27 Aralık 2015 Pazar

OLMAZ OLSUN









OLMAZ OLSUN

Bir eli cebimde ise katlanırım
Taşın altına da korum başımı
Bilirim kışın soğuğunu doğuda
Sırtında taşıyan yakacağını
Kazanan alın teriyle aşını
Dayanır.
Doğal gazı kesilenden de
Bağlandığı kapıda azığı kesilenden de çok.
Olmaz olsun ama
Üç buçuk aylık bebeği koruyamayan
Adı Devlet de olsa Hükumet de
İsyanım farklı benim
Bilmem kaç yaşındayım
İşimin gücümün başındayım
Kaçak elektriğin farkını da öderim
Gerekirse tekrar askere de giderim
Ama olmaz olsun
Yok yere ölene hava durumu muamelesi
Duyulmuyorsa anaların sesi
Canından parçayı toprağa veren
Kesiliyorsa masum çocukların nefesi
Doyamadan babasız büyüyen
Olmaz olsun...

T. Özcan  27.12.2015

23 Kasım 2015 Pazartesi

YOLCU



YOLCU

Yolu buldum o yola koyuldum,
Ama geç kalmıştım yok sayıldım,
Belki doğruydu yönüm belki değildim,
Çoğu dik durdum azı eğildim,
Çelmelendim düştüm kalktım yoruldum,
Aldığım mesafeden memnun değilim.

Tahir ÖZCAN   23/11/2015

9 Kasım 2015 Pazartesi

6 Kasım 2015 Cuma

İLKYAZ



Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp  kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler

"Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz
sisin dere ağızlarından sokulup akşamları
Fındıklarımızı basıyor
Neyleriz kararan tomurcukları
Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz
Tecimenlere yalvarıyoruz:
Bir "Hotel" bir gizli evlenme az çiziniz
Bir banka az çiziniz bir yalvarma
Bizden size ve sizden dışardakilere

Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye
-Evet efendim-
Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye
Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet
Yazların motorlu çingeneleri

Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya

Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para
Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde
-Bilmiyoruz neden kavga.


Sonra kasabanın cezaevinde
Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz
Günlerimiz iterek genişletiyoruz
Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye
Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye

Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilkyaz çiçekleri

Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz

28 Ekim 2015 Çarşamba

KASIMPATI



Kasımpatı tomurcuklanmıştı.
Muhabbetteyiz balkonda.
Söz geldi, kandırma beni dedim,
Boşuna umutlandırma.
Gücendi galiba biraz, boynunu eğdi.
Vallahi açacağım 1 Kasımda dedi.
Bakıştık bir süre sessizce öyle.
Birden doğruldu ve şevkle,
Göreceksin dedi, bekle!
Fırtına da çıksa,
Gövdemi de koparıp atsa,
Bütün tohumlarımı da dökse,
Yine de açacağım.
Yoksa Kasım bitmeyecek.

Tahir ÖZCAN 28 Ekim 2015

23 Ekim 2015 Cuma

1 Kasıma Giderken...

Hiç merak etmiyormusunuz?
-Kişi başına gelir yıllık 10 bin dolar ama senin cebine giren niye en fazla 3-4 bin?
-Erdoğan Emevi camiinde Cuma namazı kıldıktan sonra ne yapacaktı?
-Sıfırlanan paralar nereden geldi, nereye gitti?
-Diyarbakır da, Suruç ta, Ankara da patlayan bombaların menşei ne?
-Deniz fenerini, 17-25 aralık'ı, Mit tırları'nı, Oslo görüşmeleri'ni soruşturan savcılar neden görevden alındı?
-Ergenekon, Balyoz, Arınç'a suikast gibi düzmece deliller ile açılmış davaları soruşturanlar şimdi nerede?
-Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklara son vereceğini söyleyenler, bunca yıldır neden hiç birini sona erdiremediği gibi kat be kat artmasına göz yumdu?
-Baş örtüsü yasağının baş müsebbibi YÖK hala neden var?
-% 10 barajı neden kalkmıyor yada indirilmiyor?
-Özelleştirme adı altında devlet teşebbüsleri toptan elden çıkarılırken neden üretimin önü açılmaz da saman dahi ithal edilir?
-Koalisyonlar istikrarın önünde engel olarak gösterilir ve tek başına iktidarın iktisadi gelişmenin tek çaresi olduğu dayatılır?
-En methedilen tek parti döneminde bile Türkiye ekonomisi Dünyanın 18. ekonomisi olabilmişken( bu gün 19. ve önümüzdeki yıl 20. liğe düşme tehlikesi var), 1995-2000 yıllarında 17. sıraya yükseldiğimiz saklanır?
-Lafa gelince en değerli varlıklarımızın çocuklarımız olduğunu söyleriz de, Diyanet işleri'ne ayrılan hazine payı, niye Milli Eğitim Bakanlığının 5-6 katı diye merak etmeyiz?
Despot, Antidemokratik, Otokratik yönetimlerin en sevdiği halk tipi ''az bilen çok inanan''dır.
İnsan gibi yaşamak istiyorsan, insan olmanın gereklerini yerine getir kardeşim.
Sorgula, merak et, araştır, oku, mukayese et, empati yap, hatayı hoş gör ama suçu affetme, İyimser ol ama temkini elden bırakma, Güven ama körü körüne bağlanma, sev ama sonsuz sanma. Ne demiş dede korkut.
''Dinleyin beni bey erenler,
Dünya benim diyenler.
Ecel aldı yer gizledi,
Fani dünya kime kaldı.
Gelimli gidimli Dünya,
Sonucu ölümlü Dünya.
Kime mi diyorum? Onlar kendilerini bilir.

9 Ekim 2015 Cuma

Che’nin intikamını alan kadın: Monika Ertl -Nina Ramon

İntikam için, hiçbir yol uzun değildir…

Hamburg, Almanya,  1 Nisan 1971, sabah 09.40. Derin gök mavisi gözleriyle güzel ve zarif bir kadın, Bolivya konsolosluğuna girer ve hizmet için sabırla beklemeye başlar.
Kabul edilmeyi beklerken ofisi süsleyen tablolara kayıtsızca bakar. Koyu renk, yünlü şık bir takım elbise giyen Bolivya konsolosu Roberto Quintanilla, ofisine girer ve günler öncesinden röportaj talep eden, Avustralyalı olduğunu iddia eden bu kadının güzelliğinden etkilenerek onu selamlar.
Kısacık bir an için yüz yüze gelirler. İntikam, bu çekici kadının yüzünde somutlaşır. Gözlerinin içine dik dik bakar ve konuşmaksızın bir silah çeker, üç el ateş eder. Ne direnme ne karşı koyma ne de mücadele olur. Atış hedefe ulaşır. Kaçarken çantasını, bir peruk, bir Colt Cobra 38 Special marka silah ve “Ya zafer ya  ölüm  – ELN” yazılı bir kâğıt parçasını ardında bırakır.
Mónica-Ertl
Kimdir bu cesur kadın, “Toto” Quintanilla’yı neden öldürür? 
Guevarist milisler içinde kendisine, Quechua ve Aymara dilinde, kız-kız arkadaş ya da yerli genç kız (Niña o joven indígena) anlamlarına gelen “İmilla” denilen bir kadın vardır. Gerçek adı: Mónica (Monika) Ertl. Doğuştan Alman. Dünya solu tarafından en nefret edilen kişi Roberto Quintanilla Pereira’yı öldürmek amacı ile kaybın (Che’nin) yaşandığı Bolivya’dan yedi bin millik bir yolculuk yapmıştır.
Ve o tarihten itibaren dünyanın en çok aranan kadını olur. Amerika genelinde gazetelerin ana sayfalarını tekeline alır. Fakat, onun kökeni ve gerekçeleri nelerdi?
Monica’nın, evrensel tarihin en kanlı ve en büyük silahlı çatışması İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, Nazi rejimi taraftarlarının Güney Amerika’ya kaçışını kolaylaştıran “farelerin yolu” olarak bilinen yoldan, babası Hans Ertl ile Bolivya’ya geliş tarihi 3 Mart 1950’e dönelim.
Monica’nın hikayesi Jürgen Schreiber araştırması aracılığıyla büyük geçişlerle anlatılabilir. Pek çok duygu ve karakter içeren bu sürükleyici tarihi, sizlere sadece bir fırça darbesiyle sunuyorum.
Hans Ertl (Almanya, 1908 – Bolivia, 2000) dağcı, su altı yenilikçi teknikler kâşifi, yazar, kâşif, hayalleri gerçekleştirici, çiftçi, ideoloji dönüştürücü, film yapımcısı, antropolog ve amatör etnograftır. Nazileri öven yönetmen Leni Reifenstal başkanlığında, 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları Katılımcılarının Atletik Becerileri, Vücut Estetiği ve Majesteleri filimlerini çekerken Sosyalist Alman İşçi Partisi liderlerini tasvir ederek çok çabuk şöhret elde eder. Ancak, her ne kadar Führer’in resmi ikonografisi Heinrich Hoffman’ın savunma filosu olsa da, “Adolf Hitler’in fotoğrafçısı” olarak tarihte tanınmama gibi bir talihsizliği olur. Bazı kaynaklar Hans’ın, Afrika-Tobruk yoluyla yapacakları yolculuklarında, “Çöl Tilkisi” lakaplı Erwin Rommel’in, ünlü Mareşal alayının eylem alanlarını belgelemek için atandığını ileri sürerler.
İlginç bir bilgi; Hans, Nazi partisi üyesi değildir ama savaştan nefret etmesine rağmen Aryan zarafeti ve eski kahramanlıklarının sembolü olarak Alman ordusu için Hugo Boss tarafından tasarlanan ceketi gururla taşır. Kendisine “Nazi” denmesinden nefret eder, onların ve Yahudilerin aleyhinde herhangi bir davranışı olmaz. Göründüğü kadarıyla *Schutzstaffel’in başka bir kurbanıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinde Üçüncü Reich’ın çöküşüyle birlikte liderler, çalışanlar ve Nazi rejiminin ortakları, koşulsuz ABD desteği ve kendi hükümetlerinin onayı ile iki Amerika kıtası da dâhil olmak üzere çeşitli ülkelere sığınarak Avrupa adaletinden kaçarlar. Çok sakin bir kişiliği olduğu ve hiç düşmanı olmadığı söylenir. Ailesiyle birlikte ayrılıncaya kadar statüsü için ikincil derecede görevlerde bir süre çalışarak Almanya’da kalmayı tercih eder. İlk önce Şili’ye gider ve diğer projelerden önce Robinson belgeselinin yapıldığı (1950) “büyüleyici kayıp cennet”, Juan Fernandez takımadalarında kalır.
Ertl, uzun bir yolculuktan sonra 1950 yılında Santa Cruz (Bolivya) şehir merkezine 100 kilometre uzaklıkta bulunan Chiquitania’ya yerleşir. Brezilya-Bolivya arasında yoğun ve karmaşık bitki örtüsüne sahip, XV. yüzyılda fethedilen, müreffeh ve bakir topraklara yerleşmek için oraya kadar gider. Üç bin hektarlık bir mülkiyet edinir, yerli malzeme ve kendi elleriyle inşa ettiği “La Dolorida” adlı çiftliği onun son günlerine kadar evi olur.
Bilim adamları ve kaşifler tarafından dağın serserisi diye bilinen adıyla, karısı ve kızlarıyla, yeni bir hayata başladığında Bolivya’nın büyülü çevresini, her şeyi algılayan objektifi ile yakalar ve vizyon çözme hevesi ile ezici doğası gereği omuzlarında geçmişiyle birlikte dolaşır. En büyük çocuğunun ismi Mónica’dır. Sürgüne çıktığında 15 yaşındadır ve onun hikâyesi de burada başlar…
Mónica, çocukluğunu Almanya’da Nazizm’in kargaşa ortamında geçirir. Bolivya’ya göç ettiği zaman babasının sanatını öğrenir ve bu onun daha sonra Bolivyalı belgesel yapımcısı Jorge Ruiz ile çalışmasına yol açar. Hans Bolivya’da birkaç film yapar (Paititi ve Hito Hito) ve fotoğraf tutkusunu Mónica’ya aşılar. Elbette, yedinci sanatın tarihinde, kadın belgesel film yapımcıları arasında, onun öncü olduğunu kolaylıkla iddia edebiliriz.
Mónica, ırkçı ve çok kapalı bir çevrede büyür. Bu çevrede onun severek “Klaus Amca (El tío Klaus)” demeye alışık olduğu başka bir uğursuz karakter sivrilir. O, bir Alman işadamı (1913-1991), (Klaus Barbie takma adıdır). ve Fransa-Lyon’un  eski Gestapo şefidir. Daha çok “Lyon Kasabı” olarak tanınır.
Klaus Barbie, Ertl ailesi ile ilgilenmeden önce soyadını “Altmann” olarak değiştirir. Bu adam La Paz’daki şahsiyetlerin dar çevresinde yeterince güven kazanır. Onu bu çevreye tanıtan Monica’nın babası olur  ve hatta bir Alman-Yahudi vatandaşı olarak Bolivya’da ilk işini bulur. Güney Amerika diktatörlüklerine danışmanlık yaptığı söylenir.
Bu hikayenin meşhur başkahramanı, La Paz’da başka bir Alman ile evlenir ve kuzey Şili’deki bakır madenlerinde yaşar; on yıl sonra, evliliği başarısız olur ve O ulvi amaçları destekleyen aktif bir politikacıya dönüşür.
Yaşlı işkenceci Nazi kurtları ile çevrili uç bir dünyada yaşadı. Rahatsız edici herhangi bir gösterge ona tuhaf gelmezdi. Fakat Bolivya ormanlarında Arjantinli gerilla Ernesto Che Guevara’nın öldürülmesinin (Ekim 1967) onun idealleri ve son hamlesi için bir anlamı vardı. Mónica – kız kardeşi Beatrice göre –“Che’ye bir Tanrı gibi tapardı”.
Bunu takiben, baba-kız ilişkisi kombinasyon nedeniyle zora girer: bu fanatizm altüst edici ruha bağlandı; gayretli, mücadeleci, idealist, tutumu üreten muhtemelen tetikleyici faktörlerdi. Babası için çok büyük sürpriz oldu ve hiç istemeksizin onu çiflikten attı. Belki de bu meydan okuma Güney Amerika’daki solcuların dolaylı işbirlikçisi ve destekçisi olmak için onda 60’lı yıllarda belli bir ideolojik başkalaşım (metamorfoz) üretmişti.
Beatriz (burada) BBC News için verdiği bir röportajda: “Mónica onun en sevdiği kızıydı.  Babam bize karşı çok soğuktu, O sevdiği tek kişi gibi görünüyordu. Babam tecavüz sonucu doğdu, büyükannem ona hiç sevgi göstermedi, onu sonsuza kadar damgaladı.”
Ve altmışlı yılların sonlarında Che Guevara‘nın ölümüyle birlikte her şey değişir. Mónica kökleri ile bağını koparır ve sosyal eşitsizlik nedeniyle kahramanının hayattayken yaptığı gibi, doğrudan milislere katılmak için Ñancahuazú** gerilla koluna iştirak ederek ciddi bir dönüş yapar.
Mónica, Bolivya tepelerindeki bir mülteci kampında “devrimci Imilla” olmak için objektife tutkulu o eski kız olmayı terk eder. Üyelerinin çoğunun yeryüzünde gözden kaybolup gittikleri gibi, onun acısı, ELN için önemli bir faaliyete dönüşen adalet talebi uğruna güce dönüşür. 
monika_ertl_011
Kampta kaldığı dört yıl boyunca, babasına sadece yılda bir kez yazar: “Beni merak etmeyin… İyiyim.” Maalesef, ölü ya da diri, onu bir daha hiç göremez.
Böylece, 1971 yılında Atlantik’i geçerek memleketi Almanya’ya döner ve Guevara’ya yapılan son hakaretten; yani Higuera’da kurşuna dizildikten sonra, ellerinin kesilmesinden doğrudan sorumlu olan Bolivya konsolosu Albay Roberto Quintanilla Pereira’yı, Hamburg’da bizzat öldürür.
Bu saygısızlık ile kendi ölüm fermanını imzalar. Ve olaydan sonra, sadık “İmilla” kendine yüksek riskli önemli bir görev önerir: Che Guevara’nın intikamını almaya yemin eder.
O amacını gerçekleştirdikten sonra ülkelere ve denizlere kadar genişleyen bir insan avı başlar. Mónica, bazı güvenilir kaynaklara göre hain “amcası” Klaus Barbie’nin ileri sürdüğü, bir pusuda, 1973 yılında toprağa düşer, sadece ölüsü bulunur.
Kızının ölümünden sonra, Hans Erlt Bolivya’da belgesel filmler çekerek yaşamaya devam eder, İspanya ve Bolivya’da bulunan bazı kurumların yardımıyla bir müzeye dönüştürülen kendi çiftliğinde 92 yaşında (2000 yılında) ölür. Son yıllarındaki sadık arkadaşı eski Alman askeri ceketiyle birlikte buraya gömülür. Mezarı iki çam ağacı ve memleketi Bavyera toprağı arasında durur. Onu hazırlamayı bizzat kendisi üstlenir ve kızı Heidi isteklerini gerçekleştirir.
Hans, Reuters’e verdiği bir röportajda şöyle der: “Ülkeme geri dönmek istemiyorum. Benim olan bu toprakta kalmak, hatta burada ölmek istiyorum.”
La Paz’da bir mezarlıkta, “sembolik olarak” Mónica Ertl’in kalıntılarının dinlendiği söylenir.  Aslında, hiçbir zaman onu babasına teslim etmediler. Babanın talepleri olaydan sonra yetkililer tarafından göz ardı edilir. Bunlar (böylesi özel kişiler; ç-n) Bolivya’nın bilinmeyen bir yerine bırakılırlar. Haçsız, isimsiz, rahibin kutsaması olmaksızın toplu bir mezara gömülürler.
Bu kadının hayatının bir dönemi, o yıllardaki faşist sağın söylemiyle, “komünizmin” ve böylece Avrupa’da “terörün” kol gezdiği  bir ortamda geçti.  Birileri için onun adı görevini gerçekleştiren cesur bir kadın, başkaları için gerilla, katil, belki de terörist olarak bellek bahçelerinde takılı kaldı.
Bana göre, bu kendi zamanının ütopyaları için savaşan bir devrimin kadınsı tarafıdır ve gözlerimizın ışığında bizi bu cümleyi bir kez daha yansıtmaya zorluyor:
“Bir kadının değerini asla küçümsemeyin.” 
24 Mart 2013
*Schutzstaffel: Nazi partisinin özel polis gücü.
**Ñancahuazú: Bolivya güneydoğusunda yer alan bir dağ nehri.
[Lamanchaobrera’daki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

2 Ekim 2015 Cuma

Anneme Mektup



Üç yaşında küçük bir kız çocuğuyken bir sabah anneniz sizi apar topar uyandırıp evden çok uzakta kimsenin olmadığı bir araziye götürüyor. Nemrut suratlı yaşlıca bir kadınla buluşuluyor, kadın pis bohçasından paslı bir jilet ya da kırık cam parçası çıkarıyor. Anneniz bacaklarınızı ayırıyor ve sünnetçi kadın klitorisinizi kesip, sadece çişinizi yapabileceğiniz şekilde bir açıklık bırakarak vajinanızı boydan boya hasır bir iple dikiyor. Şanslıysanız, hayatta kalıyorsunuz. Eğer değilseniz kan kaybı veya enfeksiyondan ölüyorsunuz.
Afrika’da kadın olmak için bir bedel ödemeniz gerekiyor. Hiçbir şeyden haberinizin olmadığı ve savanlarda hayvanlarla oynayarak geçirdiğiniz mutlu çocukluğunuzun ortasında sizi hiç istemeyeceğiniz bir acıya ve hayatınızın sonuna kadar taşıyacağınız bir yaraya mahkum ediyorlar. Kadın(!) olmak için kadınlığınız elinizden alınıyor.
Afrika’da ve bazı Ortadoğu ülkelerinde her yıl 3 ila 12 yaş arasında milyonlarca küçük kız çocuğu bu vahşete maruz kalıyor. Genel olarak müslüman Afrika ülkelerinde gözlemlenen bu ritüel, kızlıktan kadınlığa geçmenin ve gerçek bir kadın olmanın değişmez şartı. Erkek egemen toplumun dayattığı, fakat kadınlar arasında sessiz sedasız halledilen bir pratik.
Sünnetli kadınlar, hayatları boyunca regl dönemlerinde ve cinsel ilişki sırasında dayanılmaz ağrılar çekiyor. Sünnetsiz kadınlar ise kabilelerine ve soyadlarına ihanet etmiş sayılıyor, dolayısıyla aile tarafından reddediliyorlar. Hayat kadını veya fahişe statüsünde kabul edildikleri için asla evlenemiyor ve her türlü sosyal grubun dışında kalıyorlar. Bu duruma düşmekten ve ‘kirli’ adledilmektense yüzyıllardır anneler, kendi elleriyle küçük kızlarının çığlıklarını duymazdan gelerek onları sünnet ettiriyor. İffetli birer kadın olabilmeleri için..
Peki kadınların sünnet edilmesinin geleneksel nedenlerinin yanında sosyolojik sebepleri de yok mu? Tabii ki var. Sünnetli kadınlar, klitorisleri olmadığı için hiçbir zaman haz duyamıyor. Bu da kadını cinsel açıdan nötralize ediyor ve sadece bebek yapan bir makinaya dönüştürüyor. Ayrıca dikişi genişlememiş veya açılmamış kadının bekareti, dışarıdan bakıldığında kolayca anlaşılıyor. Dolayısıyla bu ritüelin, bir nevi ‘bekaret kontrol mekanizması’ olduğu da söylenilebilir. Yani Türkiye’deki gibi işi şansa bırakmamışlar. Belki kızlık zarı geridedir, esnektir, doğuştan yoktur gibi durumları düşünmelerine gerek bile yok. Kadın dikiliyse, tamamdır.
İlk sünnet vakasının milattan önce Mısır’da bir mumya üzerinde gözlemlenmiş olması, geleneğin ne kadar uzun süredir devam ettiğini kanıtlıyor. Yüzyıllardır var olan bu geleneğin İslam’la hiçbir ilgisinin olmadığını söyleyen din adamlarına rağmen, her gün 8 bin kız çocuğu sünnet ediliyor.
Waris Dirie, o kızlardan sadece bir tanesiydi. Somalili Waris, 4 yaşında sünnet edildi ve hayatta kaldı; fakat küçük kız kardeşi onun kadar şanslı değildi. 12 yaşında babası tarafından 3 deve karşılığında 65 yaşında bir adamla evlendirilmek istenince annesinin yardımıyla evden kaçtı. Günlerce yürüdü, çölü aştı ve Somali’nin başkenti Mogadişu’ya ulaştı. Mogadişu’daki akrabaları sayesinde Somali Büyükelçiliği’nde temizlikçi olarak çalışmak üzere İngiltere’ye gitti. Orada çok ünlü bir fotoğrafçı tarafından keşfedilen Waris Dirie, başarılı bir top model oldu fakat içine girdiği görkemli ve parlak hayat mutsuzluğunu gizleyemedi. Waris, artık ‘Afrika’nın çölünden Paris podyumlarına’ başlıklı röportajlar vermek istemiyordu. Anlatmak istiyordu, kadın sünnetinden bahsetmek, tüm dünyaya haykırmak ve bununla savaşmak istiyordu. Bir gün gazeteye verdiği bir röportajda başına gelenleri anlattı. Basında çok büyük yankı uyandıran röportaj sayesinde herkesin Waris’in ve milyonlarca Afrikalı kadının maruz kaldığı bu vahşetten haberi oldu. Daha sonra Waris, kadın sünnetine karşı verdiği mücadeleye odaklanmak istediğini açıklayarak modelliği bıraktı. 1997 yılında BM tarafından Kadın Sünneti Özel Elçisi olarak seçildi. 2002 yılında Desert Flower Foundation’ı (Çöl Çiçeği Vakfı) kurdu. Waris Dirie’nin aynı zamanda kendi yaşam öyküsünü anlattığı 3 kitabı ve bir de Çöl Çiçeği adlı kitabından uyarlanmış, aynı adı taşıyan bir filmi var.
‘’ ..Kadın sünneti bir kültür değildir, kadın sünnetinin dinle bir ilgisi yoktur. Bu durum değişmelidir ve değişim bizim ellerimizdedir. Afrika’nın liderleri, çocuklarınız ağlarken siz neredesiniz? .. Afrika Ana sen bize onca varlık, onca doğal zenginlik ve güzellik verdin. Senin gücün ve güzelliğin sonsuza dek yaşayacak. İnsanlar seni hem iyiye hem kötüye kullandı. Senin gibi bir yer daha yok; ama Afrika’nın yeni bir ruha ihtiyacı var. Benim bir hayalim var. Savaşıp birbirimizi öldürmediğimiz, dayanışma içinde birbirimize destek olduğumuz bir Afrika hayal ediyorum. Kadınların erkeklerle eşit muamele gördüğü bir Afrika hayal ediyorum..’’
– Waris Dirie

30 Eylül 2015 Çarşamba

Geçen bir yılın ardından...

43 bitti. Fizyolojik olarak yaşlandığım, ruhen yaş aldığım bir yılı daha geride bıraktım. Çoğu bitti azı kaldı deriz ya, yolun o kısmını arşınlıyorum artık. Zamanın daha kıymetli olduğu, anı kaçırmanın çok koyduğu hissi hakim oluyor benliğime. Tatmak, koklamak, görmek, hissetmek, en çokta iz bırakmak niyet değil zaruret gibi geliyor artık. Yaşarken merak etmek , sorgulamak, öğrenmek, anlamak mutluluk getirmiyor belki ama hayata kıymet katıyor. Bütün bunları paylaştığım dostlarım, arkadaşlarım gibi. Ayrıca anmak boynumun borcu olan hayat yoldaşım gibi.Hepinizi sadece çok sevmiyorum minnet de duyuyorum. Beni ben yaptığınız için. Gül yüzünüz hiç solmasın. Şans meleğiniz hep yanınızda olsun. Engin denizlere akan kahkaha ırmakları gibi olalım hep. İyi ki varız.

22 Eylül 2015 Salı

CAHİL

En derin denizlerde ışıksız kalmaktır cehalet.
Söz bilmeden, sükut zamanı bağırarak avaz avaz.
Kalbinden geçeni değil, ağzına geleni söylemektir.
O kadar bilinçsiz, o kadar eksik ki
İleri yol alan bir gemide ters oturmuş seyretmektedir.
Uzaklaştıkça ardında kalan, ufukta kaybolanlar için,
Ürkmekte geride bıraktıklarını kaybettiği için.
Mutsuz, endişeli, telaşlı geçmişe öykünerek.
Çoğu kez samimi istikbalinden ürkmektedir.
Aklı hep ileri giden gemiyi geri çevirmektedir.
İhaneti bile beş para etmez cahilin.
Yıkmaya çalışırken medeniyetin merdivenlerini,
Millete hizmet ettiğini zanneder.
İşte batılı yıkıyorum, size hakkı vaat ediyorum der.
Oysa kör şeytan tek hizmet ettiği.
Kötü ruhun, karanlığın ta kendisi her şeyini teslim ettiği.
Dünya değil gerçek yeri, hak ettiği yeryüzünün çekirdeği.
Bakmayın siz onun bıyık altından gülümsediğine.
Aklında unutamadığı korkularını gizlemek var.
Bakmayın değme hatiplere taş çıkartan nutuklarına.
Karanlığında yalnız başına, yanında sadece yalanları var.
Tramvay dediği demokrasiden bir an evvel inmek ister.
Yaşadığı zifiri karanlığa el yordamıyla umarsız alışmak ister.
Bu dünyada rüyalarını süsleyenlere, öteki dünyada kavuşmak ister.
Tahir ÖZCAN Eylül 2015

28 Ağustos 2015 Cuma

Enigma - Mea Culpa

Tek Kitaplıdan Korkulur!..

“Bir kitapta her şeyi bulan, bütün kitapların düşmanıdır. Okumadığı bir kitabın halka zararlı olacağını söyleyenlerden daha aşağılık insan olur mu?”
Sabahattin Eyüboğlu böyle söylemiş Vedat Günyol’a...
“Bir tek kitaba, hele çağın çok çok gerisinde kalmış bir kitaba bağlanıp kalmak, düşünce ve duyguları bir yerde dondurmak, ışıklı bir dünyaya kapılarını kapamak, kendi içinde çürüyüp gitmek demektir.”
***
Akşamları yatmaya giderken kitaplıktan iki üç romanı ya da şiir kitabını aldığımı gören büyükbabamın dediğini unutmadım:
“Sen hiçbir zaman korkulacak bir insan olamazsın. Bakıyorum odana çekilirken koltuğunun altında birçok kitap var. Tek kitabı olanlardan korkulur. Öyleleri yaşamda önemli yerlere gelir” demişti.
Bu sözü hiç unutmadım. Tek kitabın, tek bir kitabın etkisinden kendilerini yaşam boyu kurtaramayanların belli bir süre başarılı olsalar da sonuçta sıkıntılı durumlara düştüklerini gördüm.
Yıllar önce bir okur sormuştu. “Bizim köyün kitaplığına bakanlıktan başka yayınevlerinden de kitaplar geliyor. Hangisini okuyacağımızı bilemiyoruz. İçlerinde bize zarar verecek olanlar da vardır. Ya biz de bu zararlı kitapların etkisinde kalırsak, bizi yanlış yollara iterse...”
***
Kitap korkusu bugünün işi değil, yüzyıllardır sürüp geliyor. Ortaçağdan yirmi birinci yüzyıla, yani günümüze dek toplumlar kitap korkusundan kendini kurtaramıyor. Hitler’cilerin, Thomas Mann’ları, Zweig’ları, kendi kafalarına uymayan nice değerli bilim ve sanat yapıtlarını yaktıklarını unutabilir miyiz?
O kadar uzağa gitmeyin, kendi ülkemizde de 12 Mart’larda, 12 Eylül’lerde evleri basarak kitapları toplatıp insanları süründürme olaylarını hep yaşamadık mı? Her akşam TV ekranlarında kitapların suç unsuru olarak gösterildiği günler o kadar uzak değil. Şu günlerde bile örneği çok.
Bir emekli subay arkadaşım öylesine korkmuştu ki, kitaplarını bir torbaya koyup yıkık bir medresenin avlusuna atmıştı. Bir başkası, hem yüksek bir öğretmen, Mao’nun, Marx’ın kitaplarını sobasında yakmıştı. Kimi denize atmış, kimi toprağa gömmüştü. Evinde kitap bulundurmak suçlu sayılmanın, nerdeyse vatan haini olmanın kanıtıydı.
***
Hep merak etmişimdir, ünlü politikacılarımızın evlerindeki kitaplıkları, Başbakanlık görevine gelmiş ünlü kişilerin sanatla, edebiyatla, tarihle, bilimle ilgili Türkçe ya da İngilizce, Fransızca kitapları var mıdır, kaçını okumuşlardır? Konuyu yaygınlaştırdık mı iş sarpa sarar. Çağın gerisindeki bir düzeni özleyenler, toplumu kendi kafalarına uygun bir duruma getirmek isteyenler neden kitap okusunlar, okuyabildikleri bir tek kitap yetmez mi?
Zaman zaman büyükbabamın sözünü anımsıyorum:
“Sen korkulacak bir insan olamazsın, çok kitap okuyorsun, tek kitaplılardır toplumlarda etkin olanlar.” Öyle de oldu. Korkulur bir kişi olmayı neden isteyeyim. Ben dünyayı, insanları, toplumları anlamaya çalıştım, sevdiğim sevmediğim, katıldığım katılmadığım pek çok kitabı okuya okuya... Bir kitabın verdiğini başka bir kitapla perçinleyerek. Kısacası, değişik kitapların verdiği etkilerde bir sentez yapmaya çalışarak?..
***
Bir Yunan bilgesi, “Ben bir tek kitap okuyanlardan korkarım” demiş. Vedat Günyol da, bir kitabında şöyle yazmıştı:
“... gerçekten bir tek kitap okuyanlardan korkulur, hele o kitap gelmiş geçmiş çağları bir potada eritip bugünlerde uygulamaya kalkışmışsa!..”

OKTAY AKBAL  Cumhuriyet 01.02.2011

Anısına saygıyla...

21 Ağustos 2015 Cuma

ELEŞTİRİ



Kürtlere yapılan haksızlıkları, güney doğuda yaşanan zulmü, olağanüstü hal ve darbe dönemlerindeki mezalimi anlatan, özeleştiri yapan Türk kökenliyi çok gördüm. Yabancı uyruklusunu hatta yurt dışında yaşayanını çok dinledim ve okudum.

Kendi özeleştirisini yapan, bölgesindeki feodal düzeni, ağa ve şeyhleri eleştiren, onlarla mücadeleye vurgu yapan (birkaç istisna hariç) Kürt'e pek rastlamadım. Varsa yoksa devlete isyan, askere polise saldırmak. Hatta sivil halka bile zulüm.

Soru: Terör, ölümler ne zaman bitecek.
Cevap: Kürtler özeleştiri yapabildiğinde.

Şimdi bana kızanlar olacak. Ancak bilmeleri gereken şeyler var.
1- Bu ülkede, hatta o coğrafyada sadece etnik kökeni Kürt olanlar yaşamıyor.
2- Bir takım zorluklar yaşayan hatta devlet ile ters düşmüş tek halk Kürtler değil.
3- Dünya üzerinde ayrılıkçı hareketlerin müsebbibi halklar zengin bölgelerdeki halklardır. Zenginliklerini merkezi yönetim ile paylaşmamak için ayrılmak isterler.
4- Özgürlük mücadelesi illa silahla olmak zorunda değil. Bu koskoca ülkede daha fazla özgürlük, daha çok eşitlik, daha adil bir gelir dağılımı isteyen milyonlar var.
5- İnsanlık adına hak olan bu taleplerin karşılanması birlikte hareket ederek olur, ayrışarak değil. Ayrışmak ceberrut yönetimlerin ekmeğine bal sürmektir.

Daha yazacağım ama boşuna. Bunlar hem daha yetkin kişilerce defalarca dile getirildi hem de sosyal medyada uzun metinleri kimse okumuyor zaten. Benimki kişisel tatmin bir nev'i. Kazanmak herkesin hakkı (her anlamda) hiçbir savaşın kazananı yoktur. Savaşan her iki topluma da, açlık, kıtlık, düşmanlık, sevgisizlik, ölüm, güvensizlik, mutsuzluk v.b. gibi telafisi mümkün olmayan ya da onarılması uzun zaman alacak kayıplar yaşatır mutlaka. savaşın tek kazananı, fırsatçılardır ki esasen savaşın çıkmasını da bunlar kurgular çoğu zaman.

Unutulmasın! kazanmak için tek yol barış.

Tahir Özcan 21.08.2015

17 Ağustos 2015 Pazartesi

YAZ...

Yine bir pazartesi adı tarafımızdan konan.
Yine perdenin aralığından sızan ışık gibi hayat.
Gülümsüyor dudağının kenarından.
Takvim Sümer den beri Ağustos bu vakitler.
Ekmek mücadelesine sıcağıda ekleyerek,
Çok daha hızlı atıyor sanki yürekler.
Emeklilikte küçük bir sandal hayal ederek,
Bir gayretle çalışalım gece serinine kadar.
Zaman geçmez rakı burcunu bekleyerek.
Ben: Ağustos 2015

16 Ağustos 2015 Pazar

Siyasetçi dediğin böyle olacak.(Komşudan örnek)


Yanis Varoufakis (24 Mart 1961), Yunan ekonomist ve siyasetçi. Yunanistan'ın eski Maliye Bakanıdır. Ocak 2015 genel seçimlerinde, SYRIZA partisini temsil ederek Yunan parlamentosuna seçildi ve iki gün sonra siyasi iktisatçı ve yazar olarak 27 Ocak 2015 tarihinde Aleksis Çipras'ın yeni hükümetinde göreve başladı. Varoufakis Yunanistan-Avustralya çifte vatandaşlığına sahiptir. Varoufakis, küresel ve Avrupa krizle ilgili güncel tartışmalara katılımcıdır ve Küresel Minotaur yazarıdır. Atina Üniversitesi'nde İktisat Teorisi Profesörü ve Valve Corporation'da özel bir danışmandır.
Varoufakis, Atina'da Moraitis Okulu'ndan mezun oldu. Matematik ve istatistik eğitimi sonrasında, Essex Üniversitesi'nde 1987 yılında ekonomi doktorasını aldı. Bundan önce Essex Üniversitesi ve Doğu Anglia Üniversitesi'nde ekonomi ve ekonometri öğretimine başlamıştı. 1988 yılında, Cambridge Üniversitesi'nde bir üyesi olarak bir yıl geçirdi. 1989 yılından 2000 yılına kadar Sydney Üniversitesi İktisat Bölümü'nde İktisat Kıdemli Öğretim Görevlisi olarak dersler verdi. 2000 yılında, Atina Üniversitesi İktisat Teorisi Profesörü oldu ve memleketi Yunanistan'a geri taşındı. 2002 yılında, Ekonomi Atina Doktora Programı Üniversitesini (UADPhilEcon) kurdu ve bu kuruluşu 2008 yılına kadar yönetti. Ocak 2013'ten itibaren Texas Üniversitesi'nde Halkla İlişkiler Lyndon B. Johnson Okulu'nda ders verdi. Prospect dergisi tarafında 2015 yılının Nisan ayında açıklanan ve yaklaşık 3000 kişi ile yaptığı dünyanın önde gelen düşünürleri anketinde Varoufakis ikinci sırada yer almıştır.
Varoufakis, Ocak 2004 ile Aralık 2006 arasında, birkaç yıl sonra ateşli eleştirmeni olduğu George Papandreu hükümetinde ekonomi danışmanı olarak görev yaptı. Varoufakis tanınan bir konuşmacı olarak genellikle BBC, CNN, Sky News, RT ve Bloomberg TV gibi haber medyalarında misafir analist olarak göründü. 5 Temmuz 2015 te AB nin dayatmaları, acı reçeteleri gibi ekonomik konulardaki yapılan referandumda hayır kararı çıkmasına karşın AB nin programının kabul edilmesinden bir gün sonra görevinden istifa etmiştir. Başından beri borçların ödenmesine yönelik politikaları reddetmiştir.

9 Ağustos 2015 Pazar

Ama...

Duydum söylediklerini,
Kırıcı ve doğruydu.
Yapamadım dediklerini,
Ama yinede suçluydum.
Düşünemedim...
Anlayamadım...
Benden beklediklerini.
Hepsi buydu.
Benimle birlikte...
Beni ben yapanda suçluydu.
''Ben'' Ağustos 2015

28 Temmuz 2015 Salı

95 yıl geçmişten günümüz muktedirlerine mesaj


23 Nisan 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulmuştu. Meclis kararı ile düzenli ordu oluşturulmaya başlandı. Kuvva'i Milliye ve Kuvva'i Seyyare birliklerine bu emirler tebliğ adildi. Oysa Umum Kuvva'i Seyyare birliği komutanı Ethem Bey (Çerkez Ethem olarak'ta bilinir) ve bazı Kuvva'i Seyyare komutanları(Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe vb.)henüz düzenli orduyla düşmana mukavemet sağlanamayacağını düşünüyorlardı. Aslında herşey Dönemin Ankara Valisi Yahya Galip Kargıyı yetki dışı yargılama girişimi ile başladı. Yozgat ayaklanmasının müsebbiblerinden gördüğü Valiyi yargılamak üzere Yozgat'a çağırdı.TBMM bu talebi reddetti. Zaten bir süredir asker, kanun kaçağı ve casus gibi suçluları yargılamadan astığı için Mecliste Ağır eleştirilere maruz kalıyordu. Kardeşi Saruhan(Manisa) Vekili Reşit bey'in girişimleri ile ciddi bir tepki görmesi engellenmişti. TBMM'nin İstiklal Mahkemelerini kurması ile bu sürtüşmeler zirveye ulaştı.
İçişleri Bakanı Refet Bele'nin asker toplamaktan vazgeçmesi, suçluları da İstiklal Mahkemelerinde yargılanmak üzere teslim etmesi isteğine karşı çıktı. Siyasi çekişmeler, politik veya askeri entrikalar bir tarafa. 1. İnönü Savaşında 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy ile Gediz Muharebelerine katıldı. Batı cephesinin iki bölüme ayrılmasına karşı çıktı. Kardeşi Tevfik Bey'in de bağlı olduğu İsmet Bey'in(İsmet İnönü) Batı cephesi komutanı olarak kalması itiyordu. Refet bey'e güvenmediğini Meclise bildirdi. Buna rağmen Karacaşehir Köyünde kurulan müfrezeyi Kütahyaya kaydırarak Cephe Komutanlığının emrine bıraktı. Uzlaşma olmayacağını ve Refet Bey ile İsmet Bey'in Birliklerinin kendi üzerine yürüdüğünü öğrenince, kendi birliğini serbest bıraktı. Kardeş kanı dökemeyeceğini söyleyerek teslim olmak ya da diledikleri yere gitmekte serbest olduklarını söyledi. Kardeşleri ve birkaç yakın adamı ile Yünanistan'a geçti. Oradan Ürdün'e gitti ve orada öldü.

Not:
Yukarıda adı geçen Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy da Ethem Bey gibi Çerkezdir
Ethem Bey Türk ordusuyla savaşmamış ve kardeş kanı dökülmesini istememiştir.
Yunanistan üzerinden Ürdün'e geçmiş orada yaşamış, vatan haini ilan edilmesine rağmen hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti aleyhine çalışmamış ve beyanda bulunmamıştır.
Günümüzde hala akrabaları T.C.de yaşamaktadır, diğer Çerkezler gibi bu ülkenin eşit vatandaşıdır.
Diğer bütün etnik kimliği farklı vatandaşlar ile aynı haklara sahiptirler.


Etnik milliyetçiliği siyasete, daha da kötüsü terör'e alet edenlerin ibret alması umudu ile.


Tahir Özcan 28 Temmuz 2015

26 Temmuz 2015 Pazar

Şair Sofrası





















Edip Cansever.. ayyaş..
Turgut Uyar.. kafiyesiz..
Cemal Süreya.. erotik..
Sezai Karakoç.. dindar..
Cahit Zarifoğlu..asi..
Hiçbiri devlet kriterlerine uymamışlar... 

Edip Can sever, 
Can Yücel de Edip'i. 
Turgut Uyar onlar Turgut'a uymazlar, 
kafiye vardır şiirlerinde. 
Cemal bir Süre ya-nlarında takılır, 
erkenden gider. 
Sezai yi siktiret o içmez zaten. 
Cahit Zarif çocuk hiç eli boş gelmez.

Ben Temmuz 2015

25 Temmuz 2015 Cumartesi

PERSPEKTİF


Perspektifler görüntü veya fikir olsun, nereye ve neresinden baktığına bağlı olarak değişirler.
Çok az insan gördüğü projeksiyonun(izdüşüm) diğer boyutlarını kavrayabilir. Beyin çoğu zaman bu ezberlenmiş görüntülerin üzerinden karar verir. Bilhassa hızlı karar alması gerektiğinde. Doğada genellikle bu yöntem şaşmaz çünkü algı yönlendirme yoktur, sadece doğal ilizyonlar olabilir. Yeni nesil yöneticiler ve politikacılar sık sık algı yönetimini kullanıyor, insan beyninin zaafından faydalanıyorlar. 
O zaman günümüzde çok uyanık olmalı ve acele karar vermemeliyiz.

Tahir ÖZCAN

24 Temmuz 2015 Cuma

AMEN


Göklerin ufkunda belirmen ne kadar güzeldir,
Ey! Hayatın temelinde yaşayan Aton,
Sen doğu göğünün ufkunda doğduğunda,
Tüm memleketi güzelliğinle doldurursun,
Uzaklaşsan da, ışınların dünya üzerindedir,

Ne kadar yüksek olursan ol,
Senin adımlarının izleri gündüzdür,
Sen, ışınlarını dağıttığın zaman,
Mısır'ın her iki ülkesi de bayram eder,
Hepsi uyanık ve ayaklarının üzerindedir,
Çünkü Sen, onları uyandırmışsındır,

Onlar tüm organlarını sende yıkarlar,
Ve kollarını kaldırıp, Sen'i şafakta selamlar,
Sonra tüm dünyada herkes kendi işini yapar,
Hayvanlar otlardan zevk alırlar,
Ağaçlar ve bitkiler çiçeklenirler,

Kuşlar, kanatları sana doğru ibadet edercesine kalkık,
Bataklıklarda uçarlar,
Sen üzerlerinde oldukça onlar yaşarlar,
Kadında çocuğu Sen yaratırsın,
Ananın karnında çocuğa Sen hayat verirsin,
Sen ana rahminde dahi çocuğu besleyensin,

Ne zaman civciv kabuğu içinde bağırsa,
Sen ona hayat vermek için nefes verirsin,
Ey Tanrım, Senin ne kadar çok eserlerin vardır,
Sen! Ebediyetin hakimi! Senin isteklerin hep iyidir,
Sen yaşamın ta kendisinin ve yaşam Sen'de yaşar, 


AMEN...

Bir şiiri andıran bu satırlar dua ya benziyor değil mi?
Ama Ne Tevrat tan bir bölüm ne İncilden bir bab ne de Kuran dan bir sure.
Bu Mısır firavunu Amenofis(Akhenaton) in sözleri ve emrettiği gibi kendi adı ile bitiyor.

23 Temmuz 2015 Perşembe

CİNAYET SAATİ



haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu

deli cafer ismail tayfur ve şaşı
maktulün onbeş yıllık arkadaşı
üçü kamarot öteki aşçıbaşı
dört bıçak çekip vurdular dört kişi

cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü
vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç biriniz orada yoktunuz

demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
on üç damla gözyaşını saydım
allahına kitabına sövüp saydım
şafak nabız gibi atıyordu
sarhoştum kasımpaşa'daydım
hiç biriniz orada yoktunuz

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis kaatilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü

ben vursam kendimi vuracaktım

Attila İLHAN

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Çin’in Guangzhou kentinde bir banka soygunu



Çin’in Guangzhou kentinde bir banka soygunu....
Soygunculardan biri bankadakilere bağırır: 
“Kımıldamayın. Para devletindir, ama hayatınız sizindir.”
Herkes sessizce yatar… 
Bunun adı“Zihin Değiştirme Kavramı”dır.
Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek…
Bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır.
Ama bacaklar ortada... Soyguncu bağırır: “Edebini takın. Bu bir soygun, ırza geçme değil!”
Bunun adı “Profesyonellik ”tir.
İşin neyse onun üzerinde yoğunlaş!
Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar. 
Daha genç olanı (MBA derecelidir) daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl ilkokuldan
sonra terk): 
“Abi, hadi şu paraları sayalım,” der. Daha yaşlı olanı dercki: 
“Çok aptalsın be. Bu kadar para oturup sayılır mı? Bu akşam zaten TV haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz.”
Buna “Deneyim” derler!
Günümüzde deneyim kağıt diplomalardan çok daha önemlidir.
Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra Şube Müdürü, Şube Şefine hemen polisi aramasını söylemiş.Şef demiş ki: 
“Durun hele Müdürüm. Alacaklarını aldılar. Biz de bir 10 milyon daha alıp daha
önce iç ettiğimiz 70 milyon dolara ekleyelim, ne dersiniz?”
Buna “Dalgayı yakalamak” derler.
Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu!
Müdür der ki: “Yahu, her ay bir soygun olsa harika olurdu. Ne eğlenirdik!”
Buna “Sıkıntılardan kurtulmak”derler. 
Kişisel mutluluk işinden çok daha önemlidir.
Akşam TV haberleri bankadan 100 milyon dolar çalındığını açıklamış!
Çaldıkları paranın çok daha az olduğu bilen soyguncular oturup saymışlar parayı… Tekrar tekrar saymışlar.Bakmışlar hepsi topu topu 20 milyon! Çok kızmışlar bu işe:
“Biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. Banka Müdürü bir el hareketiyle 80 milyon götürdü. Galiba soyguncu olmak yerine doğru dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!”
Bu “Bilgi altından daha değerlidir”demektir…
Banka Müdürü çok mutludur.
Özellikle bir süre önce borsada kaybettiklerini geri alabildiği için.
Buna “Fırsatları kullanmak” derler.
Kazanmak için risk almak gerekir.
PEKİ, SİZCE GERÇEK SOYGUNCULAR KİMLER ŞİMDİ? 
- Her gün ışık hızıyla gündem değişirken usul usul zenginleşenlere ithafen -

21 Temmuz 2015 Salı

KÜLLERİNDEN DOĞAN ANKA KUŞU



KÜLLERİNDEN DOĞAN ANKA KUŞU

Şöyle yazılmıştı aşk üzerine
Yangın halinde yasak çıkış kapısı
Gökyüzüne de şunlar yazılmıstı
Yanılıyorsunuz buradan gidilmez
Ve geceye de şunlar yazılmıştı.
Gecenin üzerine hiçbir şey yazılmaz.

Louis ARAGON

18 Temmuz 2015 Cumartesi

RUBAİ


RUBAİ

Öyle teslim olmuşum ki sana, heyhat
İstersen silkele fırlat at beni.
İstersen gel yanımda yat.

SEBEBİM OLUR





SEBEBİM OLUR


Birkaç duble her zamankinden…
Belki biraz fazla işte, bir de yolluk,
Oturmadan direksiyona,
Kalem ile cilalasak ne olur?
Eve kadar yirmi kilometre az değil,
O yolluk sebebim olur.

Yalnızlık, çökmüşlük, boşluk hissi.
Terk edilmişliğin psikolojisi.
Loş  odada boş bir masa,
Yok boş değil üzerinde telefon.
Aklında yan konsolun çekmecesi.
İçindeki altı patlar, doldurmuştu kendisi.
Çalmazsa telefon bir müddet ne olur?
Ya da kapının zili, sebebim olur.

Dar sokağın merdivenli bitişi,
Bahçe duvarından sarkan sümbüller,
Hafif bir bahar esintisi.
Gözlerimi kapatıp içime çeksem,
Bir nefeste bu güzelliği ne olur?
Ters bir adım, tökezledim, düştüm.
Gözümü açamadan sebebim olur.

Nefes aldığımız parkımızda iş makineleri
Bıraksak sökecekler şehrin ciğerini
Genç yaşlı gitgide gür çıkarken sesi
Çevik kuvvet yaklaşıyor endişesi
Ya hücum ederse halkın üzerine
Tomasıyla, gazıyla, plastik mermisiyle
En önde karşılayanlardansak biz ne olur
O ağaçlar, çimen, çiçek sebebim olur

Bağış bekleyen hasta ve umutsuz çocuk,
Gözleri görmeyen güzeller güzeli bir kız,
Belki de yanmış yok olmuş bir yüz.
Gülümsüyor bak aldığı ameliyat haberine.
Benim parçalarımsa bekledikleri ne olur?
Onlarda yaşarım işte ne güzel sebebim olur.



Tahir ÖZCAN       Temmuz  2015

12 Temmuz 2015 Pazar

Atatürk'ten İsmet Paşaya Mektup;

“Sevgili Paşam!
Cumhuriyet’in ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum.
Dur, hiç itiraz etme.
Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.
Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun.
Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.
Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.
Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı.
Yoksul bir köylü devletiyiz.
Dört mevsim kullanılabilir kara yollarımız yok denecek kadar az. 4.000 kilometre kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin Kuzeyini Güneyine, Batısını Doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.
Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.
Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de insanlıkla da bağdaşmaz.
Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor.
Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuz'un çoğunu dışarıdan getirtiyoruz.
Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136.
Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor.
Üç milyon insanımız trahomlu. (Gözleri kör eden bulaşıcı bir hastalık. EÇ.)
Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. (Cumhuriyet bunları yok etti. EÇ.)
Bit ciddi sorun.
Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı yüzde 60’ı geçiyor. Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölü mü göçebe.
Telefon, motor, makine yok.
Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremit'i bile ithal ediyoruz.
Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor.
Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı 400 bini geçecek.
İktisadi hayatımız da eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız çok az.
Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş.
Oysa Cumhuriyetin insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz.
Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlar da daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var.
Bunları bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz.
Hedefimiz milli iktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.
Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.
Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kur tarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız.
Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.
Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu.
Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.
Allah yardımcımız olsun!”

Gazi Mustafa Kemal

7 Temmuz 2015 Salı

VAPURİST


Çoktan bıraktım saymayı yalnızlıkları

Köpürte köpürte dalgaları / yüzüyorum

Mavisi yeşili moru, en yakışanı ebruli

Kalabalıklar gibi kıyılara vuruyorum…



Ayrılık Çeşmesinden içiyorum suyunu

Çıngıraklı iskeleler açılıyor dilimde…


 Kubilay ÖNAL
8 Temmuz 2015

5 Temmuz 2015 Pazar

ÇILGIN NAR AĞACI

Kıbleden esen yelin kemerler arasında ıslık çaldığı
Bu beyaz avlularda, söyleyin, o çılgın nar ağacı mı
Nar dolu kahkahalar atarak aydınlıkta sıçrayan
Rüzgârın inadıyla, fısıltıyla; söyleyin, o çılgın nar ağacı mı,
Şafakta yeşeren yapraklarının ışıltısıyla
Bir zafer sevincinin renklerini coşturan?
Çayırda çıplak kızlar sarışın kollarıyla
Yeşil yoncaları biçmek için uyandıklarında -
Uykunun sınırlarında dolaşarak - söyleyin, o çılgın nar ağacı mı,
İçinin saflığıyla kızların yeşil sepetlerini ışığa
Ve adlarını kuş cıvıltılarına boğan, söyleyin,
O çılgın nar ağacı mı dünyanın bulutlu gökleriyle savaşan?
Kendini kıskançlıkla yedi tür tüyle süsleyip
Ölümsüz güneşin bin bir rengine büründüğü gün,
Söyleyin, o çılgın nar ağacı mı,
Kaçmaya kalkan atın yüz kamçılı yelesine sarılan,
Hiç acınma, hiç yakınma bilmeden, söyleyin, o çılgın nar ağacı mı,
Ufuktan şimdi doğan bir umudu haykıran?
Söyleyin, o çılgın nar ağacı mı, bize uzaktan
Serin alevli yaprakların mendilini sallayan,
Doğum sancısı içinde bin bir geminin,
Bin bir kere yükselip alçalan dalgaları
Bilinmedik kıyılara uzanan bir denizdeymiş gibi,
Söyleyin, o çılgın nar ağacı mı, havanın saydamlığında donanıp gıcırdayan?
Başı taa havalarda, ışıyan ve övünen mor salkımlarla,
Tehlikelere açık, söyleyin, o çılgın nar ağacı mı,
Dünyanın orta yerinde şeytanın fırtınasını ışıkla parçalayan,
Ve günün, üzeri türkülerle işli sırmalı örtüsünü
Boydan boya yayan, söyleyin, o çılgın nar ağacı mı,
Günün ipek giysilerinden bir anda soyunup kurtulan?
Söyleyin, ilkin büzgülü etekleriyle Nisan'ın,
Sonra yaz şenliğinin ağustosböcekleriyle gülüp oynayan,
Öfkelenen, her türlü gözdağını kara kötülükten arıtıp
Güneşin kucağına esrik kuşlarını serpen,
Söyleyin, o çılgın nar ağacı mı bu, her şeyin,
En gizli düşlerimizin bile üstüne kanat geren?
Odisseus ELİTİS
Çeviren: Cevat ÇAPAN

4 Temmuz 2015 Cumartesi

SİİRİÇİ HATLARI VAPURU

Nazım Hikmet vapuru
deniz ile arasına
dökülen asfaltı kırar
ve özgürlügüne kavusturur
salacak iskelesini
batmak pahasIna
Can Yücel vapuru
alaycı bir düdük çalar
savaş gemilerine
ki rakı şişeleri asılıdır
can simitlerinin
yerine
Attila İlhan vapuru
keyfile yarar suları
içinde çünkü sevgililer öpüşür
ve güvertesinde
sigarasını rüzgara karşı yakan
bir katil üşür
Edip Cansever vapuru
denize yansıyan
otel ışıkları altında
gider gelir boğazın en uzak
iki iskelesi arasında
Orhan Veli vapuru
evlerine taşırken
telaş içindeki insanları
küpeştesinden atılan
simitleri kapışır
martı kuşları
Cemal Süreya vapuru
akşamüstleri giyince
ışıklı elbisesini
ince bir duman savurarak havaya
dansa kaldırır
kız kulesini
SUNAY AKIN

2 Temmuz 2015 Perşembe

Meclis Başkanı Seçimi'nin Ardından

Şimdi HDP 4. turda 50 küsür millet vekili ile Baykal'a destek verdi ve AKP karşısında gereğini yaptı öylemi?
Dengir Mir M. Fırat'ı aday yapmadımı bu solcu ve sosyalist parti.
Kim bu Mir Fırat?
Adı hayali ihracata, uyuşturucu kaçakçılığına karışmış AKP nin kurucu üyesi ve millet vekili değilmi? Mir ne demek? bu adam aşiret reisi AĞA değilmi? Kılıçdaroğlu bir TV programında perişan etmedimi bu adamı? AKP nin bile silkekeyip attığı birini millet vekili yapıyorsunuz. Yetmezmiş gibi bir de Meclis Başkanlığına aday gösterdiniz. Yalnız o da değil. Gaydalı aşiretiniden Mahmut Celadet Gaydalı, Şıpkı aşiretinden Berdan Öztürk Millet Vekili bu partiden. Ahmet Türk, Hişyar Özsoy gibi dahası da var üstelik. Feodal düzenin adamlarını meclise taşıyarakmı sosyalist olunuyor günümüzde.
Tamam zeka ortalaması pek parlak değil insanlarımızın ama geri zekalı muamelesi yapılması iyice canımı sıkıyor. Hele zekasından emin olduklarımızın bu güruhun peşinden koşulsuz gitmesi inanılır gibi değil.

Öne Çıkan Yayın

MAGNUM

  Yalanla kurduğunu, Yalnız kendin yaşarsın. Hayatı yarışma yapanlar, Yaşamayı nasıl başarsın. Duyuldukça adın, Yaşam üzerinden taşar. En iy...