi'nin geliştiğini, perde sistemlerinin tek oktavdan çıkarak gelişmeğe bağladığını görürüz. Oysa bu yüzyıllarda Doğu'dan ge lerek İran ve Suriye'de yaygınlık kazanmış, zamanına göre gelişmiş bir mûsikî vardı. İşte bu mûsikî Arab Mûsikîsi'ni etkilemiş, özellikle ritm teşekkülüne yardımcı olmuştur. Îsa bin Abdullah, İbn Musaccah gibi ustalar, Müslim İbn Muhriz ve bu kişinin çıraklarından yararlanmışlardır. Abbasiler'den himaye gören Ibrahim el Mosilî, oğlu İshak gibi sanatkârların etkisi ile mûsikî merkezi âdeta Şam'dan Bağdat'a taşınmıştır. Bu sûretle mûsikîye Horasan'ın etkisi egemen olmuştur. Farabî'nin mûsikî hakkındaki görüşlerini yazması bu döne me rastlar. Kitabı en eski Arabca mûsikî eseri olmasına rağmen, işlenen konunun Arab Mûsikîsi ile ilişkisi yoktur.

FARABÎ hakkında pek çok eser bilgi verir. Bunların bir bölümü, yukarıda da belirttiğimiz gibi, efsaneler le karışık, inanılması güç bilgilerdir. Ibn Ebi Usaybia "Tabakatü'I-Etıbbâ" adındaki eserde "Bir saz icad etmiştir; mûsikînin amelî ve nazarî yönlerini iyi bilirdi" diyor. Tezkeretü'I-Hükûm-u Fi-Tabakatü'I-Ümen'de şöyle bir bölüm var : "Emir Seyfüddevle-i hemedanî'nin saz sanatkârları bir süre çalıp söylediler. Mecliste bulunan Farabî daha sonra cebinden tahta parçaları çıkartarak birbirine ekledi ve çalmaya başladı. Orada bulunanlar önce güldüler. Sonra sazın yapısını değiştirerek çaldı, herkes ağladı. En sonunda herkesi uyutarak sessizce meclisi terk etti," Buna benzeyen başka hikâyeler de vardır.

Hekimbaşı Gevrekzâde Hâfız Hasan bin Ahmed(Amed), "Emrâz-ı Ruhiye-i Nagâmat-ı Mûsikîye" adın daki risalesinde Farabî'nin bir çok ilim dalında olduğu gibi mûsikînin de tıpta kullanıldığını, Hoca Nasırî Tusî, Hoca Abdülmümin Sofî ve Safiyüddin'den önce yeni yöntemler ileri sürdüğünü yazar. Şeyhülis lâm Esad Efendi, Lehcetü'I-Lügat'inde Farabî'yi metheder. Ayrıca bir çok eserde Kemaleddin, Ebû Ali bin Sina gibi ustalarla Mısır'da toplanarak o günkü sistemleri gözden geçirdikle~inden söz eder bu toplantılar da 24 terkibin 48'e çıkartıldığına değinilir.

Bir başka eserde Farabî'den naklen şu bilgiler veriliyor: Bu bilgilere göre Farabî, Ezan mûsikîsi ne de yer vermiş ve vakitlere göre okunacak ezanın makamlarını şöyle anlatmış: Sabahleyin Rehavi, Subh-ı Sadık'ta Hüseyni, Güneşin iki rehm yükseldiği zaman Rast, vakd-i Hüda'da Bûselik, nısf-ı neharda Zengûle,vakd-i huzûrda Uşşak, vakd-i gurup'tn Isfahnn, akşam naımazındc Neva, yatsı namazında Büzürg, vakd-i nevmde Zirefkand makamı.

Ud ve Kanun'un Farabî tarafından icad edildiği ileri sürülmekle birlikte, doğruluğunu kanıtlayacck bir belge yoktur. Belki de Ud üzerinde yeni düzenlemeler yapmıştır; çünkü, Ud hakkında Kindî Farabî'den önce bilgi vermiştir. Nitekim, Prof.Dr. Ahmed Süheyl Ünver bu konu ile ilgili bir belgeden söz ediyor. Yazar bu belgeyi İsmnil Saib Efendi'den aldığını belirterek başka kaynak göstermiyor. XIII. yüzyıldan kalan bu belgede, "İste Farabî'nin son icadı olan Ud; Musullu İbrahim, İbn Muid, Musullu İshak'ın tellerini yerine koyarak farsça sözlerle islah ettikleri Ud ül-Müsemmen budur" dendikten sonro şekli akordu ve perdeleri hakkında bilgi veriliyor. Günümüze Farabî'den mûsikî eseri gelmemiştir. Ona izafe edilen bazı eserlerin aslı olmasa gerektir.

İbni Sina kadar olmamakla birlikte, tıp ilmi ile de uğraşmış, eserlerinde bu konuya yer vermiş, felsefe kadar ileri götürememiş ve tedavi yöntemleri ile uğraşmamıştır.

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...